KAYBETMEDEN ANLAYAMADIĞIMIZ NİMETLER: YA OLMASAYDI?
KAYBETMEDEN ANLAYAMADIĞIMIZ NİMETLER: YA OLMASAYDI?
Sahip olduğumuz değerlerin kıymetini kaybettigimizde veya kaybedenleri gördüğümüzde anlıyoruz.
Birde pek bir ücret ödemeyip kolay gibi sahip olduğumuzdan pek kıymetlerini anlıyamamaktayız.
Peki ya bunlar olmasaydı?
Mesela,
Gözlerimizin olmadığı bir dünya,
Kulaklarımızın olmadığı bir alem,
Konuşma ve tat alma duygusunun olmadığı bir insan ve insanlık nasıl olurdu?
Böyle bir dünya ve alem tasavvur edilebilir mi?
Düşünülmesi bile ürpertiyor, değil mi?
*******
“Ve sizi işitme, görme ve kalpler ile donattı. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”
(Secde, 9)
İnsan, çoğu zaman sahip olduğu nimetlerin farkına varmaz. Ta ki ya onları kaybeder, ya da onları hiç tadamayanlarla karşılaşır. İşte o zaman başlar iç hesaplaşma… “Ne büyük bir nimetin içindeymişim de farkında değilmişim!” cümlesi, en çok geç kalan fark edişlerin feryadıdır.
Bugün, her sabah gözünü açabilen, kuşların sesini duyabilen, sevdikleriyle konuşup gülebilen bir insan, aslında sayısız nimetin içindedir. Fakat bunların çoğu ona karşılıksız, çabasız, bedelsiz verilmiştir. Ne görme duygusu için sınavdan geçmiştir, ne konuşma kabiliyeti için bedel ödemiştir. Bu sebeple, sahip olduklarının kıymetini çoğu zaman idrak edemez.
Ya Gözlerimiz Olmasaydı?
Düşünün… Gözleriniz yok. Sabah olduğunda güneşi göremiyorsunuz. Sevdiklerinizin yüzü, çiçeklerin renkleri, bir kitabın harfleri sizin için yok. Karanlık bir dünyadasınız. Hayat, yalnızca seslerden ve dokunuşlardan ibaret.
Görmek, hayatı okumaktır. Renklerin diliyle konuşan bir âlemdir dünya. Ve bu dili çözebilenlere, Rabbini gösteren bir delildir her şey. Gözlerimiz, Allah’ın “Basîr” isminin tecellisidir. Gözsüz bir dünya, hayretin, güzelliğin ve hikmetin üstünü örten bir karanlık olurdu.
Ya Kulaklarımız Olmasaydı?
Ya hiç duymamış olsaydık? Bir annenin ninnisi, Kur’ân’ın sedası, yağmurun sesi, ezan, kuş cıvıltısı… Hepsi bir hiç. İnsan, bir çığlık atsa bile kendi sesini bile duyamayacak.
Kulak, kelimelerin kalbe ulaştığı kapıdır. Müzik, konuşma, bilgi ve dostluk hep buradan geçer. Ve duymayan bir kalp, dış dünyayla arasına görünmeyen bir duvar örer. İşte bu yüzden, işitme duyusu sadece fiziksel değil, manevî bir bağın da aracısıdır.
Ya Konuşamasaydık?
Düşünceleriniz var ama anlatamıyorsunuz. Sevdiklerinizle dertleşemiyor, duygularınızı ifade edemiyor, bir derdinizi söyleyemiyorsunuz. İçinize akıtılmış bir hapislik…
Konuşmak, sadece kelimeleri dizmek değil; iletişim, teselli, nasihat ve muhabbet demektir. “Dil bir nimettir” derken sadece iletişimi değil, gönülleri birbirine bağlayan köprüyü kastediyoruz. Konuşmamak, yalnızlığın içinde sesini kaybetmektir.
Ya Tat Alma Duyumuz Olmasaydı?
Sadece açlığı bastırmak için yemek yediğinizi düşünün. Tat, lezzet, aroma, hepsi yok. Bal ile sirkenin farkı kalmamış. Bayram şekeriyle ilaç eşit hale gelmiş. Hayatın renklerinden biri daha silinmiş…
Tat almak, sadece damakta değil; şükürde, neşede ve sofrada gizlidir. Lezzet, sadece mideyi değil, kalbi de besler. Tat alma nimeti olmadan dünya daha “boş”, daha “yavan” olurdu.
Neden Fark Edemiyoruz?
Çünkü kolayca sahip olduk.
Çünkü elimizden alınmadı.
Çünkü alıştık.
Ama alışmak, unutmak olmamalı.
İşte bu yüzden Kur’ân tekrar tekrar “Az da olsa şükredin” der. Çünkü insan, şükretmedikçe kaybetmeye başlar. Gafletin karanlığı, nimetleri gözden siler. Oysa bir an olsun gözlerimiz görmese, kulaklarımız duymasa, dilimiz konuşmasa… işte o zaman ne büyük hazineleri yitirdiğimizi anlayacağız. Ama o zaman, belki de geç olacak.
Sonuç: Her Gün Bir Teşekkür Borcu
Sahip olduğumuz her nimet, bize verilmiş bir emanet. Göz, kulak, dil ve tat duyusu… Hepsi bize verilmiş ama bizden bir şükür, bir farkındalık ve bir tevazu bekliyor. Her sabah gözümüzü açtığımızda, bir çocuğun sesiyle tebessüm ettiğimizde, sevdiklerimize “seni seviyorum” diyebildiğimizde içimizden “Elhamdülillah” diyelim.
Çünkü bu nimetler olmasaydı, sadece hayat değil; biz de eksik kalırdık.
Özet:
İnsan, sahip olduğu göz, kulak, konuşma ve tat alma gibi nimetlerin kıymetini çoğu zaman onları kaybedince anlar. Çünkü bu nimetler kolay ve bedelsiz verilmiştir. Gözsüz bir dünya karanlık, kulaksız bir âlem sessizlik, dilsiz bir insan içe hapsolmuşluk, tatsız bir hayat renksizliktir. Bu nimetlerin yokluğu, varlıklarının ne kadar büyük olduğunu gösterir. Bu yüzden her gün, bize verilen bu değerli hediyeler için şükretmek gerekir.