MADDENİN VE EŞYANIN ESİRİ Mİ OLDUK?
MADDENİN VE EŞYANIN ESİRİ Mİ OLDUK?
İnsan, yaratılışı itibarıyla fıtraten hürdür. Ancak çağımızın gerçeklerine baktığımızda, bu hürriyetin giderek azaldığını, maddenin ve eşyanın insanı esir aldığını görüyoruz. Modern dünyada, sahip olmakla var olmak arasındaki sınırlar bulanıklaşmış durumda. İnsan, kendi özünü ve maneviyatını ihmal ederek, eşyaya ve maddi şeylere köle olmaya başlamış durumda. Peki, bu durumdan nasıl kurtulabiliriz? Bu yazıda, bu derin sorunun köklerini ve çözüm yollarını birlikte arayacağız.
EŞYA İLE İNSAN ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ
Eşya, insanın hayatını kolaylaştırmak için yaratılmış bir araçtır. Ancak bu araç, zamanla bir amaca dönüşmüştür. Sahip olduklarımız, artık kim olduğumuzu belirler hale geldi. Evlerimizdeki mobilyalar, arabamızın markası, kıyafetlerimizin fiyatı; bunlar hep bir statü göstergesi olarak anlaşılıyor. Daha fazlasını almak, daha iyisine sahip olmak ve hep bir adım öne geçmek için sürekli bir yarışın içindeyiz.
Ancak burada unuttuğumuz çok önemli bir gerçek var: Eşya, insanın hizmetkârı olmalı; insan, eşyanın kölesi olmamalıdır. Oysa bugün, insanlığın büyük bir kısmı, eşyaya ve maddeye olan bu bağımlılık nedeniyle kendi ruhsal derinliğini kaybetme noktasına gelmiştir.
MODERN KÖLELİK: TÜKETİMİN HÜKMÜ ALTINDA YAŞAMAK
Bugün, modern dünyanın bize dayattığı tüketim kültürü, bizleri farkında olmadan zincire vuruyor. Reklamlar, sosyal medya, vitrinler ve ekranlar, bize sürekli şunu söylüyor: “Daha fazlasına sahip olursan mutlu olacaksın.” Ancak her yeni eşya, her yeni alışveriş, bizi biraz daha tatminsiz ve boş bir hâle getiriyor. Çünkü maddi şeylerin, insanın ruhsal açlığını doyuramayacağını unutuyoruz.
Daha fazla tüketmek, daha fazla sahip olmak bizi özgürleştirmek yerine, daha fazla bağımlı hale getiriyor. Artık sadece eşyalara değil, bu eşyaları kazanmak için harcadığımız vakitlere, kaybettiğimiz maneviyata, azalttığımız insani ilişkilerimize esir oluyoruz.
RUHUN ÇIĞLIĞI: EŞYA YÜKÜNDEN ARINMAK
İnsanın asıl yaratılış amacı, eşya biriktirmek değil, Allah’a yakın olmaktır. Ancak maddeye olan bu esaret, ruhumuzu ağır bir yük altına sokuyor. Hz. Mevlana’nın şu sözü, bu konuda bize çok şey anlatır:
“Hırs, gemlenmemiş bir at gibidir. O at seni dilediği yere sürükler, ama sonunda bir uçuruma götürür.”
Bu uçurum, aslında insanın ruhunu boşlukta bırakmasıdır. Maddi şeylere olan bağlılık arttıkça, insan kendi manevi değerlerinden uzaklaşır. Maneviyat, aslında insanın en derin ihtiyaçlarından biridir. Ama eşyanın çekiciliği, bu ihtiyacı gölgeler.
KURTULUŞ YOLU: EŞYA İLE HAKİKİ DENGEMİZİ BULMAK
Eşyaya ve maddeye esir olmaktan kurtulmanın ilk yolu, neyin gerçekten ihtiyaç, neyin ise israf olduğunu ayırt edebilmektir. İslam, bu konuda bize yol gösterir:
“Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.” (A’râf, 31)
İsraf, yalnızca yemek ve içmekte değil, eşyada, zamanda ve enerjide de olur. Sahip olduğumuz şeylerin kıymetini bilmek, ama onlara kalbimizi bağlamamak gerekir. Kalbimizi bağladığımız şey, sadece Allah olmalıdır. Çünkü dünyadaki her şey fanidir ve sonunda bizi terk eder. Ancak Allah’a olan bağlılık, bizi hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşa ulaştırır.
SONUÇ: ÖZGÜRLÜK YOLCULUĞUNA ÇIKMAK
Eşyaya esir olmak, insanın kendi varoluş amacından uzaklaşması demektir. Bu esaretten kurtulmak ise ancak tefekkür, şükür ve kanaatle mümkündür. İnsan, sahip olduklarının kendisine bir emanet olduğunu ve asıl sahibinin Allah olduğunu idrak ettiğinde, bu dünyadaki yüklerinden kurtulur.
Şimdi kendimize şu soruları soralım:
Gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şeylere mi sahibiz, yoksa israf mı ediyoruz?
Eşyayı mı yönetiyoruz, yoksa eşya mı bizi yönetiyor?
Maddi şeylerin peşinde koşarken ruhsal ihtiyaçlarımızı göz ardı mı ediyoruz?
Bu soruların cevapları, bizi bir hakikat yolculuğuna çıkarabilir. Çünkü insan, ne zaman ki eşyanın esaretinden kurtulur, işte o zaman gerçek hürriyetine kavuşur. Ve bu hürriyet, insanı Allah’a yaklaştıran en büyük adımdır.