HER NEFİS YAPTIKLARINA KARŞI REHİNEDİR

HER NEFİS YAPTIKLARINA KARŞI REHİNEDİR

Müddessir suresi:

“﴾38﴿ Her nefis, yaptıklarına karşılık tutulan bir rehindir;
﴾39﴿ Ancak hakkın ve erdemin tarafında olanlar başka:
﴾40-41﴿ Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar?
﴾42﴿ “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”
﴾43﴿ Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik;
﴾44﴿ Yoksulu doyurmuyorduk;
﴾45﴿ (Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk,
﴾46﴿ Ceza gününü de asılsız sayıyorduk,
﴾47﴿ Sonunda bize ölüm geldi çattı.”
﴾48﴿ Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.”

Yakıcı Ateşin Mahkumları: Pişmanlık ve Kaçınılmaz Son

Cennet bahçelerinde huzur içinde olanlar, aşağıda yükselen iniltileri işitiyordu. Alevlerin dans ettiği o korkunç vadide, çırpınan ruhlar vardı. Azapla yüzleşen günahkârlar, çaresizlik içinde birbirlerine bakıyordu. Geçmişin hayaletleri zihinlerinde yankılanıyordu. Cennet ehli, onlara seslendi:

“Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”

Yanıtlar titrek, pişmanlık doluydu:

“Biz namaz kılanlardan değildik;”

İçlerinden biri, geçmişi hatırladı. Sabahın ilk ışıklarıyla yükselen ezanı duyduğu, ancak uykunun tatlı rehavetine kapıldığı anları düşündü. Dünya meşgaleleri içinde namazı erteledi, zamanla tamamen terk etti. Oysa şimdi, her vakit için binlerce defa secde etmeye razıydı… Ama artık çok geçti.

“Yoksulu doyurmuyorduk;”

Bir diğeri, aç bir çocuğun gözlerine baktığı ama sırtını döndüğü anları hatırladı. Servet içinde yüzmesine rağmen, yoksulun elini boş çeviren elleri, şimdi boşlukta kavruluyordu. Oysa bir lokma ekmek, bir yudum su, belki de onun kurtuluşu olabilirdi. Ama o, kendinden başkasını düşünmemişti.

“(Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk;”

Bir başkası, arkadaş meclislerinde boş sözlere dalarken duyduğu vicdan sesini bastırmaya çalıştığını anımsadı. Hakikati bilen ama umursamayan, eğlence ve günahın cazibesine kapılan biri olmuştu. Oysa şimdi, yanlış dostların ve yanlış seçimlerin bedelini ödemek zorundaydı.

“Ceza gününü de asılsız sayıyorduk;”

Bir başkası, dünya hayatının sonsuz olduğunu zannettiği zamanları düşündü. Ahiret uyarıları ona masal gibi gelmiş, alay konusu olmuştu. Şimdi ise önünde inkâr edemeyeceği bir gerçek vardı: Azap, tüm sıcaklığıyla onu kuşatmıştı.

“Sonunda bize ölüm geldi çattı.”

Ölüm, bir gölge gibi sinsice yaklaşmış, aniden yakalarına yapışmıştı. Hiç beklemedikleri bir anda, hiç ummadıkları bir şekilde… Şimdi, geriye dönüş yoktu. Ne pişmanlık fayda ederdi ne de kaçış mümkün olurdu.

Şefaat Kapıları Kapanınca…

Zalimler, günahkârlar, gaflete düşenler… Hepsi şimdi tek bir şey istiyordu: Bir şefaatçi, bir aracı, bir kurtuluş vesilesi… Ama ne fayda? Ayet gerçekleşmişti: “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.”

Alevler daha da yükseldi, çığlıklar karanlığı deldi. Ama artık ne dönüş vardı ne de affedilme ümidi…

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 26th, 2025