Adaletin Kılıcı: Osmanlı’da En Ağır Suçlar ve Cezalar
Adaletin Kılıcı: Osmanlı’da En Ağır Suçlar ve Cezalar”
GİRİŞ
Osmanlı adaleti, kılı kırk yaran bir hassasiyetle hem kul hakkını hem toplum düzenini korumayı gaye edinmişti. Cezalar, sadece caydırıcılık değil, ibret ve ıslah maksadıyla uygulanırdı. En ağır cezalar, toplum vicdanını yaralayan ve sosyal düzeni tehdit eden suçlara verilirdi. Bu cezaların her biri, arkasında hikmet barındıran ibretli hadiselerle doludur.
1. EN AĞIR SUÇLAR VE CÜRETLERİ
A. Devlete İsyan (Bağîlik ve Hıyanet):
Tanımı: Devlet otoritesine başkaldırmak, halkı isyana teşvik etmek, padişaha isyan.
Cezası: İdam, mal müsaderesi, aile sürgünü.
Örnek: Celali isyanlarında elebaşılık edenlerin tamamı idamla cezalandırılmış, malları kamuya devredilmiştir.
Kadı Defteri (Amasya, 1604):
“Ali bin Hasan, halkı vergi vermemeye teşvik ve sipahilere silahla karşı gelmek suçundan padişah fermanı ile idam olunmuştur.”
B. Zina ve Tecavüz (Evli için Recm, bekâr için sopa):
Şahitler veya açık ikrar aranırdı.
Evli bir kişinin zina yaptığı sabit olursa şer’i olarak recm (taşlayarak idam), bekâr için 100 sopa.
Kadı Defteri (Bursa, 1582):
“Evli Hatice Hatun ve Mehmet, dört şahitle sabit zinadan dolayı tazir edilip hapsedilmiştir. Halk huzurunda ‘bu hâl zinanın zilletidir’ denilerek ibret olunmuştur.”
C. Cinayet (Kasten Adam Öldürme):
Cezası: Kısas (maktulün ailesi affetmezse birebir ceza).
Alternatif: Diyet (kan bedeli), bazen ömür boyu sürgün.
Kadı Defteri (Edirne, 1667):
“Hasan Ağa, komşusu İsmail’i kasten öldürmüş, İsmail’in ailesi affı reddetmiş, şer’i hükümle boynu vurulmuştur.”
D. İrtikap ve Rüşvet (Kamu Görevlisinin Suistimali):
Cezası: Görevden azil, sürgün, malların müsaderesi.
İbretli Hüküm (İstanbul, 1723):
“Bir gümrük memuru, tüccardan altın alırken yakalanmış; kadı, ‘Rüşvet alan haramla beslenir, devlet haramla yıkılır’ diyerek sürgünle cezalandırmıştır.”
E. Hırsızlık (Özellikle Silahlı veya Cami, Mezarlık gibi Mukaddes Yerlerden):
Cezası: İlk suçta el kesme uygulanmazdı, genelde tazir cezaları (hapis, sopa, sürgün).
Mukaddes alanlarda veya tekrar eden hırsızlıkta el kesme kararı uygulanabilirdi.
Kadı Defteri (Konya, 1691):
“Bir mezarlıktan kuran levhası çalan şahsa cemaatin şikâyetiyle sopa cezası verilmiş, şer’i hatırlatmayla camiye hizmetle yükümlendirilmiştir.”
2. UYGULAMA TARZI: CEZA DEĞİL, TERBİYE
Osmanlı’da ceza verirken temel prensip adalet ve ıslah idi. Amaç, suçluyu ibret verici şekilde cezalandırırken aynı zamanda toplumun huzurunu korumaktı.
Kadı, sadece şer’i değil örfî hukukla da hüküm verir, her kararda ‘toplum faydası’ gözetilirdi.
Padişah fermanlarıyla verilen idamlar dahi kadı kararı olmadan uygulanmazdı.
Suçun arkasındaki sebep incelenir, açlık, mecburiyet gibi hâllerde merhametli hükümler tercih edilirdi.
3. HİKMETLİ VE İBRETLİ VAKALAR
Bir Yargının Hikmeti (Fatih Sultan Mehmet Zamanı):
Fatih, haksız yere Rum mimarın kolunu kestiren mimarı kadıya gönderir. Kadı, Fatih’i mahkemeye çağırır. Padişah gider ve özür diler. Kadı, “Sultanın da elini kesmek gerekirdi; lakin mağdur affetti” diyerek cezayı düşürür.
> Bu örnek, adaletin sultan tanımadığını ve cezanın sadece cezalandırmak değil, adaletin izzetini korumak olduğunu gösterir.
Yeniçeri Ahlâkı:
Bir yeniçeri, cuma vakti sarhoş yakalanır. Kadı, “Kılıç, zikirle değil şarapla konuşursa, o kılıç ümmete felakettir.” diyerek sopa ve görevden uzaklaştırma cezası verir.
4. ZAMANA YENİK DÜŞEN ADALET
17. yüzyıl sonrasında bazı ceza uygulamaları sulandırılmış, rüşvet, akrabalık, siyasal etkiler devreye girmiştir. Kadıların bazıları baskı altında kalmış, adaletin terazisi eğrilmiştir. Bu da devletin içten içe çözülmesini hızlandıran sebeplerden biri olmuştur.
SONUÇ: KORKUTMA DEĞİL, KORUMA ADALETİ
Osmanlı’da ağır cezalar birer ibret vesikasıydı. Amaç sadece cezalandırmak değil, toplumun ruhunu muhafaza etmekti. Bu cezaların arkasında yatan ahlâkî duruş, günümüz adalet anlayışına da örnek olacak niteliktedir.
> “Zulümle abat olanın sonu berbattır. Adaletle yıkılan devlet görülmemiştir.”