BİLGİNİN MERTEBELERİ: MALUMATTAN ŞUURA GİDEN YOL
BİLGİNİN MERTEBELERİ: MALUMATTAN ŞUURA GİDEN YOL
“Her bilen âlim değildir, her anlayan idrak etmiş sayılmaz, her idrak eden de şuurla hareket etmez.”
Zamanımızda bilgiye erişim kolaylaştı. Fakat insanın bilgiyle kemâle ermesi, hâl ve davranışlarına yön vermesi ise zorlaştı. Çünkü bilgiyle hikmet, ezberle idrak, düşünmekle muhakeme aynı şey değildir. Bu makalede, zihin dünyamızın mertebelerini anlamaya çalışacağız: Malumat, makulat, muhakemat… Ve onlara eşlik eden akıl, idrak ve şuur…
1. Malumat: Bilgi Yığını
Malumat; ezberlenen, öğrenilen, dışarıdan alınan bilgilerdir. Kütüphaneler malumatla doludur. Google bir malumat okyanusudur. Ancak insan, malumatla hakikate ulaşamaz. Çünkü malumat, ham bilgi demektir. İşlenmemiş, hazmedilmemiş, hikmetle buluşmamış bilgilerdir.
Malumatı çok olan aldanabilir. Zira şeytan da malumat sahibiydi. Meleklerin yaratılışını, gökleri, arşı biliyordu. Lakin bildiklerini doğru okuyamadı. Adem’e secdeyle sınandığında, kibri bilgisine perde oldu. Demek ki malumat tek başına kurtuluş sebebi değil.
2. Makulat: Anlamlandırılan Bilgi
Malumatın bir adım ötesi makulattır. Yani aklın süzgecinden geçmiş, anlamlandırılmış bilgidir. İnsan, aklı sayesinde malumatı analiz eder, ilişkilendirir, sebep-sonuç kurar. Burada “akletme” devreye girer.
Kur’an sıkça “akletmez misiniz?” der. Çünkü sadece bilgi değil, o bilginin ne işe yaradığı, neye hizmet ettiği, hangi hakikate yol açtığı önemlidir. Makulat, malumatın kalp ve akılla buluştuğu noktadır.
Ancak akıl sınırlıdır. Görmediğini inkâr etmeye meyyaldir. Nitekim akıl, idrake kapı aralar ama kendisi yetmez.
3. Muhakemat: Hikmetle Ölçmek
Muhakemat; bilgiyi, akılla değil, hakikat terazisiyle tartmaktır.
Yani; “muhakeme-i akliye” değil, “muhakeme-i hakikiye” yani hakikat muhakemesi esastır. Burada devreye hikmet girer.
Muhakemat, sadece doğru-yanlış ayırımı değil, yerinde ve zamanında olanı seçmektir. Bilginin faydalısı mı zararlısı mı, ebedî mi fânî mi olduğuna bakar. İnsan, muhakeme ile tercih eder; ebedî olanı fânîye üstün kılar.
Nitekim Hz. Âdem, malumatı bildi, makulatla cenneti tanıdı ama muhakemesiyle tövbe etti. Şeytan ise bildi ama muhakeme edemedi, azaba mahkûm oldu.
Akıl – İdrak – Şuur Ayrımı
Akıl, düşünme aletidir. Fakat her düşünen doğru düşünmez. Aklın ışığı, kalbin rehberliğiyle birleşirse yol aydınlanır.
İdrak, akılla alınan bilginin hazmedilmesidir. İnsan idrak edince, bilgi onun için anlamlı hâle gelir.
Şuur ise farkındalıktır. Kişinin hem kendi varlığının hem de Rabb’inin farkında olmasıdır. Şuur, insanı kul yapar.
Akıl bir araç, idrak bir seviye, şuur ise bir bilinç hâlidir. Şuurlu insan, malumatı bilgiye, bilgiyi hikmete, hikmeti ise hâle dönüştürür.
Sonuç: Şuur Sahibi Olmak
Bugün malumat çok; makulat az, muhakemat ise neredeyse kaybolmuş hâlde. Şuur ise yerini gaflete bırakmış. Bunun sonucu, çok bilen ama az düşünen, çok konuşan ama az anlayan, çok ezberleyen ama az yaşayan bir topluma dönüştük.
Bu yüzden ilim talebesi sadece okuyarak değil; düşünerek, karşılaştırarak, tefekkür ederek ve en önemlisi nefsini sorgulayarak olmalı. Malumatın değil, şuurun adamı olmak gerekir.
“İlim, amel etmeyen için bir delildir.”
“Akıl, başa bela bulmak için değil, beladan kurtulmak içindir.”
“Şuur ise, hakikati yalnız bilmek değil; onu yaşamaktır.”