Ruhların Tanışıklığı ve İlahi Çekim: Gönüllerin Meçhul Dili
Ruhların Tanışıklığı ve İlahi Çekim: Gönüllerin Meçhul Dili
“Ruhlar toplanmış cemaatler (gibidir). Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar.” [Buhârî, Enbiya 2; Müslim, Birr 159, (2638); Ebû Dâvud, Edeb 19, (4834).]
İnsan bazen biriyle ilk defa karşılaşır fakat onu yıllardır tanıyormuş gibi hisseder. Yüzünde bir aşinalık, sesinde bir tanıdıklık, kalbinde ise tarif edilemeyen bir sıcaklık vardır. Ya da tam tersi, biriyle aynı ortamda bulunur ama içi daralır, kalbi huzursuz olur, kelimeler yerini bulmaz. Oysa bu kişiyle ne bir husumeti, ne de geçmişi vardır. Bu iki hâl arasında görünmeyen, fakat derin bir hakikat gizlidir: Ruhların tanışıklığı veya yabancılığı.
Hz. Peygamber’in bu hadisi, bize ruhların da bir dili, bir hafızası, bir irtibat noktası olduğunu haber verir. Ruhlar, cismanî hayat başlamadan önce bir araya gelmiş, belki de yaratılış öncesi bir sahnede birbirlerini tanımışlardır. Bu tanışıklık, dünya hayatında bedenlerle karşılaştıklarında tekrar canlanır. Tıpkı eski dostların yıllar sonra birbirine sarılması gibi…
Ruhların Buluşma Noktası: Elest Bezmi mi?
Kur’an’da geçen “Elestü bi-Rabbikum” hitabını hatırlayalım:
> “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”
(A’râf, 7/172)
Bu ilahi hitapla bütün ruhlar, yaratılış öncesinde Rabbine “evet” demişti. İşte ruhların birbirini tanıması da bu ilahi sahneden kalan izlerle mümkün olabilir. Belki de bazı ruhlar, bu bezmde birbirlerine daha yakın durdu; bazılarıysa uzak ve ilgisiz kaldı. Dünya hayatındaki sıcaklıklar, dostluklar ya da uzaklaşmaların temeli orada atılmış olabilir.
Tasavvufî Yorum: Ruhların Akrabalığı
İbnü’l-Arabî’ye göre, hakiki yakınlık kalplerin değil, ruhların benzerliğinde saklıdır. Ruh, Hakk’a yönelmişse, onun benzeri olan diğer ruhlarla uyum içindedir. Dünya meşgalesi, araya giren nefsanî perdeler bu uyumu zayıflatabilir, ama büsbütün silemez. Çünkü ruhlar, nuranî varlıklardır; nur da nuru çeker.
Mevlânâ, bu hakikati şöyle dile getirir:
> “Ten kafesi bir kalıptır, gönül ise o kalıbın sırrı. Gönüller buluşunca ne diller gerek, ne sözler…”
İbretli Bir Hakikat: Her Kalp Dost Değildir
Bu hadis aynı zamanda bizlere dikkatli olmayı, her yüze gülmemeyi, her kalbe emanet vermemeyi de öğretir. Bazı ruhlar vardır ki, size yabancıdır. Sizin yöneldiğiniz yere bakmazlar; sizin hissettiğinizi anlamazlar. Onlarla aynı dili konuşmak, aynı sofrada oturmak bile sizi yorar. Çünkü ruhlar birbirini tanımamıştır. Zorlama muhabbetlerin, içi boş dostlukların temelinde bu ruhî uyumsuzluk yatar.
Dolayısıyla bir kimseye hemen ısınıyorsanız, bu manevi bir yakınlığın emaresi olabilir. Ama bir başkasına karşı nedensiz bir mesafe hissediyorsanız, belki de bu ruhların geçmişinde gizli bir ayrılığın yansımasıdır.
İlahi Bir Çekim Yasası
Bu hadis, aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik bir gerçekliğe de ışık tutar: İnsan, kendi gibi olanı çeker. Sadık, sadıkla; halis, halisle; fasık, fasıkla beraber olur. Hayat bunu defalarca ispatlar. Bu yüzden Rabbimiz şöyle der:
> “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 9/119)
Ruhun yönü nereye dönükse, arkadaşları da orada belirir.
Sonuç: Kalbin Uyumu, Ruhun Hafızasındadır
Her karşılaşma, zahirde bir tesadüf gibi görünse de, belki de ruhların çok önceden başlayan yolculuğunun bir durağıdır. Bazı kalpler birbirine çekilir, bazılarıysa birbirini iter. Bu ne kibirdir ne de önyargı; bazen sadece bir manevi hakikatin tezahürüdür.
O hâlde dua edelim:
> “Ya Rabbi! Ruhumu, ruhuna yakın olanlarla karşılaştır. Kalbimi, Senin sevdiğin kullarının kalbiyle uyumlu kıl. Gönlümü, tanışan ruhlarla birleştir; yabancı kalplere mahkûm etme…”
@@@@@@#