HAMDIM – PİŞTİM – YANDIM
HAMDIM – PİŞTİM – YANDIM
“Hamdım – Piştim – Yandım” ifadesi, Mevlânâ Celaleddin Rûmî’ye atfedilen, insanın mânevî tekâmül yolculuğunu veciz biçimde özetleyen derin bir söz. Bu ifade hem maddî hem de manevî gelişim açısından ele alınması gereken hikmetli ve düşündürücüdür:
HAMDIM – PİŞTİM – YANDIM: İnsan Olmanın Derin Yolculuğu
İnsan, yaratılışı gereği hem topraktan hem ruhtan yoğrulmuş bir varlıktır. Onun yolculuğu sadece doğumla başlayıp ölümle biten bir süreç değildir. Asıl serüven, ruhunun hamlığından pişkinliğe ve oradan da ilahi aşkla yanmaya uzanan manevi olgunluk çizgisidir. Mevlânâ’nın veciz ifadesiyle bu yolculuk üç kelimeyle özetlenir: Hamdım, piştim, yandım.
1. HAMDIM: Nefsânîlikten İdrake Doğru
İnsan, varlık sahnesine ilk adım attığında, henüz bilmez, tanımaz, idrak etmez. Bu dönem, nefsin galip, ruhun mahpus olduğu bir hamlık evresidir.
Maddeye meyil vardır, ruh uykudadır.
Hedefler dışsaldır: Mal, mevki, şöhret…
Kalp, henüz hakikate dair açılmamıştır.
İmtihanlar anlaşılmaz, olaylar tesadüf zannedilir.
Bu hamlık, insanın cehaletidir. Ama aynı zamanda potansiyelin habercisidir. Çünkü her hamlık, içinde bir olgunlaşma istidadını taşır. Topraktaki tohumu düşünelim: Henüz ağaç değildir, ama ağaç olmaya istidatlıdır.
2. PİŞTİM: İmtihanla, Tefekkürle ve Terbiye ile
İnsan, zamanla hayata, acıya, ayrılığa, sevgiye ve ölüme temas ettikçe “neden” soruları sormaya başlar. Bu sorgulama, pişmenin kıvılcımıdır.
Kalp uyanmaya başlar, nefis terbiye edilmeye çalışılır.
İlahi kitaplarla, hakikat tefekkürleriyle tanışılır.
İmtihanlar, artık bir hikmet penceresi hâline gelir.
Dua, sabır, tevekkül gibi kavramlar derinleşir.
Bu dönem, ilmin, marifetin ve irfanın başladığı evredir. Artık insan yalnızca yaşamakla değil, yaşadığını anlamlandırmakla meşguldür. Tıpkı ham meyvenin ateşte pişmesi gibi; acılar, kayıplar, sevinçler ve sorgulamalar insanı terbiye eder.
3. YANDIM: Aşkın, Teslimiyetin ve Fâni Olmanın Zirvesi
Bu son evre, Allah’a aşkla bağlanmak, kullukta fâni olmak, nefsin hiçliğini kabul ederek ruhun hakikate pervane olmasıdır. “Yandım” demek; artık benlikten çıkmak, “ben” değil, “Sen” demektir.
Kulluğun lezzeti yaşanır; zahmet rahmete dönüşür.
İlahi aşk, kalbi sarar. Mevlânâ’nın ifadesiyle: “Ateş değil, aşk yakar!”
Dünya bir perde, ahiret bir hedef olur.
Her şeyde Allah’ın tecellîsi görülür; hikmet gözü açılır.
Bu hâl, en yüksek manevi kemâldir. Sadece bilgiyle değil, hâl ile, tecrübe ile kazanılır.
SONUÇ: HERKES BU YOLDA AMA HERKES AYNI YERDE DEĞİL
Hamdım, piştim, yandım… Bu, sadece sûfîlerin değil, aslında her insanın kaderî yolculuğudur. Fakat bu yolculukta herkes bir yerde takılabilir:
Kimi hamlıkta ömür tüketir, dünyayı ahirete tercih eder.
Kimi pişmeye başlar, ama ateşe sabredemez, kaçıp geri döner.
Kimi ise yanmaya razı olur, kendi benliğini feda eder ve Allah’a vuslat eder.
Bize Ne Düşer?
Hamlığımızı inkâr etmeden pişmeye razı olmak…
Acının, imtihanın ve yalnızlığın aslında terbiye olduğunu bilmek…
Ve en nihayetinde, Rabbimize aşk ile teslim olup “Ben yandım, Sen varsın!” diyebilmektir.
Çünkü pişmeden yanılmaz, yanmadan hakikate varılmaz.