Kabirde Zorlu Hesap: Münker ve Nekir’in Sorgusu
Kabirde Zorlu Hesap: Münker ve Nekir’in Sorgusu
Dünya hayatının telaşı içinde geçen yıllar… Eğlence, para, zevkler, hırslar… Ölüm uzak bir ihtimal gibi görünüyordu. Ama ölüm kimseye uzak değildi.
Mehmet, hayatı boyunca dünyaya bağlı yaşamıştı. Gözleri hep daha fazlasını istemiş, nefsi hep rahatına düşkün olmuştu. Namaz kılmayı hep erteler, tövbe etmeye fırsat bulamazdı. “Daha yaşlanmadım, daha çok vaktim var,” diye düşünürdü. Oysa ölüm bir gün aniden gelmiş, onu yakalamıştı.
Karanlık ve Yalnızlık
Gözlerini açtığında derin bir karanlığın içinde buldu kendini. Etrafına baktı; ne tanıdık yüzler vardı ne de alışık olduğu dünya. Bir mezarın içinde olduğunu fark ettiğinde, kalbini tarifsiz bir korku sardı. Artık yalnızdı…
Tam o sırada, gökten inen iki heybetli varlık belirdi. Yüzleri insana benziyordu ama dünyadaki hiçbir şeye benzemezdi. Gözleri alev gibi parlıyor, sesleri gök gürültüsünü andırıyordu. Onlar Münker ve Nekir idi.
Mehmet’in dizleri titremeye başladı. Derin bir ter boşaldı alnından. Kaçacak yer yoktu, geri dönme şansı da…
Sorgu Başlıyor
Meleklerden biri, gür sesiyle sordu:
— Rabbin kim?
Mehmet’in boğazı düğümlendi. Dünya hayatında Rabbini tanıması gerektiğini biliyordu ama hiç gereği gibi tanımamıştı. Cevap vermek istedi, ama dili tutuldu. “Allah” demek istiyor, ama kalbiyle hiç O’na yönelmediğini fark ediyordu.
Melek tekrar sordu:
— Rabbin kim?
Mehmet ter içinde kaldı, dizleri titredi. Sonunda zorla mırıldandı:
— B-ben… Allah…
Ama sesi boğuk çıktı, sanki söylediği kelime havada asılı kaldı. Melekler onun samimiyetsizliğini sezmişti. Çünkü dünya hayatında Rabbini tanımamış, ona secde etmemişti.
İkinci Soru:
— Dinin ne?
Mehmet yine yutkundu. İslam üzere doğmuştu ama hayatı boyunca ne Kur’an okumuş ne de Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine uymuştu. Kendi çıkarlarını, dünyevi zevkleri dininin önüne koymuştu.
— İslam… dedi zorlukla.
Ama sesi yankılanmadı. Çünkü İslam üzere yaşamamıştı.
Üçüncü Soru:
— Bu adam (Peygamber) hakkında ne biliyorsun?
Hz. Muhammed’i (s.a.v.) biliyordu elbette. Ama hayatını örnek almış mıydı? Onun ahlakını yaşamış mıydı? Sünnetine uymuş muydu?
Gözleri büyüdü, içi titredi. Dünya hayatında her şeyi araştırmış, her şeyi öğrenmişti; en iyi restoranları, en pahalı arabaları, en lüks tatilleri… Ama Peygamber’in hayatını öğrenmeye vakti olmamıştı.
Cevap veremedi. Melekler sustu. Derin bir sessizlik oldu. Sessizlik, Mehmet’in içini delip geçen bir hançer gibiydi.
Azap Başlıyor
Birden mezarın kenarından bir kapı açıldı. Oradan gelen sıcaklık, Mehmet’in iliklerine kadar işledi. Korkuyla geri çekildi ama kaçacak yeri yoktu. Azap melekleri belirdi, ellerinde demirden tokmaklar vardı.
— Sen dünyada gaflet içinde yaşadın. Rabbini unuttun, namazını kılmadın, haram helal demeden yaşadın. Sana verilen fırsatları geri teptin. Bugün artık pişmanlık vakti değil, hesap vaktidir!
Mehmet çığlık atmak istedi ama sesi çıkmadı. Mezarı daralmaya başladı, kaburgaları birbirine geçti. Artık anladı… Dünya hayatındaki her anın, her tercihin bir karşılığı vardı. Ama artık geri dönüş yoktu…
Düşünelim: Eğer bugün ölsek, bu sorulara nasıl cevap vereceğiz? Eğer bilmiyorsak, daha vaktimiz varken hazırlanalım. Çünkü kabirde kimse yalan söyleyemez, çünkü kabirde herkes yalnızdır…