İran: Tarih Boyunca Bir Truva Atı mı?

İran: Tarih Boyunca Bir Truva Atı mı?

Hindistan ve İran resmen stratejik ortaklık kurduklarını duyuruyor.
Çünkü Hindistan Pakistan’a düşman.
Ermenistanla ortaklık kuruyor.
Çünkü Türkiye’yle bir asırdır savaşta.
Pkk ile iş birliği yapıyor.
Çünkü Pkk 50 yıldır Türkiye’de terör estiriyor.
İsrail ve ABD ile perde altında pazarlık sürdürürken, bir yandan da birbirlerini besliyorlar, göstermelik düşmanlık senaryolarıyla.
Çünkü 1960 yılından beri Abd ve İsrail Türkiye’de her 10 yılda bir darbe yapıyor.
Türkiye’nin veya islama ve İslam devletlerine düşman olan kim varsa İran onun yanında.
İran İslam ülkelerinin Truva atıdır.
1501 yılından Şah İSMAİL Yani Safevilerden beri Şia yayılmacılığı politikasını sürdürüyor.
Hz. Ömerin süper devlet Sasani imparatorluğunu yıktığından beri siyasi İslam adı altında İstikametli İslam olan ehli sünnete düşmanlığını sürdürüyor.
Camilerinde Hulefa-i Raşidinin üçüne, hilafette Hz. Aliye haksızlık yapıp gasbettikleri bahanesiyle ve Hz. Aişe gibi sahabelere lanet ediyor.
Fransadan 1979 yılında özel uçakla irana getirilip darbe yaptırılan Humeyniyi kim besledi ve besliyor?
Türkiye’yi kontrol etsin diye mi?
İran kime hizmet ediyor?

*******

İslam dünyası, yüzyıllardır birliğini arıyor. Fakat bu birlik, ne zaman filizlenmeye kalksa, ya içerden bir fitneyle ya da dış müdahalelerle baltalanıyor. Bu sürecin en dikkat çeken aktörlerinden biri ise şüphesiz İran’dır. Tarih boyunca İslam ümmeti içinde bir “mukaddes ayrılıkçı” gibi hareket eden İran, bugün de siyaset sahnesinde benzer bir rolü üstlenmiş görünmektedir.

Tarihi Derinlik: Safevîlerden Günümüze

1501 yılında Şah İsmail’in Safevîler’i kurarak Şiiliği devlet mezhebi ilan etmesi, yalnızca bir din tercihi değil, aynı zamanda bir politik duruştu. Osmanlı hilafetine rakip olmak için kurulan bu yapı, Anadolu’da kanlı mezhep savaşlarının fitilini ateşledi. Ehli Sünnet’e karşı sistemli bir düşmanlık başlatıldı. Bu tutum, İran’ın bugünkü dış politikasının da temel kodlarını oluşturdu.

Safevîler’den beri İran, kendisini İslam ümmetinden çok, kendi mezhebi ekseninde tanımladı. Bu tutum, ümmet birliğini parçalayarak İslam coğrafyasının adeta kanayan yarası oldu. O dönemin Şii uleması, camilerde Hulefâ-i Râşidîn’in üçüne ve Hz. Aişe’ye lanet okumayı bir ibadet gibi gördü. Bu dil, günümüzde hâlâ bazı çevrelerde devam ettirilmektedir.

Modern Dönem: Humeyni’nin Uçağı Nereden Kalktı?

1979 devrimiyle birlikte İran, bir kez daha ümmet coğrafyasına “öncü İslam devleti” gibi sunuldu. Ancak ne gariptir ki bu devrim, Paris’ten özel uçakla taşınan bir liderle başladı. Humeyni’yi Fransa’dan Tahran’a taşıyan o uçağın arkasındaki gölge, bugün hâlâ net biçimde sorgulanmamıştır. Humeyni’nin gelişiyle İran, sadece bir rejim değil, bir ideolojik ihracat politikası da başlattı.

İslam dünyasına “devrim ihraç etme” söylemi, aslında bir Şii yayılmacılığı projesiydi. Lübnan’da Hizbullah’ı, Yemen’de Husîleri, Irak’ta Haşdi Şabi’yi, Suriye’de Esed’i destekleyerek bu politikanın sahada karşılığını oluşturdu. Ne acıdır ki bu yapıların çoğu, ümmetin can düşmanı İsrail’e karşı değil, Sünnî Müslümanlara karşı silah kullandı.

Gizli ve Açık İttifaklar: Sözde Düşmanlık, Gerçekte Menfaat Ortaklığı

İran bugün, bir yandan ABD ve İsrail karşıtı nutuklar atarken, perde arkasında bu devletlerle çıkar temelli ilişkilerini sürdürüyor. Irak’ta, Afganistan’da, hatta Suriye’de ABD ile örtülü operasyonlarda birlikte hareket ettikleri artık sır değil. İran’ın Hindistan, Ermenistan ve PKK gibi Türkiye düşmanı unsurlarla kurduğu yakın ilişkiler ise bu tabloyu daha da netleştiriyor.

Hindistan, Pakistan’a düşmandır. İran, Pakistan’ın karşısında Hindistan’la iş birliğine gider. Ermenistan, Türkiye ile tarihi ve kültürel çatışma içindedir. İran, Ermenistan’a destek verir. PKK, Türkiye’de 50 yıldır terör estirir. İran, zaman zaman bu yapıyla örtülü ilişkiler geliştirir. Bu tercihler bir tesadüf mü? Yoksa bilinçli bir “Türkiye’yi dengeleme” siyaseti mi?

İran Ne Zaman Ümmetin Yanında Oldu?

Mısır’daki darbe karşısında sessizdi. Suriye’de yüz binlerce Sünnî Müslüman katledilirken, Esed’i destekledi. Irak’ta işgalin ardından oluşan Şii eksenli yönetimlere sahip çıktı. Yemen’de ise Sünnî halkın üzerine roket yağdıran grupları finanse etti. Tüm bu adımlar, İran’ın “İslam birliği” değil, “mezhep birliği” peşinde olduğunu gösteriyor.

Sonuç: Fitneye Karşı Basiret Vakti

İran, ümmetin ortak düşmanlarına karşı bir “direniş ekseni” kurduğunu iddia etse de pratikte izlediği yol, ümmeti parçalama eksenine dönüşmüştür. Bugün İslam dünyasının en büyük ihtiyacı, mezhepler üstü bir vahdet anlayışıdır. Fakat İran bu anlayışa değil, tarihi kinlerine ve stratejik menfaatlerine göre pozisyon almaktadır.

Bu açıdan İran, tıpkı antik Truva atı gibi, dışardan İslam’a benzeyen ama içerden onu parçalamayı hedefleyen bir yapı olarak görülmelidir. Fitneyi teşhis etmeden birlik olmaz. Mezhebi fanatizme karşı ilmi, basireti ve tarihi feraseti kuşanmak her Müslümanın sorumluluğudur.

Özet:

İran, Safevîler döneminden bu yana Şii mezhebi üzerinden bir yayılmacı siyaset yürütmektedir. 1979 devrimiyle başlayan süreçte, Şiilik bir mezhep olmaktan çıkarılıp bir dış politika aracı haline getirilmiştir. ABD ve İsrail’e sözde düşmanlık, ama perde arkasında menfaat ilişkileriyle şekillenen bu politika, ümmet birliğini tehdit etmektedir. Hindistan, Ermenistan ve PKK ile kurulan stratejik ilişkiler, Türkiye’ye karşı dolaylı bir duruş sergilemektedir. İran, ümmet için birleştirici değil, ayrıştırıcı bir aktör haline gelmiştir. Bu sebeple, ümmetin basiretli olması ve hak ile bâtılı ayıracak feraseti kuşanması gerekmektedir.

 

 

Loading

No ResponsesMayıs 11th, 2025