DÜNYADAN TENFİR: MERHAMETLE GELEN VEDA
DÜNYADAN TENFİR: MERHAMETLE GELEN VEDA
“Sâni-i Kerîm, Fâtır-ı Rahîm, herbir tâifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibâriyle dünyadan, merhametkârâne bir tarz ile tenfîr edip usandırıyor, istirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevkengîz, ruhlarında uyandırıyor.”(17. Söz)
Buradaki dünyadan tenfir nasıl ve ne şekilde olmaktadır?
******
Hayat, bir misafirhane; dünya ise o misafirlerin geçici konaklama yeri. Her insan bu haneye girerken bir vazifeyle gelir. O vazife tamamlandığında ise Sâni-i Kerîm (Kerem sahibi Sanatkâr) ve Fâtır-ı Rahîm (Rahîm Yaratıcı), kulunu rahmetle meşgul eder; onu kendi öz yurduna döndürmek için incelikle hazırlar. İşte bu hazırlığın bir parçası da “dünyadan tenfir”dir: yani bu fanî âlemden bir nevi usandırma, uzaklaştırma ve kalıcı olmadığını idrak ettirme süreci.
Bediüzzaman Hazretleri, bu süreci çok latif bir şekilde tasvir eder: “Resm-i geçit” yani hayat sahnesinde her taifenin bir rolü, bir nöbeti vardır. Vazife bittiğinde, artık bu dünyada kalmalarının bir anlamı kalmaz. Ama ayrılış kuru bir kopuşla değil, merhametli bir terhisle olur. Nasıl ki askerlik bitince, terhis edilen kimse memleketine dönerken hem bir ferahlık, hem de tatlı bir hüzün yaşar; aynen öyle de insan, görevini tamamladıktan sonra ebedî vatanı olan âhirete özlem duyar.
Ancak bu özlemin uyanabilmesi için, dünyanın aldatıcı cilvelerinden yavaş yavaş soğuması gerekir. İşte “tenfir” burada başlar. Dünya, yaş ilerledikçe eskisi gibi tat vermez olur. Gençlik nimetleri solmaya, sıhhat zayıflamaya başlar. Etrafındaki sevdikleriniz bir bir göç eder. Mal, makam, şöhret gibi şeyler bir zamanlar cezbediciyken artık insanı meşgul etmekten başka bir anlam taşımaz hale gelir.
Bu tenfir bazen hastalıkla, bazen yalnızlıkla, bazen hayattan tat alamama şeklinde tezahür eder. Fakat dikkat edilmelidir ki, bu bir ceza değil, bir lütuf ve ikazdır. Rahîm olan Yaratıcı, kulunu dünyaya değil, ebedî saadete hazırlar. Tenfir, hakikî vuslata bir geçit olur. Çünkü dünya hayatı ne kadar tatlı görünse de, sonu hüsranla bitebilir. Ama o tatlılık perdelenip, hakikat gösterildiğinde, insan artık kalmak değil, gitmek ister. O zaman ölüm bir yok oluş değil, bir “terhis”, bir “visal” olur.
Dünyadan tenfir; ölüm korkusunu bir vuslat sevdasına dönüştüren hikmetli bir terbiyedir. Yaşlılıkla gelen halsizlik, gözden düşen dünya lezzetleri, insanların vefatı… Hepsi birer işarettir: “Vazifen bitti, artık asıl yurduna dön.”
Ve insanın ruhunda yavaş yavaş şu dua yankılanır:
“Artık gitme vaktim geldi, ne olur çağır beni ey Rabbim…”
ÖZET:
Bu makalede, Bediüzzaman’ın 17. Söz’de işaret ettiği “dünyadan tenfir” meselesi ele alınmıştır. Tenfir, insanın vazifesini tamamladıktan sonra dünyadan usandırılması ve ahirete yönlendirilmesidir. Bu süreç yaşlılık, hastalık, hayattan soğuma gibi yollarla gerçekleşir ve aslında ilahî bir rahmettir. Böylece kişi ölümden korkmaz, bilakis vuslata özlem duyar. Tenfir, fanî olandan ebedî olana yönelişin rahmetli bir vesilesidir.