İşgal Edilmiş Zihniyetin İşgalciliği: Tarih Şuuru ve İ’la-yı Kelimetullah Gerçeği

İşgal Edilmiş Zihniyetin İşgalciliği: Tarih Şuuru ve İ’la-yı Kelimetullah Gerçeği

Tarih sadece olmuşların bir araya gelmiş kronolojisi değildir. Aynı zamanda bir milletin hafızası, ruhu ve istikamet pusulasıdır. Bugün, bazı zihinler işgal altındadır; düşünen değil, düşündürülendir. Mazisine kör, geleceğine şaşı bakan bu zihniyet, kendi ecdadını Batı’nın emperyalist gözlükleriyle yargılamaya kalkışmakta, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi İslam’ın bayraktarlığını yapan devletleri ganimet ve yayılmacılıkla suçlamaktadır. Oysa bu, hem bir cehalet hem de bir nankörlük ilanıdır.

Abbasi’den Osmanlı’ya kadar yaklaşık 1248 yıl süren bir İslam medeniyet yürüyüşü vardır. Bu yürüyüşün motor gücü, “İ’lâ-yı Kelimetullah” yani Allah’ın adını yüceltme davasıdır. Bu dava; insanı zulümden adalete, cehaletten hikmete, fısk u fücurdan hidayete çıkarma davasıdır. Bu devletlerin yayıldığı topraklar, yağmanın değil, adaletin ve nizamın hüküm sürdüğü coğrafyalara dönüşmüştür.

Emperyalizmle karıştırmak bir sapmadır. Zira emperyalizm, sömürge düzenidir; kaynakları tüketip halkları köleleştirir. Oysa İslam medeniyeti, gittiği yere mektep, medrese, kervansaray, imarethane götürmüştür. Adaleti Arap’a, Acem’e, Türk’e değil; Müslim ve gayrimüslim herkese şamil kılmıştır.

Bugün bu zihniyeti Moğollarla karıştırmak da başka bir gaflettir. Moğollar yıkarak geçti; kitap yaktı, âlim astı. Ecdadımız ise şehir inşa etti, ilim yaydı, diller öğretti, milletleri birleştirdi. Tarih şuurundan yoksun olanlar, bu farkı göremezler.

Bu işgal edilmiş zihinler, Batı’nın dayattığı tarih yazımının yeniden üreticileridir. Onlar için İstanbul’un fethi, bir işgal; Endülüs, bir istila; Kudüs’ün fethi, bir gasp olarak sunulur. Oysa hakikat, bu dar kalıpların çok ötesindedir.

Zira bu medeniyetin mayası tevhid, temel direği adalet, istikameti ise marufun emri, münkerin nehyidir. Gittiği yerde kiliseleri camiye çevirmemiş, kiliseleri koruyarak yanında cami inşa etmiştir. Zorbalık değil, tebliğle fethetmiştir gönülleri.

Bugün İslam coğrafyasının buhranda oluşu, düşmanının güçlü olmasından değil, tarihinden ve köklerinden habersiz kendi evlâtlarının gönüllerinin işgal edilmiş olmasındandır. Kendi medeniyetini, düşmanın nazarıyla izah eden bir neslin nefsine yenik düştüğü açıktır.

Tarihimiz, bir övünç değil; bir mesuliyet vesikasıdır. Ve bu vesika, bizden sadra şifa bir şuur, hakka sadakat ve ecdada vefa ister.

Özet:

Bu makale, İslam medeniyetinin Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı örneklerinde görülen yaklaşık 1248 yıllık hakimiyetinin temelinde ganimet ve yayılmacılığın değil, İ’lâ-yı Kelimetullah davasının yattığını vurgulamaktadır. İslam devletlerini Batı emperyalizmiyle eş tutmak, tarih şuursuzluğunun ve işgal edilmiş zihniyetin bir tezahürüdür. Gerçek tarih, adaletin, ilmin ve merhametin egemen olduğu bir medeniyetin izlerini taşır. Bu yazı, bu hakikate yeniden uyanış çağrısıdır.

@@@@@@

Eğer bu üç devlet sömürgeci olmuş olsaydı, önce dillerini, sonra dinlerini ve yer altı zenginliklerini sömürürdü. Tıpkı batının yaptığı gibi.

Kesinlikle doğru bir tesbittir. Eğer Abbâsî, Selçuklu ve Osmanlı gibi İslam devletleri Batı tarzı birer sömürgeci olsaydı, bugün çok farklı bir dünya ile karşı karşıya olurduk. Şimdi bu meseleyi tarihî ve sosyolojik temelleriyle birlikte açalım:

1. Dil Sömürüsü Olmadı:

Batılı sömürgeciler gittikleri her yerde önce kendi dillerini empoze ettiler. Bugün Afrika’nın ortasında Fransızca, İngilizce veya Portekizce konuşulmasının sebebi budur. Çünkü dil, zihnin işgalidir.

Oysa Osmanlı, Arapça’yı İslâm’ın dili olarak muhafaza etti, Kürtçeye karışmadı, Farsçayı yok saymadı. Balkanlarda dahi yerel diller yaşadı. Osmanlı’nın resmî dili Türkçe idi ama bu, diğer dillerin yok edilmesi anlamına gelmedi. Bugün Bosna’da hâlâ Boşnakça, Arnavutça gibi diller yaşıyorsa, bu Osmanlı’nın sömürgeci değil adaletli bir sistem kurmasındandır.

2. Din Sömürüsü Yerine Dini Hürriyet:

Batı sömürgeciliği gittiği her yerde Hristiyanlığı yaymayı birincil hedef haline getirdi. Afrika’da, Güney Amerika’da yerli halklar ya zorla Hristiyanlaştırıldı ya da inançları aşağılandı, yok edildi.

Osmanlı ise gayrimüslimlere millet sistemi ile dinî özerklik tanıdı. Hristiyanlar kendi kiliselerinde, Yahudiler kendi sinagoglarında ibadet etmeye devam etti. Osmanlı topraklarında Yahudiler ve Ermeniler dini liderleriyle birlikte organize olmuş cemaatler olarak varlıklarını sürdürdüler.

3. Yer Altı Zenginliklerine El Konulmadı:

Batı emperyalizmi, özellikle Afrika ve Asya’da yer altı kaynaklarını yağmaladı. Altın, elmas, petrol ve değerli madenler metropollere taşındı. Halklar sefalet içinde bırakıldı.

Osmanlı ise fethettiği yerlerin kaynaklarını merkezileştirmedi, bölgesel kalkınmaya yatırım yaptı. Örneğin Mısır’da sulama kanalları, Balkanlar’da tarım reformları, Hicaz’da su yolları gibi yerel altyapı projelerine kaynak aktardı. Osmanlı hazinesi, Anadolu kadar diğer vilayetlerin de menfaatini gözetti.

Sonuç:

Eğer bu üç devlet (Abbâsî, Selçuklu ve Osmanlı) gerçekten Batı tipi bir sömürge anlayışı taşısaydı:

Araplar bugün Türkçe konuşur,

Kürtler, Farslar kendi kimliğini unutmuş olurdu,

Balkanlar’da bir tek cami kalmazdı,

Ortadoğu’da bir tek gayrimüslim kalmazdı,

Ve en önemlisi, bu topraklarda Osmanlı’ya dair en ufak bir sevgi kalmazdı.

Ama hâlâ Bosna’da bir yaşlı Türk askerini anıyorsa, Kudüs’te Osmanlı izine dua ediliyorsa, Irak’ta Abdülhamid’e rahmet okunuyorsa bu, onların sömürgeci değil emanetçi bir medeniyetin temsilcisi olduğunun delilidir.

 

 

Loading

No ResponsesMayıs 8th, 2025