Helak kelimesi için arama sonuçları (110 sonuç bulundu)

Helak kelimesi için arama sonuçları (110 sonuç bulundu)

1. 2 / BAKARA – 205   Ve izâ tevellâ seâ fîl ardı li yufside fîhâ ve yuhlikel harse ven nesl(nesle), vallâhu lâ yuhıbbul fesâd(fesâda).
Ve dönüp (gittiği) zaman, yeryüzünde fesat çıkarmak, ekini ve nesli helâk etmek (yok etmek) için çalışır. Ve Allah fesadı sevmez.

  1. 3 / ÂLİ İMRÂN – 117   Meselu mâ yunfikûne fî hâzihil hayâtid dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehlekethu ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin enfusehum yazlımûn(yazlımûne).
    Onların (kâfirlerin), bu dünya hayatında (gösteriş ve övünmek için) infâk ettikleri şeylerin durumu, kendilerine zulmeden (Allah’ın emirlerine ve nehiylerine itaat etmeyerek, devamlı derecat kaybeden) bir kavmin, “kavurucu, dondurucu soğuk bir rüzgarın isabet ederek, böylece helâk ettiği” ekininin durumu gibidir. Allah, onlara zulmetmedi, fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlar.
  2. 3 / ÂLİ İMRÂN – 127   Li yaktaa tarafen minellezîne keferû ev yekbitehum fe yenkalibû hâibîn(hâibîne).
    (Ve bu yardım), kâfirlerden bir kısmını kesmek (helâk etmek) veya onları perişan etmek, böylece bozguna uğrayarak dönüp gitmeleri içindir.
  3. 3 / ÂLİ İMRÂN – 141   Ve liyumahhisallâhullezîne âmenû ve yemhakal kâfirîn(kâfirîne).
    Ve (bu), Allah’ın âmenû olanları temize çıkarması ve kâfirleri yavaş yavaş helâk etmesi içindir.
  4. 4 / NİSÂ – 133   İn yeşa’ yuzhibkum eyyuhen nâsu ve ye’ti bi âharîn(âharîne) ve kânallâhu alâ zâlike kadîrâ(kadîran).
    Eğer O (Allah) dilerse ey insanlar, sizi giderir (helâk eder) ve başkalarını getirir! Ve Allah buna kaadir’dir.
  5. 4 / NİSÂ – 153   Yes’eluke ehlul kitâbi en tunezzile aleyhim kitâben mines semâi fe kad seelû mûsâ ekbere min zâlike fe kâlû erinallâhe cehreten fe ehazethumus sâikatu bi zulmihim, summettehazûl ıcle min ba’di mâ câethumul beyyinâtu fe afevnâ an zâlik(zâlike), ve âteynâ mûsâ sultânen mubînâ(mubînen).
    Kitap ehli senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Oysa Hz. Musa’dan, bundan daha da büyüğünü istemişler, “O halde, bize Allah’ı açıkça göster.” demişlerdi. Bunun üzerine, zulümlerinden dolayı onları yıldırım yakaladı (helâk etti). Ardından kendilerine belgeler (açık mucizeler) geldikten sonra da buzağıyı (ilâh) edindiler. Buna rağmen, onları bundan (bu suçlarından dolayı) affettik ve Hz. Musa’ya “apaçık sultan (güç ve delil)” verdik.
  6. 5 / MÂİDE – 17   Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huvel mesîhubnu meryem(meryeme) kul fe men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlikel mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fîl ardı cemîa(cemîan) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ yeşâ(yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
    Andolsun ki “ Muhakkak ki Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki; “Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek isterse, Allah’dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter? ” Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah (c.c.), herşeye kaadirdir.
  7. 6 / EN’ÂM – 6   E lem yerev kem ehleknâ min kablihim min karnin mekkennâhum fîl ardı mâ lem numekkin lekum ve erselnes semâe aleyhim midrâren ve cealnâl enhâre tecrî min tahtihim fe ehleknâhum bi zunûbihim ve enşe’nâ min ba’dihim karnen âharîn(âharîne).
    Sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde, yeryüzünde yerleştirdiğimiz nice kavimleri, kendilerinden önce nasıl helâk ettiğimizi görmüyorlar mı? Onlara semadan bol bol yağmur gönderdik. Altlarından nehirler akıttık. Fakat günahları sebebiyle onları helâk ettik. Onlardan sonra da başka nesiller yarattık.
  8. 6 / EN’ÂM – 26   Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh(anhu), ve in yuhlikûne illâ enfusehumve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
    Ve onlar, ondan (Allah’a ulaşmaktan, hidayetten) nehyederler (men ederler, yasaklarlar) ve onlar da (kendileri de) ondan (hidayetten) uzak dururlar (yüz çevirirler). Kendilerinden başkasını helâk etmezler ve farkında olmazlar (şuurunda değiller).
  9. 6 / EN’ÂM – 47   Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi bagteten ev cehreten hel yuhleku illel kavmuz zâlimûn(zâlimûne).
    (Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Siz (herbiriniz) kendinizi gördünüz mü? (halinizi, acizliğinizi anladınız mı?) Eğer Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelse, zalimler kavminden başkası mı helâk edilir?”
  10. 6 / EN’ÂM – 70   Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’(şefîun), ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
    Kendilerinin dînini bir oyun ve bir eğlence edinenleri bırak. Ve onları dünya hayatı aldattı. Ve de kazandıklarından (kazandıkları nâkıs derecelerden) dolayı nefsin helâk olacağını, onunla hatırlat. Onun için Allah’tan başka bir dost ve bir şefaatçi yoktur. O, bütün fidyeleri verse de ondan alınmaz (kabul edilmez). İşte onlar kazandıklarından dolayı helâk olmuş kimselerdir. İnkâr etmiş oldukları şeylerden dolayı, onlar için kaynar sudan bir içecek ve elîm bir azap vardır.
  11. 6 / EN’ÂM – 131   Zâlike en lem yekun rabbuke muhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ gâfilûn(gâfilûne).
    İşte bu, senin Rabbinin, ülke halkı gaflet içindeyken (uyarılmadan), ülkeleri zulümle helâk edici olmamasındandır.
  12. 6 / EN’ÂM – 137   Ve kezâlike zeyyene li kesîrin minel muşrikîne katle evlâdihim şurekâuhum li yurdûhum ve li yelbisû aleyhim dînehum, ve lev şâellâhu mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne).
    Ve böylece onların ortakları, müşriklerin çoğuna, onları helâk etmek için ve onlara kendilerinin dînini karıştırmaları için, evlâtlarını öldürmeyi güzel gösterdiler (süslediler). Allah dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları ve uydurdukları şeyleri terket.
  13. 7 / A’RÂF – 4   Ve kem min karyetin ehleknâhâ fe câehâ be’sunâ beyâten ev hum kâilûn(kâilûne).
    Ülkelerden nicesini (kaç tanesini) helâk ettik. Artık azabımız onlara geceleyin veya onlar öğle uykusu uyurken geldi.
  14. 7 / A’RÂF – 129   Kâlû ûzînâ min kabli en te’tiyenâ ve min ba’di mâ ci’tenâ, kâle asâ rabbukum en yuhlike aduvvekum ve yestahlifekum fîl ardı fe yanzure keyfe ta’melûn(ta’melûne).
    Şöyle dediler: “Sen, bize gelmeden önce de ve bize getirdiğin şeyden sonra da bize eziyet edildi, (Hz. Musa da) dedi ki: “Umulur ki; Rabbiniz sizin düşmanınızı helâk eder (yok eder) ve yeryüzünde sizleri halifeler yapar (onların yerine hakim kılar). Böylece nasıl amel edeceğinize (davranacağınıza) bakar.”
  15. 7 / A’RÂF – 139   İnne hâulâi mutebberun mâ hum fîhi ve bâtılun mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
    Muhakkak ki; bunlar onların içinde bulundukları şey (dîn sebebiyle) helâk olmuştur. Ve yapmış oldukları şey bâtıldır (boştur).
  16. 7 / A’RÂF – 155   Vahtâra mûsâ kavmehu seb’îne raculen li mîkâtinâ, fe lemmâ ehazet humur recfetu kâle rabbi lev şi’te ehlektehum min kablu ve iyyâye, e tuhlikunâ bi mâ feales sufehâu minnâ, in hiye illâ fitnetuk(fitnetuke), tudıllu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyunâ fâgfirlenâ verhamnâ ve ente hayrûl gâfirîn(gâfirîne).
    Ve Musa (A.S), Bizim belirlediğimiz buluşma zamanımız için kavminden yetmiş adam seçti. Onları, şiddetli bir sarsıntı yakalayınca şöyle dedi: “Rabbim, şâyet dileseydin daha önce onları ve beni helâk ederdin. İçimizden sefihlerin yaptıklarından dolayı, bizi helâk mı edeceksin? O ancak Senin bir imtihanındır. Onunla dilediğini dalâlette bırakırsın ve dilediğini hidayete erdirirsin. Sen, bizim dostumuzsun. Artık bizi mağfiret et ve bize rahmet (merhamet) et. Sen, mağfiret edenlerin en hayırlısısın.”
  17. 7 / A’RÂF – 164   Ve iz kâlet ummetun minhum lime teizûne kavmenillâhu muhlikuhum ev muazzibuhum azâben şedîdâ(şedîden), kâlû ma’zireten ilâ rabbikum ve leallehum yettekûn(yettekûne).
    Ve onlardan bir ümmet: “Allah’ın helâk edeceği (yok edeceği) veya şiddetli bir azapla azap edeceği bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?” dedikleri zaman şöyle dediler: “Rabbinize bir özür olsun ve böylece (bu öğütle) takva sahibi olurlar.” diye.
  18. 7 / A’RÂF – 173   Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim, e fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûn(mubtilûne).
    Veya fakat daha önce babalarımız da şirk koştu ve biz onlardan sonraki nesiliz. Hal böyle iken bâtılla amel edenlerin yaptıklarından dolayı mı bizi helâk edeceksin?” dersiniz diye.
  19. 7 / A’RÂF – 182   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    Âyetlerimizi yalanlayanları, onların derecelerini, bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaltacağız (böylece yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız).
  20. 8 / ENFÂL – 42   İz entum bil udvetid dunyâ ve hum bil udvetil kusvâ verrekbu esfele minkum, ve lev tevâadtum lahteleftum fîl mîâdi ve lâkin li yakdiyallâhu emren kâne mef’ûlen li yehlike men heleke an beyyinetin ve yahyâ men hayye an beyyineh(beyyinetin), ve innallâhe le semî’un alîm(alîmun).
    Siz vadinin yakın kenarında (Medine tarafı) idiniz ve onlar (da) vadinin uzak tarafında (Mekke tarafı) idiler ve kervan, sizden daha aşağıda idi. Ve şâyet sözleşseydiniz, zaman konusunda mutlaka anlaşmazlığa düşerdiniz. Ve fakat yapılması gerekli olan bir işin (emrin) yapılması, Allah’ın vukua getirmesi; helâk olanın bir beyyineden helâk olması için yaşayanın bir beyyine üzerine yaşaması içindir. Ve muhakkak ki Allah, mutlaka işitendir, bilendir.
  21. 8 / ENFÂL – 54   Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, kezzebû biâyâti rabbihim, fe ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fîr’avn(fîr’avne), ve kullun kânû zâlimîn(zâlimîne).
    (Onların, Bedir’de savaşan Kureyşlilerin) hali, firavunun (firavun ordusunun) ve onlardan önceki kimselerin hali gibidir. Rab’lerinin âyetlerini yalanladılar. Böylece günahları dolayısıyla onları helâk ettik. Firavun topluluğunu (ordusunu) boğduk. Ve (onların) hepsi zalimler (zulmeden kimseler) oldular.
  22. 9 / TEVBE – 42   Lev kâne aradan karîben ve seferen kâsıden lettebeûke ve lâkin beudet aleyhimuş şukkah(şukkatu), ve seyahlifûne billâhi levisteta’nâ leharecnâ meakum, yuhlikûne enfusehum, vallâhu ya’lemu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Eğer yakın olan bir dünya malı (ganimet) ve rahat bir sefer olsaydı, elbette sana tâbî olurlardı ve lâkin meşakkatli (sefer) onlara uzak geldi. “Şâyet gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a yemin edeceklerdir. Kendilerini (nefslerini) helâk ediyorlar. Ve Allah, onların gerçekten yalancılar olduğunu bilir.
  23. 10 / YÛNUS – 13   Ve lekad ehleknel kurûne min kablikum lemmâ zalemû ve câethum rusuluhum bil beyyinâti ve mâ kânû li yu’minû, kezâlike neczil kavmel mucrimîn(mucrimîne).
    Andolsun, sizden önceki devirlerde yaşayanları zulmettikleri zaman helâk ettik. Ve onlara resûlleri beyyineler (deliller) ile geldi. Ve onlar inanmadılar. Mücrim kavmi işte böyle cezalandırırız.
  24. 11 / HÛD – 67   Ve ehazellezîne zalemûs sayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn(câsimîne).
    Ve zulmeden kimseleri bir sayha (çok kuvvetli korkunç ses) aldı (helâk etti). Böylece kendi yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
  25. 11 / HÛD – 101   Ve mâ zalemnâhum ve lâkin zalemû enfusehum fe mâ agnet anhum âlihetuhumulletî yed’ûne min dûnillâhi min şey’in lemmâ câe emru rabbik(rabbike), ve mâ zâdûhum gayre tetbîb(tetbîbin).
    Ve Biz, onlara zulmetmedik. Ve lâkin onlar, kendilerine zulmettiler. Rabbinin emri geldiği zaman Allah’tan başka dua ettikleri ilâhlar, onlara bir fayda sağlamadı (vermedi). Ve onların helâklarını artırmaktan başka (bir şey) olmadı.
  26. 11 / HÛD – 117   Ve mâ kâne rabbuke li yuhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ muslihûn(muslihûne).
    Ve senin Rabbin, halkı ıslâh edici olan beldeleri zulüm ile helâk edici olmadı.
  27. 12 / YÛSUF – 85   Kâlû tallâhi tefteu tezkuru yûsufe hattâ tekûne haradan ev tekûne minel hâlikîn(hâlikîne).
    (Oğulları) şöyle dediler: “Allah’a andolsun ki; hasta oluncaya veya helâk oluncaya kadar Yusuf’u anmaya devam ediyorsun.”
  28. 13 / RA’D – 32   Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe emleytu lillezîne keferû summe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
    Andolsun ki; senden önceki resûllerle de alay edildi. Fakat Ben, kâfir olan (inkâr eden) kimselere mühlet verdim. Sonra onları yakaladım (helâk ettim). O zaman Benim ikabım nasıl oldu?
  29. 14 / İBRÂHÎM – 13   Ve kâlellezîne keferû li rusulihim le nuhricennekum min ardınâ ev le teûdunne fî milletinâ, fe evhâ ileyhim rabbuhum le nuhlikennez zâlimîn(zâlimîne).
    Kâfirler, resûllerine dediler ki: “Sizi mutlaka arzımızdan (ülkemizden) çıkaracağız veya mutlaka bizim dînimize döneceksiniz.” Bunun üzerine onlara Rab’leri: “Mutlaka zalimleri helâk edeceğiz.” diye vahyetti.
  30. 14 / İBRÂHÎM – 28   E lem tere ilellezîne beddelû ni’metallâhi kufren ve ehallû kavmehum dârel bevâr(bevâri).
    Allah’ın ni’metini küfürle değiştirenleri ve kendi kavimlerini helâk yurduna götürenleri görmedin mi?
  31. 15 / HİCR – 4   Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ ve lehâ kitâbun ma’lûm(ma’lûmun).
    Ve Biz hiçbir ülkeyi, onun malûm (bilinen) bir kitabı olmaksızın helâk etmedik.
  32. 15 / HİCR – 60   İllemre’etehu kaddernâ innehâ le minel gâbirîn(gâbirîne).
    Onun hanımı (kadını) hariç. Çünkü onun mutlaka geride kalanlardan (helâk olacaklardan) olmasını takdir ettik.
  33. 15 / HİCR – 66   Ve kadaynâ ileyhi zâlikel emre enne dâbire hâulâi maktûun musbihîn(musbihîne).
    Ve onların “arkası kesilmiş (nesli tükenmiş)” olarak sabahlayacakları (helâk olup yok olacakları) emrini, ona bildirdik.
  34. 17 / İSRÂ – 7   İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ(tetbîren).
    Eğer ahsen davranırsanız, kendi nefsiniz için en iyisi olur. Eğer kötü davranırsanız, artık (o da) ona (nefsinize) aittir. Böylece sonrakinin (ikinci fesadınızın) vadesi geldiği zaman yüzünüzü karartsınlar ve mescide ilk defa girdikleri gibi girsinler. Ve üstünlük sağladığınız şeyleri mahvedip, helâk etsinler (yok etsinler).
  35. 17 / İSRÂ – 16   Ve izâ erednâ en nuhlike karyeten emernâ mutrafîhâ fe fesekû fîhâ fe hakka aleyhel kavlu fe demmernâhâ tedmîrâ(tedmîren).
    Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman onun (o ülkenin) mutrafilerine (refah içinde olan ileri gelenlerine, zenginlerine) emrettik. Buna rağmen orada fesat çıkardılar. Böylece (Allah’ın) söz(ü) üzerlerine hak oldu. Ve onu (o ülkeyi ve halkını) helâk ederek, yok ettik (dumura uğrattık).
  36. 17 / İSRÂ – 17   Ve kem ehleknâ minel kurûni min ba’di nûh(nûhin) ve kefâ bi rabbike bi zunûbi ıbâdihî habîren basîrâ(basîren).
    Nuh (A.S)’tan sonra asırlarca nice nesiller helâk ettik. Ve senin Rabbin, kullarının günahlarını gören ve (onlardan) haberdar olarak kâfidir.
  37. 17 / İSRÂ – 58   Ve in min karyetin illâ nahnu muhlikûhâ kable yevmil kıyâmeti ev muazzibûhâ azâben şedîdâ(şedîden), kâne zâlike fîl kitâbi mestûrâ(mestûran).
    Eğer bir şehir (helâk olacaksa), kıyâmet gününden önce onun helâk edicisi ancak Biziz. Veya onun (şehir halkının) şiddetli azap edicisi Biziz. İşte bu, Kitap’ta yazılıdır.
  38. 17 / İSRÂ – 102   Kâle lekad alimte mâ enzele hâulâi illâ rabbus semâvâti vel ardı basâir(basâire), ve innî le ezunnuke yâ fir’avnu mesbûrâ(mesbûran).
    ““Andolsun bunları (9 mucizeyi), görünür bir şekilde, semaların ve arzın Rabbinden başkasının indirmediğini sen biliyordun. Ve ey firavun! Muhakkak ki ben, senin helâk olacağına kesin şekilde inanıyorum.” dedi.
  39. 18 / KEHF – 6   Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu’minû bi hâzel hadîsi esefâ(esefen).
    Bu durumda eğer onlar, (Kur’ân-ı Kerim’deki) bu sözlere inanmazlarsa, onların arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin.
  40. 18 / KEHF – 35   Ve dehale cennetehu ve huve zâlimun li nefsih(nefsihî), kâle mâ ezunnu en tebîde hâzihî ebedâ(ebeden).
    Ve o, nefsine zulmederek bahçesine girdi. Şöyle dedi: “Bunun (bu bağın) ebediyyen helâk olacağını zannetmiyorum.”
  41. 18 / KEHF – 52   Ve yevme yekûlu nâdû şurekâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ(mevbikan).
    O gün (kıyâmet günü Allahû Tealâ) şöyle diyecek: “Benim ortaklarım olduğu, zannında bulunduğunuz şeyleri çağırın!” Böylece onları davet ettiler (edecekler). Fakat onlara (kâfirlere), icabet etmediler (etmeyecekler). Ve onların aralarına helâk edici (bir engel) kıldık (kılacağız).
  42. 18 / KEHF – 59   Ve tilkel kurâ ehleknâhum lemmâ zalemû ve cealnâ li mehlikihim mev’ıdâ(mev’ıden).
    Ve işte o ülkeler (halkı), zulmettikleri zaman onları helâk ettik. Ve onların helâk edilmesi için bir zaman kıldık (tayin ettik).
  43. 19 / MERYEM – 74   Ve kem ehleknâ kablehum min karnin hum ahsenu esâsen ve ri’yâ(ri’yen).
    Onlardan önce, mal ve görünüş bakımından daha güzel nice nesiller helâk ettik.
  44. 19 / MERYEM – 98   Ve kem ehleknâ kablehum min karn(karnin), hel tuhıssu minhum min ehadin ev tesmeu lehum rikzâ(rikzen).
    Ve onlardan önce nice nesiller helâk ettik. Onlardan birini görüyor musun? Veya onların ufacık bir sesini duyuyor musun?
  45. 20 / TÂHÂ – 16   Fe lâ yesuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.
    Öyleyse ona (kıyâmet saatine), inanmayanlar ve hevesine (nefsinin afetlerine) tâbî olanlar, sakın seni ondan (kıyâmet gününe îmân etmekten) alıkoymasın. O taktirde sen (de) helâk olursun.
  46. 20 / TÂHÂ – 128   E fe lem yehdi lehum kem ehleknâ kablehum minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
    Onlar hâlâ hidayete ermediler mi? Onlardan önce nice nesilleri helâk etmemize (rağmen) ki şimdi onlar, onların meskenlerinde dolaşıyorlar. İşte bunda nehy sahipleri (Allah’ın yasaklarına riayet edenler) için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
  47. 20 / TÂHÂ – 134   Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.
    Ondan önce gerçekten Biz onları, azapla helâk etmiş olsaydık, muhakkak şöyle derlerdi: “Rabbimiz, bize resûl gönderseydin olmaz mıydı? Böylece biz de zelil (rezil) ve rüsva olmadan önce senin âyetlerine tâbî olsaydık.”
  48. 21 / ENBİYÂ – 6   Mâ âmenet kablehum min karyetin ehleknâhâ, e fe hum yu’minûn(yu’minûne).
    Onlardan önce helâk ettiğimiz ülkelerden (hiç)biri îmân etmediler. Öyleyse onlar mı îmân edecekler?
  49. 21 / ENBİYÂ – 9   Summe sadaknâhumul va’de fe enceynâhum ve men neşâu ve ehleknel musrifîn(musrifîne).
    Sonra onlara olan vaade, sadık kaldık. Böylece onları ve dilediklerimizi kurtardık. Ve müsrifleri (haddi aşanları) helâk ettik.
  50. 21 / ENBİYÂ – 95   Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne).
    Ve helâk ettiğimiz bir kasaba halkının, oraya dönmesi (yeniden hayata getirilmesi) haramdır (imkânsızdır).
  51. 22 / HACC – 45   Fe ke eyyin min karyetin ehleknâhâ ve hiye zâlimetun fe hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve bi’rin muattalatin ve kasrın meşîd(meşîdin).
    Böylece (halkı) zalim olan nice ülkeler gibi onu da helâk ettik. Artık o (ülke), çatıları yıkılmış, kuyuları ve yüksek sarayları terkedilmiş (bir halde)dir.
  52. 23 / MU’MİNÛN – 44   Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
    Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
  53. 23 / MU’MİNÛN – 48   Fe kezzebûhumâ fe kânû minel muhlekîn(muhlekîne).
    Böylece ikisini de yalanladılar. Ve helâk edilenlerden oldular.
  54. 25 / FURKÂN – 13   Ve izâ ulkû minhâ mekânen dayyıkan mukarrenîne deav hunâlike subûrâ(subûran).
    Ve birbirine bağlanmış olarak oradan, dar sıkışık bir yere atıldıkları zaman orada helâk (yok) olmayı istediler.
  55. 25 / FURKÂN – 14   Lâ ted’ûl yevme subûran vâhıden ved’û subûran kesîrâ(kesîren).
    Bugün helâk (yok) olmayı bir defa istemeyin, defalarca isteyin.
  56. 25 / FURKÂN – 18   Kâlû subhâneke mâ kâne yenbegî lenâ en nettehıze min dûnike min evliyâe ve lâkin metta’tehum ve âbâehum hattâ nesûz zikre, ve kânû kavmen bûra(bûren).
    (Putlar) dediler ki: “Sen Sübhan’sın (münezzehsin), Senden başka dostlar edinmemiz bize yakışmaz. Fakat Sen, onları ve onların babalarını metalandırdın. (Bu sebeple) öyle ki zikri unuttular ve helâkı hakeden bir kavim oldular.”
  57. 25 / FURKÂN – 36   Fe kulnazhebâ ilel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, fe demmernâhum tedmîrâ(tedmîren).
    Bundan sonra “Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin!” dedik. Sonra da onları helâk ederek, yok ettik.
  58. 25 / FURKÂN – 38   Ve âden ve semûdâ ve ashâber ressi ve kurûnen beyne zâlike kesîrâ(kesîren).
    Ve Ad ve Semud kavmini ve Ress ashabını (Hz. Şuayb’ın kavmini) ve bunların arasındaki (sürede yaşayan) birçok nesilleri (helâk ettik).
  59. 25 / FURKÂN – 39   Ve kullen darabnâ lehul emsâle ve kullen tebbernâ tetbîrâ(tetbîren).
    Ve onların hepsine, misaller verdik ve hepsini mahvederek, helâk ettik.
  60. 25 / FURKÂN – 65   Vellezîne yekûlûne rabbenasrif annâ azâbe cehenneme inne azâbehâ kâne garâmâ(garâmen).
    Ve onlar: “Rabbimiz cehennem azabını bizden uzaklaştır. Muhakkak ki onun azabı daimî helâk edicidir.” derler.
  61. 26 / ŞUARÂ – 3   Lealleke bâhıun nefseke ellâ yekûnû mu’minîn(mu’minîne).
    Onlar mü’min olmuyorlar diye, neredeyse kendini helâk edeceksin.
  62. 26 / ŞUARÂ – 139   Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
    Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Biz de bu sebeple onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
  63. 26 / ŞUARÂ – 208   Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
    Ve hiçbir kasabayı, nezirler olmadıkça (ona nezirler göndermedikçe) helâk etmedik.
  64. 27 / NEML – 49   Kâlû tekâsemû billâhi le nubeyyitennehu ve ehlehu summe le nekûlenne li veliyyihî mâ şehidnâ mehlike ehlihî ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
    Allah’a kasem (yemin) ederek dediler ki: “Biz geceleyin mutlaka ona ve ailesine baskın düzenleyelim (onları öldürelim). Sonra da onun dostlarına (muhakkak ki) onun ailesinin helâk edilmesine şahit olmadık ve gerçekten biz sadıklarız (doğru söyleyenleriz).” diyelim.
  65. 28 / KASAS – 43   Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe min ba’di mâ ehleknel kurûnel ûlâ besâire lin nâsi ve huden ve rahmeten leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
    Ve andolsun ki evvelki nesilleri helâk ettikten sonra Musa (A.S)’a, insanlar için basiretleri açılsın (kalp gözleri görmeye başlasın) ve hidayet rehberi ve rahmet olsun (Rahîm esması tecelli etsin) diye Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Umulur ki böylece onlar, tezekkür ederler.
  66. 28 / KASAS – 58   Ve kem ehleknâ min karyetin batırat maîşetehâ, fe tilke mesâkinuhum lem tusken min ba’dihim illâ kalîlâ(kalîlen), ve kunnâ nahnul vârisîn(vârisîne).
    Ve azarak, maişetlerine şükretmeyen nice ülkeyi helâk ettik. İşte bunlar, onların meskenleri, onlardan sonra (çok) az bir süre hariç, iskân edilmedi (oturulmadı). Ve Biz, onların varisleri, Biziz.
  67. 28 / KASAS – 59   Ve mâ kâne rabbuke muhlikel kurâ hattâ yeb’ase fî ummihâ resûlen yetlû aleyhim âyâtinâ, ve mâ kunnâ muhlikîl kurâ illâ ve ehluhâ zâlimûn(zâlimûne).
    Ve senin Rabbin, ülkelere, onların ana şehirlerine, onlara âyetlerimizi okuyan bir resûl göndermedikçe helâk edici olmadı. Ve Biz, onun halkı zalim olmadıkça (zulmetmedikçe) ülkeleri helâk edici olmadık.
  68. 28 / KASAS – 78   Kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin indî, e ve lem ya’lem ennellâhe kad ehleke min kablihî minel kurûni men huve eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’â(cem’an), ve lâ yus’elu an zunûbihimul mucrimûn(mucrimûne).
    (Karun): “O (servet) ancak bendeki ilim sebebiyle bana verildi.” dedi. Ondan önce, “Allah’ın ondan daha kuvvetli (güçlü) olan ve ondan daha çok şey toplayan nesilleri (zenginleri) helâk etmiş olduğunu” bilmiyor mu? Ve mücrimlere günahlarından sorulmaz.
  69. 28 / KASAS – 88   Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar(âhara), lâ ilâhe illâ hû(hûve), kullu şey’in hâlikun illâ vecheh(vechehu), lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).
    Ve Allah ile beraber başka bir İlâh’a dua etme (ibadet etme). O’ndan başka İlâh yoktur. O’nun Zat’ı hariç herşey helâk olucudur. Hüküm O’nundur. Ve O’na döndürüleceksiniz.
  70. 29 / ANKEBÛT – 31   Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeh(karyeti), inne ehlehâ kânû zâlimîn(zâlimîne).
    Ve Bizim resûllerimiz İbrâhîm’e müjde ile geldikleri zaman, dediler ki: “Muhakkak ki biz, bu ülkenin halkını helâk edeceğiz. Çünkü bu belde halkı zalim oldular.”
  71. 29 / ANKEBÛT – 37   Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
    Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı. Böylece kendi diyarlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar (helâk oldular).
  72. 32 / SECDE – 26   E ve lem yehdi lehum kem ehleknâ min kablihim minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyât(âyâtin), e fe lâ yesmeûn(yesmeûne).
    Onları hidayete erdirmedi mi? Onlardan önceki nesillerden nicelerini helâk ettik (etmiş olmamız). Onların (evvelce) meskûn oldukları yerlerde (yurtlarında) dolaşıyorlar. Muhakkak ki bunda, elbette âyetler (deliller, ibretler) vardır. Hâlâ işitmeyecekler mi?
  73. 36 / YÂSÎN – 31   E lem yerev kem ehleknâ kablehum minel kurûni ennehum ileyhim lâ yerciûn(yerciûne).
    Ondan önceki nice nesillerden (kimleri) helâk ettiğimizi, onların (helâk edilenlerin) kendilerine dönmediklerini görmediler mi?
  74. 37 / SÂFFÂT – 56   Kâle tallâhi in kidte le turdîn(turdîne).
    “Allah’a yemin olsun ki, sen az daha beni de gerçekten helâk edecektin?” dedi.
  75. 38 / SÂD – 3   Kem ehleknâ min kablihim min karnin fe nâdev ve lâte hîne menâs(menâsin).
    Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler, fakat kurtuluş vakti geçmişti.
  76. 40 / MU’MİN – 34   Ve lekad câekum yûsufu min kablu bil beyyinâti fe mâ ziltum fî şekkin mimmâ câekum bih(bihî), hattâ izâ heleke kultum len yeb’asallâhu min ba’dihî resûlâ(resûlen), kezâlike yudıllullâhu men huve musrifun murtâb(murtâbun).
    Ve andolsun ki daha önce Yusuf (A.S) size beyyineler (deliller) ile geldi. Fakat size getirdiği şeyden şüphe içinde olmanız zail olmadı. Hatta (o) helâk olduğu zaman: “Ondan sonra Allah asla başka resûl beas etmez (göndermez).” dediniz. Allah haddi aşan şüphecileri işte böyle dalâlette bırakır.
  77. 41 / FUSSİLET – 23   Ve zâlikum zannukumullezî zanentum bi rabbikum erdâkum fe asbahtum minel hâsirîn(hâsirîne).
    Ve işte Rabbiniz hakkındaki sizin bu zannınız, sizi helâka sürükledi. Böylece hüsrana düşenlerden oldunuz.
  78. 42 / ŞÛRÂ – 34   Ev yûbıkhunne bimâ kesebû ve ya’fu an kesîr(kesîrin).
    Veya kazandıkları (yaptıkları) sebebiyle onları helâke sürükler ve onların çoğunu (da) affeder.
  79. 43 / ZUHRÛF – 8   Fe ehleknâ eşedde minhum batşen ve medâ meselul evvelîn(evvelîne).
    Bu sebeple (Mekkelilerden) daha güçlü olanları da şiddetle yakalayarak helâk ettik. Evvelki (ümmetlere) ait misaller (daha önce) geçmişti.
  80. 44 / DUHÂN – 37   E hum hayrun em kavmu tubbein vellezîne min kablihim, ehleknâhum innehum kânû mucrimîn(mucrimîne).
    Onlar mı yoksa Tubba’nın kavmi ve onlardan öncekiler mi daha hayırlı? Biz onları helâk ettik. Çünkü onlar mücrimlerdi.
  81. 45 / CÂSİYE – 24   Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed dehr(dehru), ve mâ lehum bi zâlike min ilm(ilmin), in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).
    Ve: “O (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden (zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda ilimden (nasipleri) yoktur. Onlar sadece zanda bulunurlar.
  82. 46 / AHKÂF – 27   Ve lekad ehleknâ mâ havlekum minel kurâ ve sarrafnel âyâti leallehum yerciûn(yerciûne).
    Ve andolsun, sizin etrafınızdaki beldelerden pekçoğunu helâk ettik. Ve âyetleri açıkladık ki, belki böylece onlar dönerler diye.
  83. 46 / AHKÂF – 35   Fasbir kemâ sabere ulûl azmi miner rusuli ve lâ testa’cil lehum, ke ennehum yevme yerevne mâ yûadûne lem yelbesû illâ sâaten min nehâr(nehârin), belâg(belâgun), fe hel yuhleku illel kavmul fâsikûn(fâsikûne).
    Öyleyse ulûl’azm olan resûller gibi sabret. Ve onlar için acele etme. O gün vaadolundukları şeyi (azabı) gördükleri zaman gündüzün bir saatinden fazla kalmamış gibi olurlar. (Bu) bir tebliğdir. Artık fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi?
  84. 47 / MUHAMMED – 8   Vellezîne keferû fe tağsen lehumve edalle a’mâlehum.
    Ve onlar ki kâfirdirler. Artık onlar helâka maruzdurlar. Ve onların amellerini (Allah) boşa çıkardı.
  85. 47 / MUHAMMED – 10   E fe lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, demmerallâhu aleyhim ve lil kâfirîne emsâluhâ.
    Onlar yeryüzünde dolaşmadılar mı? Onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu baksınlar! Allah onları dumura uğrattı (helâk etti). Ve onun bir benzeri de kâfirler içindir.
  86. 47 / MUHAMMED – 13   Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddu kuvveten min karyetikelletî ahrecetke, ehleknâhum fe lâ nâsıra lehum.
    Nice beldeler, seni çıkardıkları ülkeden daha kuvvetliydi (daha üstündü), onları helâk ettik. O zaman onlar için bir yardımcı yoktu.
  87. 48 / FETİH – 12   Bel zanentum en len yenkaliber resûlu vel mû’minûne ilâ ehlîhim ebeden ve zuyyine zâlike fî kulûbikum ve zanentum zannes sev’i ve kuntum kavmen bûrâ(bûren).
    Hayır, siz Resûl ve mü’minlerin, ailelerine ebediyen asla dönmeyeceklerini zannettiniz. Ve bu (zan), kalplerinizde süslendi. Kötü bir zanla zanda bulundunuz. Ve siz helâka müstahak bir kavim oldunuz.
  88. 48 / FETİH – 25   Humullezîne keferû ve saddûkum anil mescidil harâmi vel hedye ma’kûfen en yebluga mahıllehu, ve lev lâ ricâlun mu’minûne ve nisâun mû’minâtun lem ta’lemûhum en tetaûhum fe tusîbekum minhum maarratun bi gayri ilm(ilmin), li yudhılallâhu fî rahmetihî men yeşâu, lev tezeyyelû le azzebnellezîne keferû minhum azâben elîmâ(elîmen).
    Onlar ki kâfirdirler. Ve sizi Mescid-i Haram’dan ve bekletilen kurbanları (kesim) mahalline ulaşmaktan men ettiler. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız (bilmeden) helâk edeceğiniz mü’min erkekler ve mü’min kadınlar bulunmasaydı, bu yüzden bilmeksizin (haberiniz olmadan), onlardan size bir sıkıntı isabet edecek olmasaydı (Allah, savaşmanıza müsaade ederdi). (Allah’ın savaşa müsaade etmemesi) Allah’ın dilediğini rahmetine dahil etmesi içindir. Eğer (mü’minler) ayrılmış olsalardı, onlardan kâfir olanları mutlaka elîm azapla azaplandırırdık.
  89. 50 / KAF – 36   Ve kem ehleknâ kablehum min karnin hum eşeddu minhum batşen fe nakkabû fîl bilâd(bilâdi), hel min mahîsin.
    Ve onlardan önce, yakıp yıkmak ve şiddet bakımından, onlardan daha kuvvetli nice nesilleri helâk ettik. Oysaki beldelerde (helâk olmaktan kurtulmak için) gezip dolaştılar, yer araştırdılar. Kaçıp kurtulacak bir yer var mı ki ?
  90. 52 / TÛR – 45   Fe zerhum hattâ yulâkû yevmehumullezî fîhî yus’akûne.
    Artık onları, helâk olacakları günlerine kavuşuncaya kadar terket.
  91. 53 / NECM – 50   Ve ennehû ehleke âdenil ûlâ.
    Ve muhakkak ki, evvelki Âd (halkını) helâk etti.
  92. 53 / NECM – 51   Ve semûde femâ ebkâ.
    Ve Semud’u (da helâk etti). Böylece (onları) bâki kılmadı (geriye kimseyi bırakmadı).
  93. 53 / NECM – 52   Ve kavme nûhın min kabl(kablu), innehum kânû hum azleme ve atgâ.
    Ve daha önce de Nuh (A.S)’ın kavmini (helâk etti). Muhakkak ki onlar, daha zalim ve daha azgındılar.
  94. 54 / KAMER – 34   İnnâ erselnâ aleyhim hâsiben illâ âle lût(lûtin), necceynâhum bi sehar(seharin).
    Muhakkak ki Biz, onların üzerine helâk edici bir kasırga gönderdik. Seher vaktinde Lut (A.S)’ın ailesi hariç, onları kurtardık.
  95. 54 / KAMER – 42   Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).
    Âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Bu sebeple onları üstün kudret sahibinin yakalayışı ile yakalayıp aldık (helâk ettik).
  96. 54 / KAMER – 51   Ve lekad ehleknâ eşyâakum fe hel min muddekir(muddekirin).
    Ve andolsun ki, sizin gibi olanları helâk ettik. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?
  97. 63 / MUNÂFİKÛN – 4   Ve izâ reeytehum tu’cibuke ecsâmuhum, ve in yekûlû tesma’, li kavlihim, ke ennehum huşubun musennedeh(musennedetun), yahsebûne kulle sayhatin aleyhim, humul aduvvu fahzerhum, kâtelehumullâhu ennâ yû’fekûn(yû’fekûne).
    Onları gördüğün zaman onların cesameti (görünüşleri) seni hayran bırakır. Ve eğer konuşurlarsa, onların sözlerini dinlersin, onlar sanki duvara dayalı kütükler gibidirler. Her sayhayı (gürültüyü) kendi üzerlerine (aleyhlerine) sanırlar. Onlar düşmandırlar. Artık onlardan hazer et (sakın), Allah onları helâk etsin (kahretsin), nasıl da döndürülüyorlar.
  98. 67 / MULK – 28   Kul ereeytum in ehlekeniyallâhu ve men maıye ev rahımenâ fe men yucîrul kâfirîne min azâbin elîm(elîmin).
    De ki: “Gördünüz mü, şâyet Allah, beni ve benimle beraber olanları helâk etse veya bize rahmet etse, bundan sonra kâfirleri elîm azaptan kim kurtarır?”
  99. 69 / HÂKKA – 5   Fe emmâ semûdu fe uhlikû bit tâgıyeh(tâgıyeti).
    Fakat bu sebeple Semud (kavmi) azgın (çok şiddetli) bir azapla helâk edildi.
  100. 69 / HÂKKA – 6   Ve emmâ âdun fe uhlikû bi rîhın sarsarin âtiyeh(âtîyetin).
    Ve amma, Ad (kavmi) ise (o da) bu sebeple şiddetli dondurucu, azgın esen bir fırtına ile helâk edildi.
  101. 69 / HÂKKA – 29   Heleke annî sultâniyeh.
    Benim saltanatım (mal gücüm) helâk oldu.
  102. 71 / NÛH – 28   Rabbigfirlî ve li vâlideyye ve li men dehale beytiye mu’minen ve lil mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti) ve lâ tezidiz zâlimîne illâ tebârâ(tebâren).
    Rabbim, beni, annemi, babamı ve evime mü’min olarak girenleri ve mü’min kadınları ve mü’min erkekleri mağfiret et. Zalimlere helâkından başka bir şeyi artırma.
  103. 77 / MURSELÂT – 16   E lem nuhlikil evvelîn(evvelîne).
    Evvelkileri Biz helâk etmedik mi?
  104. 79 / NÂZİÂT – 25   Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.
    Bunun üzerine Allah, onu dünya ve ahiret azabıyla ahzetti (yakalayıp helâk etti).
  105. 84 / İNŞİKAK – 11   Fe sevfe yed’û subûrâ(subûren).
    İşte o, hemen ölümü davet edecek (helâk olmak için dua edecek).
  106. 85 / BURÛC – 4   Kutile ashâbul uhdûd(uhdûdi).
    Hendeklerin sahipleri helâk edildi.
  107. 91 / ŞEMS – 15   Ve lâ yehâfu ukbâhâ.
    Ve (Allah) onun (o beldenin ve halkının) ukbasından (akıbetinden) (helâk oluşlarından) korkacak değildir.
  108. 92 / LEYL – 11   Ve mâ yugnî anhu mâluhû izâ tereddâ.
    Ve helâk olduğu zaman, malı ona fayda vermez.
  109. 111 / TEBBET (MESED) – 1   Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe).
    Ebu Leheb’in iki eli kurudu ve helâk oldu.

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024