AYASOFYANIN CAMİYE ÇEVRİLMESİ LANETLİ OLMAKTAN KURTARDIĞI GİBİ
FATİH SULTAN MEHMEDİN VASİYETNAMESİNDE YAZDIĞI GİBİ; AYASOFYANIN CAMİYE ÇEVRİLMESİ LANETLİ OLMAKTAN KURTARDIĞI GİBİ, KAPATILMASI DA LANETLİ OLMAYA SEBEP OLDU.
Ayasofya: Bir Mabedin Kaderi ve Tarihin Şahitliği
Tarih boyunca büyük yapılar, sadece taş ve harçtan ibaret olmamış, aynı zamanda toplumların manevi ve kültürel kimliklerinin aynası olmuştur. Bu yapıların en çarpıcı örneklerinden biri de Ayasofya’dır. 537 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından kilise olarak inşa edilen Ayasofya, 1453’te İstanbul’un fethiyle Fatih Sultan Mehmed Han tarafından camiye çevrilmiş, 1934’te müzeye dönüştürülmüş ve nihayet 2020’de tekrar ibadete açılmıştır.
Bu dönüşümlerin her biri, Ayasofya’nın ruhunda ve kaderinde derin izler bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyesinde Ayasofya’nın kıyamete kadar cami olarak kalması gerektiğini vurguladığı ve bu vasiyete aykırı davrananların lanetlendiği ifadesi yer almaktadır. Bu bağlamda, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi manevi bir kurtuluş, müzeye dönüştürülmesi ise bir lanetlenme olarak yorumlanmıştır. Peki, bu bakış açısını tarihsel ve manevi perspektiften nasıl değerlendirmeliyiz?
Fetihle Gelen Manevi Kurtuluş
1453’te İstanbul’un fethi, sadece bir şehrin ele geçirilmesi değil, aynı zamanda bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılması anlamına geliyordu. Fatih Sultan Mehmed, şehre girdiğinde ilk iş olarak Ayasofya’ya yöneldi. O dönem harap halde olan mabed, onun eliyle ihya edilerek İslam’ın en büyük sembollerinden biri haline geldi. Sultan, burayı cami olarak vakfederken, Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılmasının ağır bir bedeli olacağını belirten şu laneti eklemiştir:
“Bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, meleklerin ve bütün Müslümanların laneti onun üzerine olsun. Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen bir azaba uğrasınlar.”
Bu ifadeler, Ayasofya’nın kaderini sadece bir bina meselesi olmaktan çıkarıp, ilahi bir hüküm ve tarihi bir sorumluluk haline getirmiştir.
Kapatılmanın Getirdiği Manevi Sarsıntı
1934’te alınan kararla Ayasofya, cami statüsünden çıkarılarak müzeye dönüştürüldü. Bu karar, bir yandan modernleşme adımı olarak görülürken, diğer yandan manevi anlamda büyük bir kırılma oluşturdu. Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesi göz ardı edilmiş, İslam dünyasının en önemli mabetlerinden biri ibadete kapatılmıştı.
Bu dönemde yaşanan sıkıntılar ve Türkiye’nin karşılaştığı zorluklar, bazı çevreler tarafından Fatih’in lanetinin bir tezahürü olarak değerlendirildi. Savaşlar, ekonomik buhranlar, toplumsal çalkantılar bu düşünceyi destekleyen unsurlar olarak görüldü.
Yeniden Açılış ve Bir Mabedin Dirilişi
2020 yılında alınan kararla Ayasofya, yeniden cami olarak ibadete açıldı. Bu karar, sadece bir ibadet mekânının geri kazandırılması değil, aynı zamanda tarihi bir vasiyetin yerine getirilmesi anlamına da geliyordu. Camiye çevrildiği ilk gün, büyük bir coşku ve manevi heyecan yaşandı. Kimileri bu olayı, Fatih’in lanetinin kaldırılması olarak yorumladı, kimileri ise tarihî bir hakkın iadesi olarak değerlendirdi.
Sonuç: Tarihten Alınacak Dersler
Ayasofya’nın tarihine bakıldığında, onun kaderi sadece bir yapının dönüşümü değil, bir medeniyetin ruh halini yansıtan bir simge olarak karşımıza çıkmaktadır. Fatih’in vasiyeti, bir hükümdarın sıradan bir isteği değil, bir milletin manevi sorumluluğunun teminatıdır.
Bugün bizlere düşen görev, tarihî mirasa sahip çıkarken, geçmişten ibret almak ve geleceğe sağlam temeller üzerinde yürümektir. Ayasofya’nın cami olarak ibadete açık kalması, sadece bir dinî mesele değil, aynı zamanda tarihî adaletin ve ruhani huzurun sağlanmasıdır. Bu yüzden, bir mabedin kaderi aslında bir milletin kaderidir.
Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılması, belki de milletimizin üzerindeki manevi yükün kalkması ve yeni bir dirilişin başlangıcı olmuştur. Tarih, her zaman ibret almak içindir ve bizlere düşen, geçmişin hatalarından ders çıkarar