NİMET VE NAMUS: İMTİHANIN İKİ EŞİĞİ
NİMET VE NAMUS: İMTİHANIN İKİ EŞİĞİ
Tarihin başından bugüne kadar insanlığın elinden düşmeyen iki ağır imtihan vardır: Nimet ve Namus.
Bu iki emanet, hem cennetten çıkışın sebebi, hem de dünyanın ateşini tutuşturan fitnelerin merkezindedir. Ne yazık ki bugün, en değersiz gibi tüketilen şeyler, aslında en pahalı ve paha biçilemez hakikatlerdir.
Adem ve Havva’nın cennette karşılaştığı ilk imtihan, Allah’ın nimetleri içinden birini sınır olarak koymasıydı. O sınırı aşmaları, cennetten çıkışa vesile oldu. O yasak meyve, aslında nimete haddi aşma sınavıydı.
“Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbinin emrine karşı geldi ve yolunu şaşırdı.” (Taha.121.)
*****
Bazı rivayetlerde Hazret-i Âdem ve Havva’nın cennette yaklaşmamaları emredilen “yasak meyve”nin buğday olduğu belirtilir. Kur’ân-ı Kerîm bu meyvenin türünü açıkça belirtmez, sadece ‘ Yasak Ağaç ‘ olarak ifade eder:
> “Şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz.” (Bakara 2:35)
Ancak tefsir kaynaklarında, özellikle İbn Abbas’tan nakledilen bazı rivayetlerde bu ağacın buğday ağacı, incir, üzüm, hatta hurma olduğu da zikredilmiştir. En yaygın rivayetlerden biri ise bu ağacın buğday olduğu yönündedir.
Buğdayın sembolik anlamı da dikkat çekicidir:
Toprağa ve dünyaya bağlılığın simgesi,
Kendi eliyle üretip elde etme ihtiyacının başlangıcı,
Cennetteki hazır nimet yerine, dünyadaki çileli emeğin sembolü.
Bu açıdan bakıldığında, buğday sadece bir yiyecek değil, imtihanın sembolü hâline gelmiştir. Hazır nimet yerine, terle kazanılacak bir rızık. Cennette hazır iken, dünyada sabırla beklenen.
Sonuç olarak:
Kur’an doğrudan türünü zikretmese de, buğday rivayetlerde öne çıkan bir yorumdur. Fakat bu noktada önemli olan meyvenin ne olduğu değil, emre itaatin önemi ve nefsin sınıra karşı duramamasıyla başlayan insanlık serüvenidir.
*******
Sonrasında ise insanlık, dünya sahnesinde bu imtihanla tekrar karşılaştı. Bu kez iki kardeşin arasında bir tartışma vardı: Kabil ve Habil. İmtihan konusu: Namus ve takva.
Kabil, nefsine yenildi; Habil’i öldürdü. O günden beri insanlık, nimeti paylaşamıyor; namusu koruyamıyor.
Evet, bu olay klasik İslami kaynaklarda ve tefsirlerde yer alan rivayetlerden biridir. Kabil ile Habil arasındaki çekişmenin yalnızca kurban takdimi meselesi değil, aynı zamanda evlilik meselesiyle de bağlantılı olduğuna dair bilgiler bazı tarihî ve tefsirî metinlerde geçer.
Rivayete göre:
Havva anamız hep ikiz doğum yapıyordu. Bunlardan birisi erkek, diğeri de kızdı. Hz. Âdem, aynı anda doğan ikizleri, bir önce veya bir sonra doğan ikizlerle evlendiriyordu. Habil’le beraber doğan kız çirkin, Kabil’le birlikte doğan kız ise güzeldi. Bu durumda Hz. Âdem, Habil’in, Kabil’le beraber doğan kızla, Kabil’in de Habil’le beraber doğan kızla evlenmesini istedi. Fakat Kabil buna razı olmadı, kendisiyle doğan güzel kızı Habil’e vermek istemeyerek kendisi almak istedi. (bk. Taberi, İbn Kesir, Razî, Maide, 5/27. ayetin tefsiri)
Hazret-i Âdem ise buna razı olmadı ve Allah’a kurban takdim etmelerini, kimin kurbanı kabul edilirse onun haklı olacağını söyledi. Habil’in kurbanı kabul edildi, Kabil’inki ise reddedildi. Bunun üzerine kıskançlık ve nefsaniyetle Kabil, kardeşi Habil’i öldürdü.
Bu kıssa, sadece iki kardeşin değil, aynı zamanda insanlık tarihinin ilk kıskançlık, hırs, adaletsizlik ve cinayet olayını temsil eder. Olayda bir güzellik tutkusu, bir nefsin azgınlığı, bir de imtihanı kaybetmenin getirdiği kibir vardır.
Bu kıssadan çıkan büyük ders şudur:
Nefsin terbiye edilmediği, hırsın aklı bastırdığı, kıskançlığın vicdanı öldürdüğü yerde; kardeşlik bozulur, kan dökülür, insanlık kaybeder.
*******
Bugün de asrımız, nimet israfı ve namus yozlaşmasıyla yüzleşiyor. Sofralar dolup taşarken, gözler doymuyor. Helal haram farkı kalkıyor, sınırlar siliniyor. Diğer yandan namus; sadece iffetin değil, aynı zamanda haysiyetin, mahremiyetin ve insanın özüyle ilişkili değerlerin bütünüdür. Ne yazık ki medya, moda ve teknolojik teşhircilik; bu mukaddes emaneti her gün biraz daha ayaklar altına alıyor.
Nimet, şükürle korunmalı; namus, iffet ve haya ile muhafaza edilmelidir. Bunlar sadece kişisel değerler değil, aynı zamanda toplumun da bekasını sağlayan ilâhî kollardır. Bu iki değerin kaybı, insanı önce kalben çıplaklaştırır, sonra ahlaken çökertir. Ve sonunda, insanlık da o büyük kapanışa, yani kıyametin fitiline yaklaşır.
Zira Kur’ân, kavimlerin helâk sebeplerini anlatırken; bazen nimet israfını (Sebe kavmi), bazen de namus fıtratını bozan sapmaları (Lût kavmi) örnek verir. Demek ki her asrın bir kırılma noktası vardır. Ve bizim asrımızın kırılma noktası da bu iki imtihandır: Nimetin şükrü, namusun hıfzı…
Korkarım ki nasıl ki geliş sebebimiz bu iki emanetteki imtihandı; insanlığın gidişi de yine bu iki eşiğin ayaklar altına alınmasıyla olacaktır.
MAKALE ÖZETİ:
Nimet ve namus, insanlık tarihinin en büyük iki imtihanı ve emaneti olarak Adem’den bu yana süregelen kritik değerlerdir. Cennetten çıkışın da, ilk cinayetin de merkezinde bu hakikatler vardır. Asrımızda ise nimet israfı ve namus yozlaşması, insanlığı kıyametin eşiğine sürükleyen en büyük tehlikeler hâline gelmiştir. Bu iki değer korunmazsa, hem birey hem toplum için büyük bir çöküş kaçınılmaz olur.