KİRLİ TARLADA KOKUŞMUŞ HASAT: ÜÇ ASIRLIK HESAPLAŞMA
KİRLİ TARLADA KOKUŞMUŞ HASAT: ÜÇ ASIRLIK HESAPLAŞMA
Üç yüz yıldır özellikle yüz yıldır ne kadar pislik birikmiş!
Yerinde duramıyor. Her yerden patlak veriyor.
Bu pislikler ne kadar da pislik üretmiş.
Her gün yapılan operasyonlar ve pislik yuvaları.
Bunlar havadan gelmedi.
Görünürde buranın çocukları. Ana babaları belli (mi?).
O halde nereden üredi ve türedi?
Nedir bu kokuşmuşluk ?
Bu toprakları kim ve kimler sürdü?
Tohumları kim ve kimler ekti?
Tarla ve Tohumları bizim değil mi?
Gazabı ilahi, ilahi bir azab ve cezamıdır bu?
Yoksa bunların ortaya çıkması ve çıkarılması bir rahmet midir?
Bunlar bu milleti içten içe kemiren bir ur ve bir kanser hücresiydi.
Depreşmeye ve gün yüzüne çıkmaya başladı.
Bizler belli ki bir yerde değil, çok yerde hata yapmışız!
Bozukluk bünyenin bir yerinde değil ki..
Deve misal.
Hani deveye demişler ya; boynun niye eğri?
Oda demiş; Nerem doğru ki!
Eğer biz kendi irade ve elimizle kendimizi doğrultmazsak, Allah ağır bedellerle bizi evire çevire doğrultur.
Nitekim görüyoruz da…
*******
Üç asırdır biriktirilen ne varsa, artık sığmıyor yerin altına. Bastırılan her pislik, örtülen her günah, susturulan her hakikat şimdi kusuyor kendini. Her yerden patlak veriyor; kurumdan kuruma, insandan insana, sokaktan evlere kadar irinli bir sızıntı… Zira toprak, artık taşıyamıyor üzerindeki yükü.
Gün geçmiyor ki bir operasyon yapılmasın. Bir kirli dosya açılmasın. Yeni bir çürüme daha ortaya saçılmasın. Sahi, bu pislikler nereden geldi? Bunlar gökten mi yağdı? Elbette hayır. Bunlar bu toprakların çocukları. Ana babaları belli. Okulları, çevreleri, mahalleleri bizim. Peki nasıl oldu da bu kadar çürüdüler? Hangi tohumlar ekildi ki, bu kadar kokuşmuşluk biçiliyor?
İşte asıl soru bu: Bu toprakları kimler sürdü, tohumları kimler ekti?
Yıllarca “medeniyet” diye dayatılan bir ifsad düzeni vardı. Ahlâksızlık, özgürlük; sefahat, çağdaşlık; rüşvet, başarı; yalan, zekâ sanıldı. Ezan susturuldu, iman hor görüldü, hak küçümsendi. Vicdanlar törpülendi. Aile dağıldı, eğitim bozuldu, medya zehir saçtı. Kültür, sanat, siyaset, bürokrasi derken; pislik tohumları her yere serpildi.
Ve şimdi o tohumların hasadını yapıyoruz. Kendi ellerimizle ektiğimizi biçiyoruz. Evet, pislik üredi. Çünkü ortamı hazırlandı. Ve bu üreyenler sadece kendi karanlıklarını değil, etraflarını da zehirlediler. Ur gibi büyüyüp bünyeyi sardılar. İçten içe kemirdiler; milletin ruhunu, devletin vicdanını, insanın onurunu.
Şimdi soruyoruz: Bu bir ilahi gazap mıdır? Yoksa bir rahmet midir?
Cevap şudur: Bu, aynı anda hem gazap hem rahmettir. Eğer ibret alırsak, tevbe edersek, özümüze dönersek bu bir rahmettir. Çünkü içimizdeki urun farkına vardık. Bünye artık neyle hasta olduğunu biliyor. Ama hâlâ susarsak, hâlâ sahip çıkarsak bu pisliğe; işte o zaman bu hal, ağır bir ilahi gazaba dönüşür.
Bu toprakların tarlası bizim. Bu milletin tohumu bizim. Ama biz sahip çıkmazsak, işgalciler eker. Biz sürmezsek, başkaları biçer. Her şey bizim ellerimizdeydi, ama çok yerde hata yaptık. Tarlayı sahipsiz bıraktık, tohumu ihmal ettik, hasadı unuttuk.
İşte şimdi devenin hikâyesine dönüyoruz:
“Boynun niye eğri?”
“Nerem doğru ki?”
Bu cevabı artık kendimize veriyoruz. Toplum olarak biz de dönüp aynaya bakmalıyız: Neremiz doğru kaldı ki, bu kadar eğrilik göze batmasın?
Ve unutmayalım: Eğer biz kendi irademizle doğrulmazsak, Allah bizi musibetlerle doğrultur. Çünkü O Rahman’dır ama aynı zamanda Kahhâr’dır. Merhameti kadar gazabı da gerçektir.
O hâlde ya kendi irademizle silkeleniriz…
Ya da ilahi tokatla yerle bir oluruz.
Tercih bizim elimizde. Ama zaman daralıyor.
—
ÖZET:
Bu makale, üç asırdır biriken toplumsal, ahlaki ve kurumsal çürümenin artık gizlenemez hale geldiğini işler. Ortaya saçılan pisliklerin ve operasyonların, bu topraklarda bilinçli ya da bilinçsiz ekilen bozuk tohumların bir sonucu olduğunu vurgular. Bu durumun hem bir ilahi ceza hem de arınma fırsatı olduğu belirtilir. Toplumun her alanında sorumluluk ve yüzleşme gerektiği ifade edilir. Son olarak, insanın kendi iradesiyle doğrulmazsa, Allah’ın onu musibetle doğrultacağı hatırlatılır.
Hakikatli Bir Lâtife
Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.”