Esas Olan İslam’ın İzzetidir

Esas Olan İslam’ın İzzetidir

Tarihin her safhasında müminler için en büyük şeref, en büyük gaye, İslam’ın izzetini korumak ve yüceltmek olmuştur. Zira Müslüman, kendi şanını ve çıkarını değil, Allah’ın dini uğruna izzetli bir duruş sergilemeyi gaye edinir. Bu izzet, bir milletin değil, bir ümmetin haysiyetidir; bir ideolojinin değil, Allah’ın dininin vakar ve üstünlüğüdür.

İzzet, Kur’an’da doğrudan Allah’a, Resûlü’ne ve müminlere ait olarak tanımlanır:

> “İzzet Allah’ındır, Resûlü’nündür ve müminlerindir…” (Münâfikûn, 63/8)

Bu ayet, İslam’ın izzetinin pazarlık konusu edilemeyeceğini, dünya menfaatleri için feda edilemeyeceğini açıkça ortaya koyar. Ne zaman ki Müslümanlar bu izzeti unutur, zilletin bataklığına saplanırlar. Ne zaman ki bu izzeti yüceltirler, Allah onları izzetle yüceltir.

Zilletle Barış, İzzetle Savaşmak

Hazret-i Hüseyin’in Kerbelâ’da söylediği o meşhur söz, İslam izzetinin tarih boyunca nasıl bir mihenk taşı olduğunu gösterir:
“Zillet bize yaraşmaz.”
Onun gözünde hak yolda ölmek, bâtıla boyun eğmekten bin kat daha izzetlidir. Çünkü izzet, sadece yaşarken değil, ölürken de korunması gereken bir haysiyettir.

Nice kavimler, izzeti terk edip zalimlere meylettikleri için zelil oldular. Hâlbuki Allah şöyle buyurur:

> “Sakın, inkâr edenlere meyletmeyin; yoksa ateş size de dokunur.” (Hûd, 11/113)

İslam’ın izzeti, gafletle, menfaatle, korkuyla veya dünya sevgisiyle değiştirilemez. Bugün ümmetin karşılaştığı zilletin arkasında, bu izzet anlayışından uzaklaşmak yatmaktadır. Zira ümmet, Allah’ın davasını öncelediğinde izzet bulmuş, terk ettiğinde başkasının merhametine muhtaç hale gelmiştir.

İzzetin Bedeli: Sabır ve Direniş

İzzetli olmak kolay değildir. Bazen yalnız kalmayı, bazen mahrumiyeti, bazen de zulme karşı direnmeyi gerektirir. Peygamber Efendimiz (sas), Taif’te taşlandığında, Uhud’da yaralandığında, Hudeybiye’de ağır şartları kabullendiğinde dahi izzetini kaybetmedi; çünkü onun izzeti, hakka bağlılığından geliyordu.

Zira İzzetini İslam’da arayan zelil olmaz.
Gerçek hayatda İslam’ın izzetini hiçbir şahsi, makam veya zalime boyun eğmeden yaşanmış bir ömürdür.

Bugünün Müslümanına Mesaj

Günümüz Müslümanı, bazen küçük menfaatler için eğilip bükülmeyi, sessiz kalmayı, hakkı örtmeyi tercih ediyor. Bu tutum, sadece kişisel bir tercih değil; ümmetin topyekûn izzetini zedeleyen bir zaaftır.

İslam’ın izzeti, sosyal medya beğenilerine, makam beklentilerine, siyasi ittifaklara kurban edilemez. Müminin duruşu, zamanın rüzgarına değil, Allah’ın emrine göre şekillenmelidir.

Özet

“Esas olan İslam’ın izzetidir” anlayışı, müminin hayatında hem hedef hem ölçüdür. Kur’an’da izzetin Allah’a, Resûlü’ne ve müminlere ait olduğu belirtilir. Bu izzet, dünyevi çıkarlar uğruna feda edilemez. Tarih boyunca izzeti koruyanlar yücelmiş, terk edenler zelil olmuştur. İzzetli duruş, sabır, direniş ve hakka bağlılık ister. Günümüz Müslümanları için de bu anlayış, yeniden dirilişin anahtarıdır.

********

Nefsi Aşağıda, Vazifeyi Yüksekte Bilmek

“Zira nefis cümleden edna, vazife cümleden a’lâ.”
Bu kısa ama derin söz, insanın hayatındaki asıl dengeyi ve kulluk çizgisini en özlü şekilde ifade eder.

Nefis; şöhret, rahatlık, makam, çıkar ve tembellik ister. Vazife ise; mücadele, gayret, sabır, fedakârlık ve sebat ister. İkisi çoğu zaman çatışır. İşte o an, kişinin kim olduğunu belirleyen kritik bir tercihle karşılaşırız: Nefsini mi yüceltecek, vazifesini mi?

Peygamberler, evliya, âlimler ve hak dostları, nefislerini ayaklar altına alarak vazifeyi başlarının üstünde tutmuşlardır. Onlar için önemli olan, kendi istekleri değil, Allah’ın muradı idi.
İbrahim Aleyhisselâm, evladını kurban etmeye razı olurken;
Musa Aleyhisselâm, Firavun’un karşısına çıkarken;
Resûl-i Ekrem (sas), taşlanmayı, açlığı, yalnızlığı göze alırken işte hep bu hakikate tutunmuşlardı:
“Nefsim değersizdir; vazifem azizdir.”

Nefis bir dilenciye benzer. Ona kulak verilirse sürekli ister, şikayet eder, yormaktan başka işe yaramaz. Ama susturulursa, insan kemale erer. Çünkü insanın değeri, nefsini ne kadar küçülttüğü, vazifesini ne kadar yücelttiğiyle ölçülür.

Bugün ümmetin yaşadığı zilletlerin, şahsî ve toplumsal buhranların temelinde bu dengenin bozulması vardır. Nefsini merkeze alan, vazifeyi ikinci plana atan bir toplum izzetini de kaybeder. Hâlbuki Allah Teâlâ’nın bizden beklediği şey bellidir:
“Benim için yaşa, Benim için yürü, Benim için konuş.”

Eğer bir mümin, “ben ne isterim?” değil, “Rabbim benden ne ister?” sorusunu merkeze alırsa, işte o zaman gerçek bir izzete erişir. Çünkü izzet, nefse değil, vazifeye tâbi olanlaradır.

Özet

“Zira nefis cümleden edna, vazife cümleden a’lâ” sözü, nefsin arzularını değil, Allah’tan gelen vazifeyi öncelemenin önemini vurgular. Peygamberlerin ve âlimlerin hayatı bu hakikatin canlı örnekleridir. Nefsini yücelten, izzeti kaybeder; vazifeyi üstün tutan ise hakiki şerefe ulaşır. Bu denge, hem bireysel kemalin hem de ümmetin dirilişinin anahtarıdır.

 

 

Loading

No ResponsesMayıs 22nd, 2025