HAYATIN TEZGAHI: KESAFETTEN LETAFETE, TOPRAKTAN NURA

HAYATIN TEZGAHI: KESAFETTEN LETAFETE, TOPRAKTAN NURA

“Hem hayat, bu kâinatın tezgâh-ı âzamında öyle bir istihale makinesidir ki, mütemadiyen, her tarafta tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandırıyor.”
“şu kesafetli ve ruha münasebeti az olan topraktan ve şu küdûretli ve nur-u hayata münasebeti pek cüz’î olan sudan, mütemadiyen hummalı bir faaliyetle, letafetli hayatı ve nuraniyetli zevi’l-idraki halk eden Fâtır-ı Hakîm, elbette ruha çok lâyık ve hayata çok münasip, şu nur denizinden ve hattâ şu zulmet bahrinden, şu havadan, şu elektrik gibi sair madde-i latîfeden bir kısım zîşuur mahlukları vardır. Hem pek çok kesretli olarak vardır.” 29.söz.

Zahirin Külünde Saklı Latif Hakikatler

Hayat, Allah’ın en büyük sanatıdır. Hem yaratılışın hikmetli maksadı, hem de varlık âleminin en latif meyvesidir. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “kâinatın tezgâh-ı âzamı” olan bu muazzam varlıklar sahnesinde, hayat öyle bir istihale (dönüşüm) makinesidir ki, her şeyi işler, arıtır, nurlandırır. Bu dönüşüm sadece maddî değil, mânevîdir de.

Düşünelim: En kaba, en koyu, en cansız unsurlar olan toprak ve su… Bu ikisi zahirde kesif, donuk, şuursuz görünür. Fakat İlâhî Kudret’in bir cilvesi olarak, bu maddelerden hayat fışkırır. Hem de ne hayat! Güzellik taşıyan, şuur barındıran, hareket eden, hisseden ve hatta düşünen bir varlık doğar topraktan. Bir çekirdeğin içinden çiçekler çıkar, bir damla sudan bir kuş yaratılır, bir embriyodan insan meydana gelir. Bu, hem akla hem kalbe susturucu bir delildir.

Hayat sadece vücutlara girmekle kalmaz, onları tasfiye eder, yükseltir, nurlandırır. Cansız bir et parçası hayatla latîfleşir, canlı bir göz olur. Topraktan çıkan bitki, güneşe döner; karanlıktan gelen hayat, ışığa akar. Bu, hayatın terakki verici mahiyetinin bir ispatıdır. Her şey, onun eliyle mânâ kazanır. Cansız taşlar bile hayatla anlamlı bir binaya dönüşür.

Ancak bu iş burada bitmez. Üstad der ki: “Elbette ruha çok lâyık ve hayata çok münasip” olan başka maddelerden de, başka mahlûklar yaratılır. Çünkü Allah, sadece toprak ve sudan değil, nur gibi latif ve gözle görülmeyen maddelerden de varlıklar yaratandır. Hava, elektrik, nur, hatta bizim zulmet zannettiğimiz karanlık bile, bir mebde olabilir. Ve oralardan yaratılan şuurlu varlıklar –melekler, cinler, ruhanîler gibi– vardır ve çoktur.

İşte burada insan aklına bir kapı daha açılır: Varlık, yalnızca gözle görülen değildir. Madde, sadece elle tutulan değildir. Hayat, sadece bizim gibi yaşamak değildir. Allah, “Her şeyin Hâlıkı” olduğu gibi, her çeşit hayatın da sahibi ve sanatkârıdır. Hava gibi latif maddelerden melekler yaratmak, nurdan ruhanîler halk etmek, onun kudretine ağır gelmez. Hem bizim görmememiz, onların yok olduğunu göstermez. Nasıl ki mikroplar gözle görünmezken, varlıkları inkar edilemezse, aynı şekilde meleklerin, ruhanîlerin ve nurani varlıkların da varlığı, aklen ve hikmeten gereklidir.

Demek ki bu kâinat sadece zahirî, kaba bir yığın değildir. Her tarafında latîf varlıklar, ince işçilikler, nuranî feyizler dolaşır. İnsan, bu muazzam tezgâhı sadece toprak ve taş sanmamalıdır. Hayatın elinde nura, şuura, hakikate dönüşen her varlık, İlâhî Kudret’in bir mucizesidir. Ve bu mucizeler, gözle değil kalple görülür. Kalp gözü açık olan, toprağın içindeki çiçeği de, nurun içindeki meleği de fark eder.

Makale Özeti:

Bu makalede, Bediüzzaman’ın 29. Söz’de ifade ettiği gibi hayatın bir istihale (dönüşüm) makinesi olarak kesif unsurları latif varlıklara dönüştürmesi ele alınmıştır. Toprak ve sudan şuur sahibi canlılar yaratıldığı gibi, nur ve hava gibi latif maddelerden de melekler ve ruhanî varlıklar yaratılmaktadır. Hayatın terakki verici, nurlandırıcı ve tasfiye edici yönü vurgulanarak, kâinattaki zahiri kesafetin arkasında derin bir latiflik ve ilahî hikmet bulunduğu ortaya konmuştur.

Loading

No ResponsesMayıs 11th, 2025