Kefenin Sessiz Çığlığı

Kefenin Sessiz Çığlığı: Bir Satıcının Ağzından Hayatın Muhasebesi

Günün yorgunluğu çökmüş omuzlarıma, zihnimde yankılanan bir soruyla bir kefen satıcısının dükkanının önünde duraksadım. Modern dünyanın telaşına inat, zamana meydan okuyan bu sessiz mekan, içimde garip bir merak uyandırmıştı. “Ürünlerin orjinali mi, iyi mi?” diye sordum, belki de hayatın en nihai gerçeğiyle yüzleşmeye hazırlanırken duyduğumuz o insani endişeyi dile getirerek.
Satıcının cevabı, dükkanın loş atmosferi gibi derin ve düşündürücüydü: “Şimdiye kadar kim aldıysa, hiç geri getirmedi…”
Bu basit cümle, aslında hayatın kendisi hakkında derin bir hikmet barındırıyordu. Kefen, hepimizin er ya da geç giyeceği, bu dünyadaki son elbise. Onun “orijinalliği” ve “iyiliği” üzerine yapılan bu soru, aslında kendi hayatlarımızın ne kadar “orijinal” ve “iyi” yaşandığına dair bir aynaydı.
Satıcının cevabı, ölümün kaçınılmazlığını ve sonrasının geri dönüşümsüzlüğünü vurucu bir şekilde ifade ediyordu. Bu dünyadan ayrılan hiç kimse, giydiği kefeni geri getirip “bu olmadı”, “bir beden büyüğü var mıydı” deme şansına sahip değildi. Bu, hayatımızın her anının ne kadar değerli ve telafisi olmayan biricik bir fırsat olduğunu hatırlatıyordu.
Bu kısa diyalog, zihnimi bir muhasebeye sürükledi. Acaba bizler, bu dünyada geçirdiğimiz zamanı ne kadar “iyi” kullanıyoruz? Gerçekten “orijinal” bir hayat mı yaşıyoruz, yoksa başkalarının beklentileri, toplumsal dayatmalar ve geçici heveslerin gölgesinde mi savruluyoruz?
Kefenin “geri getirilmemesi”, aslında amellerimizin de geri döndürülemez olduğunu fısıldıyor. Pişmanlıklar, söylenmemiş sözler, yarım kalmış hayaller ve ihmal edilmiş sevdiklerimiz… Hepsi, bu dünyada bıraktığımız ve bir daha telafi etme şansımızın olmadığı izler.
Bu ibretlik sözler, bizleri tüketim çılgınlığının, bitmek bilmeyen hırsların ve anlamsız koşturmacaların ötesine bakmaya davet ediyor. Gerçek “iyilik”, sahip olduklarımızla değil, yaptıklarımızla, bıraktığımız güzel izlerle ölçülmüyor mu? “Orijinallik” ise, kendi değerlerimize sahip çıkarak, iç sesimizi dinleyerek ve başkalarının kopyası olmaktan kaçınarak mümkün değil mi?
Kefen satıcısının o sade ama derinlikli cevabı, hayatın en büyük gerçeği olan ölümün, aslında yaşamın anlamını ve değerini anlamamız için bir fırsat olduğunu gösteriyor. Ölümün soğuk nefesi ensemizdeyken, hangi malın, hangi makamın, hangi dünyevi hırsın bir anlamı kalır ki? Geriye sadece, iyi yaşanmış, sevgi dolu ve anlamlı bir hayatın huzuru kalır.
Öyleyse, kefen satıcısının dükkanının önünden ayrılırken içimde oluşan bu düşüncelerle, kendi hayatımızın “orijinalliğini” ve “iyiliğini” sorgulamalıyız. Bu dünyadan “geri getiremeyeceğimiz” tek şeyin sadece kefen olmadığını, aynı zamanda boşa harcadığımız zamanı, söylemediğimiz güzel sözleri ve yaşayamadığımız gerçek sevgiyi de unutmamalıyız. Belki de hayatın en büyük hikmeti, kefenin sessiz çığlığında gizlidir: Yaşa, sev, öğren ve bu dünyadan anlamlı bir iz bırakarak ayrıl… Çünkü geri dönüş yok.

Loading

No ResponsesNisan 2nd, 2025