TERKİ DÜNYA
TERKİ DÜNYA
“Der tarik-i Nakşibendî lazım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” ile
“Der tarik-i aczmendî lazım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz”
Bu iki mısra, farklı tarikatların manevi eğitim yolunda takip ettiği esasları veciz bir şekilde özetler. Her birinde, insanın dünya ve nefs bağlarından kurtulup hakikate ulaşması için bir yol haritası sunulmaktadır. Şimdi bu ifadeleri ve taşıdıkları derin manaları ayrı ayrı inceleyelim.
1. “Der tarik-i Nakşibendî lazım âmed çâr terk”
Bu ifade, Nakşibendî tarikatının manevi yolculuğunda gerekli olan dört terk aşamasını dile getirir:
Terk-i dünya: Dünya nimetlerine ve geçici arzulara bağlılıktan kurtulmak. Bu, dünya hayatını tamamen terk etmek anlamına gelmez; bilakis, dünya ile olan ilişkiyi bir araç düzeyinde tutmak ve ona kalben bağlanmamaktır. Dünyanın cazibesi insanın gönlünü işgal ettiğinde, hakikate giden yolda bir engel haline gelir.
Terk-i ukbâ: Ahiret sevabını kazanma hırsını da terk etmek. İnsan ibadetlerini sadece cennet arzusu ya da cehennem korkusuyla yapmamalıdır. Bu aşama, Allah’a sadece O’nun rızasını kazanmak için yönelmeyi öğütler.
Terk-i hestî: Kendi varlığını, benliğini (ene) terk etmektir. “Ben” duygusundan sıyrılıp, nefsin arzularını aşarak Allah’a tam bir teslimiyetle yönelmeyi ifade eder. Kul, Allah’ın büyüklüğünü idrak ettikçe kendi varlığını önemsiz görür.
Terk-i terk: Son aşamada, terk etme fikrinden bile vazgeçmek. Bu, bir manevi kemal noktasıdır. Kul, artık terk ettiğini düşünerek bile bir “varlık” iddiasında bulunmaz; tamamen Allah’a teslim olur.
Derin Mana: Bu dört terk, insanın Allah’a yakınlaşma yolunda tüm dünyevî ve hatta uhrevî bağlarından arınıp, hakiki tevhide ulaşmasını simgeler. Kişi, kendini tamamen unutarak Allah’ın huzurunda yok olma haline erişir.
2. “Der tarik-i Aczmendî lazım âmed çâr çiz”
Bu mısra ise Aczmendîlik yolunun esaslarını dile getirir. Aczmendîlik, Bediüzzaman Said Nursî’nin fikirlerinden ilham almış bir mefkûredir ve “acz”, “fakr” gibi kavramları merkeze alır. Buradaki dört esas şunlardır:
Fakr-ı mutlak: İnsan, Allah karşısında mutlak bir fakirlik içindedir. Sahip olduğu hiçbir şeyin gerçek anlamda kendisine ait olmadığını, her şeyin Allah’tan geldiğini idrak eder. Bu fakirlik, insanın kendi acziyetini kabul etmesi ve Allah’a olan ihtiyacını derinden hissetmesidir.
Acz-i mutlak: İnsan, varlığı ve kudreti itibarıyla Allah karşısında tamamen âcizdir. Kendi gücüyle hiçbir şey yapamayacağını, Allah’ın her şeyin gerçek faili olduğunu anlaması gerekir. Bu, insanı tevazua ve teslimiyete götürür.
Şükr-ü mutlak: İnsan, Allah’ın nimetlerini her an hatırlamalı ve bu nimetlere karşı şükür duygusu içinde olmalıdır. Şükür, kulun hem dilde, hem kalpte, hem de amelde Allah’a yönelmesidir.
Şevk-i mutlak: Allah’a kavuşma yolunda sürekli bir heyecan ve coşku içinde olmaktır. Bu, manevi yolculuğu diri tutan ve kulun ibadetlerini ihlasla yapmasını sağlayan bir haldir.
Derin Mana: Aczmendîlik, insanın nefsinin acizliğini ve Allah’a olan mutlak bağımlılığını kabul ederek tevhide ulaşmasını amaçlar. Bu yolculukta insan, Allah’a olan muhtaçlığını her an idrak eder ve bu muhtaçlık onu şükür, coşku ve teslimiyetle Allah’a yaklaştırır.
Bu İki Yolun Ortak ve Farklı Yönleri
Ortak Nokta: Her iki yol da insanın nefsini terbiye ederek Allah’a yönelmesini amaçlar. Hem Nakşibendîlik hem de Aczmendîlik, kişinin dünyevî ve nefsanî bağlardan kurtulup Allah’a teslim olmasını öğütler.
Farklılıklar: Nakşibendîlik daha çok “terk” üzerinden bir manevi yolculuk çizerken, Aczmendîlik “acz” ve “fakr” üzerinden Allah’a yakınlaşmayı esas alır. Nakşibendîlikte “terk” ile bir yok oluş (fenafillah) vurgusu vardır, Aczmendîlikte ise “acz” ile Allah’a olan bağımlılığı hissetmek ön plandadır.
Sonuç: Her İki Yol da Hakka Götürür
Her iki yol da, insanı Allah’a ulaştırmak için farklı yöntemler sunar. Nakşibendîlikte “terk” yoluyla varlıktan soyutlanarak Allah’a yönelmek; Aczmendîlikte ise “acz” ve “fakr” ile Allah’a olan mutlak muhtaçlık idrakiyle O’na yakınlaşmak esastır. Her iki yol da nihayetinde insanı, Allah sevgisiyle dolu bir kulluğa ve O’nun rızasına götürmeyi amaçlar. Bu yollardan hangisi tercih edilirse edilsin, asıl önemli olan samimiyetle bu yolculuğu sürdürmektir.
Kısacası, bu mısralar bize şu hakikati öğretir: İnsan, varlığını unutarak ve Allah’a muhtaç olduğunu idrak ederek gerçek anlamda kulluk mertebesine ulaşabilir. Bu ise ancak dünya, nefis ve benlik bağlarını aşmakla mümkün olur.