DİNİ SEVDİRMEK Mİ, NEFRET ETTİRMEMEK Mİ?

DİNİ SEVDİRMEK Mİ, NEFRET ETTİRMEMEK Mİ?

“Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz; kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.” (Buharî, İlim 11; Müslim, Cihad 6)

Her mümin, inandığı hakikati paylaşma arzusunu taşır. Lakin bu paylaşımda yöntem, niyet kadar mühimdir. İnsanlara dini anlatırken asıl hedef ne olmalıdır? Onlara dini sevdirmek mi, yoksa en azından nefret ettirmemek mi? Bu soru, sadece bir usûl tercihi değil; aynı zamanda bir hikmet, merhamet ve tebliğ ahlâkı meselesidir.

Davetin İlahi Ölçüsü: Sevdirin, Nefret Ettirmeyin

Allah Resûlü (s.a.v.)’in yukarıda geçen hadisi, İslam’ın tebliğ usûlünü veciz bir şekilde özetler: “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” Bu ifade, tebliğdeki önceliği ortaya koyar. Zira dini sevdirmenin yolu açıldığında, kalpler yumuşar; nefretin önü alınmadığında ise kalpler kapanır. Demek ki en az sevdirmek kadar, hatta ondan önce, nefret ettirmemek esastır. Çünkü nefret bir duvar örer; sevgi ise o duvara bir pencere açar.

Sevdirmek Hikmettir, Nefret Ettirmemek Rahmettir

Kur’an’da Hz. Musa’ya Firavun gibi bir zâlime bile “yumuşak söz söyleyin” (Tâhâ, 20/44) emredilmiştir. Bu, ilahi hikmetin doruk noktasıdır. Birine dini sevdirmek için önce ona kendini dinletebilmen gerekir. Kaba, yargılayıcı, azarlayıcı bir üslup ise muhatabı daha konuşmanın başında kaybettirir. O hâlde hikmet, insan fıtratını göz önünde bulundurarak tebliğde rahmeti öne çıkarmaktır.

Tebliğde Efdaliyet: Gönle Giden Yol

Efdaliyet (faziletçe üstünlük) açısından bakıldığında, insanları dine ısındıracak, merak uyandıracak, içlerinde bir yakınlık oluşturacak yolların tercih edilmesi öne çıkar. Sevdiren bir dil, tatlı bir yaklaşım, merhametli bir tutum efdaldir. Ama bunlar yoksa, en azından dine karşı bir nefret, bir öfke oluşturacak davranışlardan kaçınmak da ilahi bir hassasiyetin gereğidir. Bazen insanları kazanamayız ama kaybettirmemek de büyük bir başarıdır.

Kurtarmak Değil, Batırmamak da Bir Merhamettir

Her insan tebliğe açık değildir; her gönül aynı anda hazır değildir. O hâlde bizim görevimiz bazen doğrudan kazanmak değil, kaybettirmemektir. Bazı sert yaklaşımlar, dine ilgisiz birini dine düşman yapabilir. Bu yüzden, bazen susmak da bir davettir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Medine’de yıllarca sabırla, merhametle, vakarla yaptığı gibi…

Sonuç: Tebliğde Usûl, Asıldan Ayrı Değildir

Dini anlatmak, sadece ne söylediğinle değil, nasıl söylediğinle de ilgilidir. Vahyin ruhu, hikmetin dili, rahmetin üslubu ile birleştiğinde hakikat kalplerde yer bulur. Sevdiren her söz sadaka olur; nefret ettiren her söz ise bir kalbi bizden uzaklaştırır. Çünkü din Allah’ın nazlı emanetidir; onu taşırken rikkat, nezaket ve hikmet gerekir.

Özet:
Dini insanlara sevdirmek efdal ve arzu edilen bir hedeftir; fakat bundan da önce gelen temel bir sorumluluk vardır: Dinden nefret ettirmemek. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “müjdeleyin, nefret ettirmeyin” emri, tebliğdeki ilahi ölçüyü gösterir. Hikmetli, yumuşak ve merhametli bir dil, dini sevdirmeye vesile olurken; sert, yargılayıcı ve dışlayıcı bir üslup, insanları dinden soğutabilir. Bu yüzden sevdirmek esas olsa da, önce zarar vermemek, nefret ettirmemek gerekir. Çünkü bazen kurtaramasak bile batırmamak da bir tebliğ başarısıdır.

 

Loading

No ResponsesMayıs 17th, 2025