A’lâ-yı İlliyyîn’den Esfel-i Sâfilîn’e: İnsanın Tercihleriyle Yazdığı Kader
A’lâ-yı İlliyyîn’den Esfel-i Sâfilîn’e: İnsanın Tercihleriyle Yazdığı Kader
İnsan, yaratılışı itibariyle yeryüzünün halifesi, kâinatın özeti, esmâ-i ilâhiyenin bir aynasıdır. Kur’ân’ın ifadesiyle “Ahsen-i takvîm” üzere yaratılmıştır. Bu ise en güzel kıvam, en yüksek donanım, en mükemmel yapı demektir. Ne var ki, bu yücelik mutlak ve garanti değildir. Çünkü insan, irade sahibi bir varlıktır. Onun yükselmesi de, alçalması da kendi elindedir.
A’lâ-yı İlliyyîn; meleklerin bile erişemediği bir mânevî yüceliktir. Bu makam, insanın kullukta, ahlakta, ihlâsta zirveye çıkmasıyla elde edilir. Hazret-i Ebu Bekir’in sadakati, Hazret-i Ömer’in adaleti, Hazret-i Osman’ın hayâsı, Hazret-i Ali’nin ilmi bu yüceliğin nümuneleridir. Aynı zamanda peygamberlerin ve salihlerin izini sürenlerin menzili, bu makama doğru bir yürüyüştür.
Ancak Esfel-i Sâfilîn, bu yüksek yaratılışa rağmen insanın kendi kendini değersizleştirdiği, fıtratını inkâr ettiği, heva ve hevesin peşinden sürüklendiği uçurumdur. Bu hâl, sadece günahlarla değil; zulümle, kibirle, gafletle, nankörlükle derinleşir. İnsan, Rabbine sırt çevirip nefsinin kölesi olduğunda, en aşağıların da aşağısına düşer. Firavun’un azgınlığı, Nemrud’un ilahlık iddiası, Karun’un şımarıklığı bu çöküşün tarihteki örnekleridir.
İnsan, meleklerin secde ettiği bir varlık iken, şeytanın yolundan giderek hayvanlardan da aşağı bir duruma düşebilir. Zira hayvan, fıtraten acizdir; kötülüğü bilmez, irade ile seçmez. Ama insan bilir, tanır ve yine de inkâr ederse işte o zaman sorumluluğun yükü altında ezilir.
Bu makamlardan birine yükselmek ya da düşmek, insanın her gün yaptığı tercihlerle şekillenir. Her sabah, kalbin bir yönü seçer: ya Rabbine yaklaşan bir yolculuk başlar ya da nefsin peşinde bir savruluş. İman, ibadet, tevazu, merhamet, sabır, tefekkür insanı yükseltirken; küfür, gaflet, zulüm, isyan ve benlik insanı aşağıya çeker.
İnsan, adeta bir merdivenin başında durur. Her düşünce, bir adım yukarı ya da aşağı götürür. Her davranış, ya A’lâ-yı İlliyyîn’e bir yaklaşma ya da Esfel-i Sâfilîn’e bir düşüştür. Bu sebeple insan, daima kendi iç âlemini gözetmeli, kalbini kontrol etmeli ve nefsini sorgulamalıdır.
Sonuç olarak, yücelik de alçalış da insanın içindedir. Allah insanı, bir cevher gibi yaratmıştır. Bu cevheri işleyip mücevhere dönüştürmek ya da onu çamura gömmek yine insanın tercihidir. Bu dünyada kim olduğunu değil, kim olmak istediğini seçen insan; ahirette de kendi yazdığı kaderin meyvesini yiyecektir.
Özet:
İnsan, yaratılış itibariyle en yüksek makama layık bir varlıktır (A’lâ-yı İlliyyîn); ancak iradesiyle bu yüceliği kaybedip en aşağı derekeye (Esfel-i Sâfilîn) düşebilir. Bu iniş ya da çıkış, günlük tercihlerle şekillenir. Allah’ın verdiği cevheri, iman ve güzel ahlâk ile işleyen insan yücelirken; nefsine uyan, gaflete dalan insan düşer. Yücelik de çöküş de insanın içindedir ve bu, onun imtihanının tam merkezindedir.