Musîbet şerr-i mahz olmadığı için bazan saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar.
“Musîbet şerr-i mahz olmadığı için bazan saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri Îla-i Kelimetullah ve beka-i istiklaliyet-i İslam için, farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücud olan alem-i İslama fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslamiyenin felaketi, alem-i İslamın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zîra, şu musîbet, maye-i hayatımız ve ab-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslamiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulade tacil etti. Biz incinirken, alem-i İslam ağlıyor; Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra, meydanda dirilenler var.”
Musibetlerin Hikmeti ve İslam Dünyasının Dirilişi
Tarih boyunca büyük musibetler ve felaketler, insanlık için acı verici olaylar olduğu kadar, derin hikmetler barındıran süreçler olmuştur. Zira musibet, sadece bir ceza veya yıkım değil, bazen bir dirilişin, bir uyanışın habercisidir. Yukarıdaki metinde, İslam dünyasının maruz kaldığı felaketlerin arkasındaki hikmete dikkat çekilmekte ve bu felaketlerin, İslam’ın birlik ve kardeşlik duygularını yeniden canlandıracağı ifade edilmektedir.
Musibetler ve İlahi Hikmet
Kur’an-ı Kerim, insanları musibetlere karşı sabır ve tevekküle davet eder. “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken siz onu hoş görmezsiniz; bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara Suresi, 216) ayeti, musibetlerin arkasındaki İlahi hikmete işaret eder. İnsanın ya da toplumların musibetlere maruz kalması, bir yıkım gibi görünse de, bu hadiseler çoğu zaman daha büyük hayırların tohumlarını barındırır.
İslam tarihine bakıldığında, İslam ümmeti büyük zorluklar, işgaller ve dağılmalar yaşamış, ancak her seferinde bu musibetler, daha güçlü bir uyanışa vesile olmuştur. İslam dünyasının birlik ve beraberlik duygusu, genellikle böyle zor zamanlarda daha belirgin hale gelir. Yukarıdaki metinde ifade edildiği gibi, bir devletin ya da toplumun maruz kaldığı felaketler, İslam ümmetinin diğer parçalarını harekete geçirir ve onları aynı gaye etrafında birleştirir.
Felaketlerden Doğan Saadet
Bir musibet, yalnızca acı değil, aynı zamanda bir diriliş vesilesidir. Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşanan siyasi ve askeri felaketler, İslam dünyasında derin izler bırakmış; ancak bu felaketler, ümmet bilincinin yeniden uyanmasına ve İslam kardeşliğinin güçlenmesine yol açmıştır. Osmanlı, İslam’ın bayraktarlığını üstlenmiş ve bu misyonu uğruna nice fedakarlıklarda bulunmuştur. Ancak bu büyük devletin karşılaştığı zorluklar, İslam dünyasında bir silkiniş ve yeni bir dirilişin zeminini hazırlamıştır.
“Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz” ifadesi, felaketlerin geçici olduğunu, ancak bu süreçlerin ardından daha büyük bir dirilişin geleceğini anlatır. Bu, İslam ümmetinin tarihten gelen dayanıklılığını ve inancını temsil eder. Her ne kadar bir dönem kayıplar ve yıkımlarla geçse de, bu süreçler, daha büyük bir uyanışa ve birlikteliğe kapı aralar.
Uhuvvet-i İslamiye: Birlik ve Dirilişin Temeli
İslam kardeşliği (uhuvvet-i İslamiyye), İslam ümmetinin en temel dinamiğidir. Bu kardeşlik, felaket zamanlarında daha belirgin hale gelir ve ümmetin yeniden toparlanması için bir zemin oluşturur. Yukarıdaki metinde de belirtildiği gibi, İslam dünyasının bir parçası incindiğinde, diğer parçaları da bundan etkilenir. Bu acı, ümmeti harekete geçirir ve daha büyük bir birlik ruhunun ortaya çıkmasına vesile olur.
Bugün İslam dünyası, tarih boyunca olduğu gibi, siyasi, sosyal ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya. Ancak bu zorluklar, ümmetin yeniden uyanışına ve İslam kardeşliğinin güçlenmesine vesile olabilir. Çünkü musibetler, çoğu zaman insanları kendi içlerine dönmeye ve kaybettikleri değerleri yeniden kazanmaya sevk eder.
Harikalar Asrında Diriliş
“Harikalar asrı” ifadesi, yaşanan bu dönemin olağanüstü hadiselerle dolu olduğunu ve bu hadiselerin büyük değişimlerin habercisi olduğunu ifade eder. İslam dünyası, bir yandan felaketlerle mücadele ederken, diğer yandan bu süreçlerin ardından yeni bir dirilişe hazırlanır. Çünkü tarih göstermiştir ki, her çöküşün ardından daha güçlü bir yükseliş, her felaketin ardından daha büyük bir saadet gelmiştir.
Sonuç
İslam ümmeti olarak, karşılaşılan zorlukları bir yıkım olarak değil, bir dirilişin işareti olarak görmeli ve bu süreçleri sabır, şükür ve uhuvvetle karşılamalıyız. Felaketler, bizi birlik ve kardeşlik duygularımızı yeniden hatırlamaya ve bu değerler etrafında toplanmaya çağırır. Eğer bu çağrıya kulak verirsek, geçmişin musibetlerinden geleceğin saadetini inşa edebiliriz. Çünkü musibetler, şerr-i mahz değil, bir hikmet deryasıdır.