Nankörlük: Unutulmuş Bir Günahın Sessiz Çığlığı
Nankörlük: Unutulmuş Bir Günahın Sessiz Çığlığı
İnsanoğlu, kendisine verilen nimetlerin sarhoşluğunda çoğu zaman kaynağı unutur. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerîm, tekrar tekrar nankörlüğü (küfrân-ı nimet) büyük bir ahlâkî bozukluk olarak tanımlar ve bu davranışın dünyevî ve uhrevî sonuçlarına dikkat çeker. Nankörlük, sadece bir kalp hastalığı değil, aynı zamanda bir varoluş sapmasıdır.
Kur’ân’da Nankörlük ve Muradifleri
Kur’an’da nankörlük, doğrudan “küfr” (örtmek, inkâr etmek) kelimesiyle ifade edilir. Çünkü kişi, nimetin üzerini örter; onu veren Zât’ı inkâr edercesine unutur. Bazı ayetlerde “küfrân”, “cehûd”, “kezzeb”, “nasiye (unutma)” gibi kelimeler bu mânayı tamamlar.
Öne çıkan ayetlerden bazıları:
İbrahim Suresi, 7:
“Eğer şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım; ama nankörlük ederseniz, şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”
Nahl Suresi, 112:
“Allah bir şehri misal verdi: Güvenli ve huzur dolu idi. Her yerden bolca rızık gelirdi. Ama onlar Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah da açlık ve korku elbisesini onlara giydirdi.”
İnsân Suresi, 3:
“Gerçekten biz ona yolu gösterdik; ister şükreder ister nankörlük eder.”
Adiyat Suresi, 6:
“İnsan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.”
Bu ayetlerde görüldüğü gibi nankörlük, sadece dil ile yapılan bir hata değil; bir yaşam biçimi, bir tercihtir.
Nankörlüğün Tezahürleri ve Hikmetleri
Nankör insan, kendini merkeze koyar. Sahip olduğu her şeyi kendi çabasıyla kazandığını sanır. Oysa her nimet, bir emanettir; her başarı, bir imtihandır.
Kur’an’da Karun’un kıssası bu gerçeği çarpıcı biçimde anlatır. Karun, “Bu servet bana, bendeki bilgi sayesinde verildi” demişti (Kasas 28/78). Yani nimeti sahiplenmiş, onu veren Rabbi inkâr etmişti. Neticede yeri yarıldı ve Karun hazineleriyle birlikte yerin dibine geçti. İşte nankörlüğün sonu budur: Kendisini yutan bir çöküş.
Nankörlük sadece Allah’a karşı değil, insana karşı da olabilir. Ebeveyne, eşe, topluma karşı vefasızlık; yapılan iyiliği görmezden gelme; nimeti hak edilmiş gibi görme… Bunlar da Kur’an’ın kınadığı nankörlük çeşitlerindendir.
Nankörlükten Şükre Yolculuk
Kur’an’da nankörlüğün zıddı olarak şükür kavramı öne çıkar. Şükür, sadece “teşekkür” değil; nimeti veren Zât’ı tanımak, nimeti yerli yerince kullanmak, onu başkalarıyla paylaşmaktır. Şükür, insanı yüceltir; nankörlük ise alçaltır.
Lokman Suresi, 12:
“Biz Lokman’a hikmet verdik: ‘Allah’a şükret!’ Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.”
Bu ayet, şükrün bir yük değil, insanın kendine yaptığı bir iyilik olduğunu gösterir. Şükürle insan, hem Rabbinin rızasını kazanır hem de nimetleri kalıcı hâle getirir.
İbretli Bir Hikaye: Unutan Adam
Bir adam yıllarca dua etmiş, sonunda bir evlat sahibi olmuştu. Çocuğu büyüyünce onu putperest yapmamak için dua eden adam, zamanla çocuğuna duyduğu aşırı sevgiden dolayı ibadetlerini terk etmeye başladı. Gün geldi, “Allah bana bu çocuğu verdi ama ben kazandım” demeye başladı. Sonunda çocuk onu terk etti; adam evlatsız ve yalnız kaldı.
Bu adamın hikayesi, modern çağın bir özeti gibidir. Ev, araba, kariyer, çocuk… Hepsi nimet. Ama bunlar kalbi Allah’tan uzaklaştırıyorsa, o nimetler aslında imtihan kılığında belalardır.
Makale Özeti:
Kur’an-ı Kerîm, nankörlüğü hem bireysel hem toplumsal bir bozulma olarak tanımlar. Nankörlük, nimeti veren Zât’ı unutmak, onu inkâr etmek ve nimeti amaç hâline getirmektir. Bu tavır insanı azaba götürürken; onun zıddı olan şükür, nimetleri çoğaltır, insanı yüceltir. Karun gibi nankörlerin kıssasıyla bu hakikat gösterilmiş; Lokman gibi şükredenlerle de hikmetin yolu öğretilmiştir. Netice olarak Kur’an, nimetin değil, nimeti verenin peşinden gitmemizi ister.