Rabbimizi Elçilerine Sorduğumuzda Aldığımız Cevaplar
Rabbimizi Elçilerine Sorduğumuzda Aldığımız Cevaplar
İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren bir arayış içindedir. En derin, en yakıcı ve en asli sorusu şudur: “Ben kimim, beni kim yarattı?” Bu soru, sadece bir felsefi arayış değil, aynı zamanda bir kulluk başlangıcıdır. Ve insan bu soruyu sorduğunda, Cenab-ı Hak onu cevapsız bırakmamış; elçileriyle, peygamberleriyle bu soruya bizzat kendisi cevap vermiştir.
I. İlk Elçiden Son Peygambere Aynı Hakikat
Hazret-i Âdem’den (a.s.) Hazret-i Muhammed’e (s.a.v.) kadar gelen bütün peygamberler aynı cevabı getirmiştir:
> “Rabbimiz, gökleri ve yeri yaratan, her şeyi ilmiyle kuşatan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyi var eden ve yöneten, tek ve ortaksız Allah’tır.”
Hz. Nuh (a.s.) tufanla muhatap olmuş ama gemisinin dümenini Allah’a bırakmıştır.
Hz. İbrahim (a.s.) putlar arasında büyümüş ama kalbinin sesiyle “Ben batanları sevmem” diyerek Rabbini aramış ve bulmuştur.
Hz. Musa (a.s.), Tur’da “Benim Rabbim her şeye varlığını lâyıkıyla veren ve yolunu gösterendir” diye cevap vermiştir.
Hz. İsa (a.s.), “Ben Allah’ın kuluyum” diyerek tevhidin en sade ifadesini beşikte vermiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) ise bütün bu cevapları kemale erdirmiş, “De ki: O Allah birdir. Allah Samed’dir (hiçbir şeye muhtaç değildir, herkes O’na muhtaçtır)” diyerek insanlığın Rabbine giden en kısa ve en selametli yolu göstermiştir.
II. Rabbimizi Elçilerine Sormak: Zihinle Başlayan Kalple Bitirilen Bir Yolculuk
Peygamberler, sadece bilgi veren öğretmenler değil; aynı zamanda tefekkür yolunu gösteren kılavuzlardır. Onlara sorulan “Rabbimiz kimdir?” sorusunun cevabı kitap sayfalarında değil, kâinatta, vicdanda, hikmette, ve ahlakta aranmalıdır. Çünkü onların cevabı teorik değil, yaşanmış, hissedilmiş, temsil edilmiş bir cevaptır.
Onlar, Allah’a teslim olmanın huzurunu yaşayarak gösterdiler.
Onlar, ahlakın kaynağının Allah olduğunu yaşayarak öğrettiler.
Onlar, kâinattaki düzenin sahibini gözümüzle değil kalbimizle görmemizi sağladılar.
III. Bugün Rabbimizi Onlara Sorsak Ne Derlerdi?
Eğer bugün onların kapısını çalsaydık, muhtemelen şöyle derlerdi:
> “Rabbinizi bulmak istiyorsanız, kâinata bakın ama sadece maddeyle değil, mânâ ile. Nefsinizi dinleyin ama sadece hevesle değil, vicdanla. Kalbinizi çevirin ama sadece kendinize değil, semaya. Ve en önemlisi, Kur’ân’a sarılın; çünkü artık söz ondadır.”
Rabbimiz, sadece göklerin Rabbi değil; aynı zamanda içimizdeki boşluğun, arayışın ve huzursuzluğun da sahibidir. Ve o boşluk, ancak onu tanımakla dolar.
IV. Cevapların Birleştirdiği Ortak Hakikat: Tevhid
Elçilerin her biri, ayrı zamanlarda, ayrı kavimlerde, ayrı dillerle konuşmuştur. Ama hepsi tevhidde birleşmiştir. Çünkü bu, bir inanç değil; varlığın hakikatidir. Her şeyin bir sahibi, her oluşun bir fail’i, her düzenin bir düzenleyicisi vardır.
Ve her peygamber, bu hakikati şu şekilde özetlemiştir:
> “Ben size, yalnızca Allah’a kulluk etmenizi emrediyorum. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur.”
V. Biz Bu Cevaplarla Ne Yapıyoruz?
Asıl soru budur. Rabbimizi elçilerinden öğreniyoruz ama acaba bu bilgiyi ne kadar hazmediyoruz? Sadece duymak mı, yoksa yaşamak mı? Cevabı öğrenmek başka, o cevaba göre yaşamak başkadır.
Eğer kalbimizde hâlâ huzursuzluk, aklımızda hâlâ şaşkınlık varsa, demek ki cevabı duyduk ama hâlâ tatmadık.
Özet:
Bu makalede, “Rabbimiz kimdir?” sorusuna peygamberlerin verdiği cevaplar ele alınmıştır. Bütün elçilerin getirdiği ortak mesajın tevhid olduğu, bu cevabın hem akla hem kalbe hitap ettiği vurgulanmıştır. Rabbini tanımak isteyenin, sadece söze değil; yaşantıya, Kur’an’a ve peygamberlerin örnekliğine yönelmesi gerektiği ifade edilmiştir.