Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor.

“Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor. Zîra, beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez. Galip olsa idik, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedîdane kapılacak idik. Halbuki, o cereyan hem zalimane, hem tabiat-ı alem-i İslama münafi, hem ehl-i îmanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsa idik, alem-i İslamı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecek idik.”


Tabakaların Mücadelesi ve İnsanlık İradesi

Tarihin her döneminde, milletler ve devletler arasındaki mücadeleler, güç ve hakimiyet kurma amacıyla şekillenmiştir. Ancak insanlık tarihi, yalnızca devletler arasındaki savaşlarla sınırlı bir sahne değil, aynı zamanda insan tabakalarının, sınıflarının ve zihniyetlerinin de bir mücadelesi olmuştur. Yukarıdaki metinde ifade edilen yaklaşım, bu değişimin bir tezahürüdür: Devletlerin ve milletlerin mücadelelerinin yerini, tabakaların, fikirlerin ve zihniyetlerin mücadeleleri almıştır.

Beşerin Hürriyet Arayışı
İnsanlık, yaratılışı gereği hürriyete meyyaldir. Hiçbir insan, esir olmayı ya da iradesiz bir şekilde yönetilmeyi kabul etmez. Aynı şekilde, insanlık artık sadece bir iş gücü kaynağı (ecir) olmayı da reddetmektedir. Modern dünyada yükselen bireysel bilinç, insanın hem fiziksel hem de zihinsel bağımsızlığını kazanma arzusunu ortaya koyar. Bu durum, insanın sadece devletlerin ya da sistemlerin etkisinden değil, aynı zamanda zalim ve baskıcı ideolojilerin tahakkümünden de kurtulma çabasıdır.

Beşerin bu irade arayışı, yalnızca bireysel hürriyet için değil, toplumsal düzeyde daha adil, daha insani bir düzen kurma amacını da içerir. Tarih boyunca güçlü devletler, bazen hakimiyetlerini sürdürebilmek adına zalim bir cereyana kapılmış; bu süreçte, halkların iradesini yok saymıştır. Ancak bu gibi cereyanlar, ne kadar güçlü görünürse görünsün, insan fıtratına aykırı olduklarından uzun ömürlü olamamışlardır.

Zalimane Cereyanlar ve İslam Dünyası
Metinde ifade edilen bir diğer önemli husus, galip gelmiş olunsa dahi İslam dünyasının bir tehlike ile karşı karşıya kalacağıdır. Çünkü “zalimane cereyan” olarak nitelenen baskıcı ideolojiler, hem insan fıtratına hem de İslam’ın öz değerlerine aykırıdır. Bu tür cereyanların İslam dünyasında kabul görmesi, ümmetin kendi kimliğinden uzaklaşmasına ve tabiatına muhalif bir yola sürüklenmesine sebep olur.

Baskıcı ideolojiler, genellikle gücü ve maddi üstünlüğü ön plana çıkarır; ancak İslam’ın dünya görüşü, adalet, merhamet ve insanlık onuru gibi değerler üzerine kuruludur. Eğer bu tür cereyanlara tutunulsaydı, İslam dünyası kendi asli değerlerinden uzaklaşarak, insanlığın ruhunu körelten bir yola sürüklenebilirdi. Ancak bu cereyanlar, ömrü kısa, parçalayıcı ve sürdürülemezdir. Çünkü insanlık, baskı ve zulme dayalı sistemleri daima reddetmiş, onların yerine daha insani ve adil düzenlerin kurulmasına zemin hazırlamıştır.

Tabakat-ı Beşerin Mücadelesi
Devletler ve milletler arasındaki mücadelelerin yerine, insan sınıfları arasındaki mücadelelerin geçmesi, insanlığın kolektif bilincindeki değişimin bir yansımasıdır. Bu yeni mücadele, sadece fiziksel bir hakimiyet değil, aynı zamanda fikirlerin ve değerlerin mücadelesidir. Bugün dünya, zalim güçlerin baskısına boyun eğmeyen ve insanlık onurunu savunan bireylerin, toplulukların ve hareketlerin direnişine şahit olmaktadır.

Bu mücadele, İslam dünyası için de büyük bir anlam taşır. Çünkü İslam, insan fıtratına uygun, adalet ve merhamet temellerine dayalı bir medeniyet tasavvuru sunar. Bu tasavvur, sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için bir kurtuluş reçetesidir. Eğer İslam dünyası, kendi asli değerlerine sahip çıkar ve insanlığın ortak iyiliği için çalışırsa, baskıcı ve zalim sistemlere karşı bir alternatif sunabilir.

Sonuç: İnsanlığın Dirilişi ve Adaletin Tesisi
Bugün insanlık, tarih boyunca baskıcı ve zalim cereyanların neden olduğu yıkımlardan ders alarak, daha adil ve insan fıtratına uygun bir dünya düzeni arayışındadır. Bu süreçte İslam dünyasına düşen görev, kendi değerlerine sadık kalarak, insanlığın bu arayışına rehberlik etmektir. Çünkü zalim cereyanlar geçicidir; ancak insanlığın vicdanında kök salan adalet ve merhamet değerleri ebedidir.

Sonuç olarak, metinde ifade edilen uyarılar, İslam dünyasının geleceğine dair önemli bir ders niteliğindedir. Bu ders, baskıcı sistemlere karşı durmak ve insanlığın hürriyet ve adalet arayışında doğru bir rehberlik yapmaktır. Eğer bu bilinçle hareket edilirse, zalim cereyanlar birer birer dağılacak ve yerlerini insanlık için daha adil, daha hür ve daha insani bir düzen alacaktır.

Loading

No ResponsesOcak 12th, 2025