ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA

ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA

Şu üç günlük dünyada ebedi olan sermayesini satan ve bitiren bir insan gerçek ve gerçekten de müflis insandır.

-Her insan en azıyla biraz kirlidir.

Hayatının bir bölümünde kirlenme olmuş, zikzaklar ve gelgitler yaşanmıştır.
Yüzde yüz istikamet ancak peygamberler için düşünülebilir, zelle ile beraber.
Mesele temizlenmekten ziyade kirlenmemiş olsa da, bu imkansızı hiç olmazsa tevbe ve dönüş yaparak temizlenme yoluna girmekle olur.
Böyle kirli bir asırda temiz kalmak ve hele hele kirlenmemiş adeta cehennemde ve cehennemi halet içerisinde hiç yapmamak zor bir durumdur.
Herkes dünyanın geçirdiği bu buhrandan az çok etkileniyor.
Boğulmalar ve kalaklar yaşanıyor.
Zaten namaz ibadetinin günün uçlarına ve ortalarına yayılmasında bir hikmet bu arınmayı sağlamak içindir.

************  

“Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider, veya Onun malı olduğundan, yine Ona rücû eder.”[1]

-Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Arşa çıksan âkıbet yer, yer seni.
Onun için onun adı yer oldu.
Önce besler sonra kendi yer seni. | İbn-i Kemal Paşa.

-Koyunun en çok korktuğu kurttur. Ancak korkması gereken çobandır.
Zira çoban onu küçük yaşından itibaren büyütür. Ya kendi yer ya da başkasına satarak kestirip yedirir.
Toprakta Allah’ın izniyle bizi besler, sonra da yer.
Allah’ın kudretiyle Topraktan geldik, topraktan beslendik ve yine toprağa döneceğiz.
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.”
“Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.” (Bakara Suresi, 156)

Minallah, İlallah. Allahtan, Allaha.

Heme ost değil, heme ezost. Her şey O değil, her şey O’ndandır.

***********  

İnsanın ebede giden yolculuğunda;


İster çakıl taşı kadar olsun ister boyunu aşan bir sıkıntı musibet olsun. Bütün bunların iki diyeti var;

Birincisi bu gibi şeyler nokta kadar da olsa bazen yürüyüşünü engelleyip, durdurup, yavaşlatıp, yolundan onu alıp koyarken, diğer yandan da bedeli ödenmiş, pahalı da olsa bir tecrübeyi oluşturup olgunlaşmasına ve yoluna mükemmel olarak gitmesine sebep olmaktadır.

Tüm mesele o noktada boğulmamak, o çakıl taşı kadar şeylerin kendisine bir duvar olup engel olmaması, O engelleri aşarak ondan elde ettiği tecrübeleri biriktirmek,geleceğe taşımaktır.

Ebet yolunda kendisine sermaye etmesi gerekir.

Nitekim Urfalı Şair Yusuf Nabi’nin İstanbul’da bir evi vardır. Ruhsatsız olduğundan evi Belediye tarafından için yıkılır.

Bunun üzerine öyle bir şiir yazar ki diğer şairler şöyle derler; ya rabbi keşke bunun 100 tane evi olsaydı, yüzü de yıkılsaydı.

Yani Böylece 100 tane şiir yazmış olurdu.

Yine Mehmet Akif’in de tekrar bir İstiklal Marşı yazar mısınız? sözüne karşı; Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın, demesi gibi.

Çünkü İstiklal Marşı’nı yazmak için İstiklal Savaşı’nın olması gerek.

Buna benzer hayatta başa gelen şeyler birer sıkıntıdır. Adeta kabz ve bast hali gibi bir yandan daralıp bir yandan gelişme, bir yandan gerilip diğer yandan atlama gibi hedefe doğru itici güç oluşturur. Giderek mesafeleri kat etmeye de vesile olur.

Ancak insan aciz olduğu için bazen damlada boğulabiliyor?

Bir çakıl taşı yürümesine engel teşkil ediyor. Tabiri caizse tekerinin patlamasına, bindiği atın tökezlemesine, hedefine geç gitmesine de sebep oluyor.

İşte o durumda O’na iltica etmek, O’na dua edip yalvarmak gerek. O’ndan istemek o gibi sıkıntıları onun vesilesiyle açmak ve aşmak lazım. Çünkü bu durum aynı zamanda O’na duayı, iltica edip yalvarmayı ve istemeyi, O’ndan başka sığınağın olmadığını da göstermiş oluyor.

**************  

KAZA GELİNCE GÖZ BAĞLANIR

 

Süleyman aleyhisselam bir sefere çıkmıştı. Divan çadırı kurulunca, bütün kuşlar huzuruna geldiler. Her biri bütün hünerlerini birer birer sayıp dökmeye başladılar. Sıra Hüdhüd’e gelince:

“Padişahım, ben yükseklerde uçarken yer altındaki suyu görebilirim. Ey büyük padişah! Sefere giderken beni de yanına al. Sana konaklayacağın yerde suyu bulmana faydalı olurum.” dedi.

Hüdhüd’ü duyan hasetçi karga:

“Hüdhüd yükseklerde uçarken yer altındaki suyu görebilirim diyor ama, basit bir tuzağa yakalanıyor. Böyle bir hüneri olsa idi yerdeki tuzağı görüp ona yakalanmazdı” dedi.

Bunun üzerine Süleyman aleyhisselam:

“Ey Hüdhüd, yaptığını beğendin mi? Bizim huzurumuzda yalan söylemek olur mu?” diye Hüdhüd’ü azarladı.

Hüdhüd:

“Ey yüce padişah! Dediklerimin hepsi doğrudur. Fakat benim tuzağı göremeyişimin sebebi, kazâ ve kaderin gözümü kapaması, aklımı bağlamasıdır. Ne yazık ki kazâ gelince bilgi uykuya dalar, el ayak tutulur ve göz bağlanır” dedi.[2]

 

MEHMET ÖZÇELİK

2-9-2023

[1] Bediüzzaman. Habbe. 101, Bak. Zeylul Hubab. 94.

[2] KAYNAK; Feridüddin-i Attar kitabından alınmıştır.

 

Loading

No ResponsesEylül 2nd, 2023