KIYAMETTEN ÖNCEKİ HELAK

KIYAMETTEN ÖNCEKİ HELAK

وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَدٖيداًؕ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً ﴿٥٨﴾

“(Günaha batmış) ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk etmiş veya onları çetin bir şekilde azaba uğratmış olacağız. Bu, kitapta yazılıdır.” [1]
1445 sene önce ahirzaman ve Peygamberimizde ahirzaman peygamberi olursa;
1445 sene sonra olan şu zaman elbette ahirinde ahiri olur.
Geçmiş kavimlerdeki toplu helake karşılık, zamanımızda köy, karye, belde,kasaba, şehir,devlet ve devletler olarak; ya deprem, ya yangın,ya sel ve fırtına gibi afetlerle gerçekleşmektedir.

“ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ:
Cenab-ı Hak musibetleri veriyor, belaları musallat ediyor. Hususan masumlara, hattâ hayvanlara bu zulüm değil mi?

Elcevab:
Hâşâ! Mülk Onundur. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hem acaba: San’atkâr bir zât, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp gayet san’atkârane yaptığı murassa’ bir libası sana giydiriyor, hünerini, meharetini göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor.. seni oturtuyor, kaldırıyor. Sen ona diyebilir misin ki: “Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana, oturtup kaldırmakla zahmet verdin”? Elbette diyemezsin. Dersen, divanelik edersin. Aynen öyle de: Sâni’-i Zülcelal göz, kulak, lisan gibi duygularla murassa’ gayet san’atkârane bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder, susuz eder.. bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i esmasını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor. Sen eğer desen: “Beni ne için bu mesaibe mübtela ediyorsun?” Temsilde işaret edildiği gibi, yüz hikmet seni susturacak. Zâten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır. Hayat, harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder. Hayat cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.”[2]

“Üçüncü nokta : Ayette vardır: “Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” (Enfal Suresi: 25.) Çünkü, musibet-i ammeden masumlar harika bir tarzda, yangın içinde selamette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i ammede masumlar da bela çekerler.” [3]

“[Şefkat yüzünden, esasat-ı İslamiyenin haricindeki bid’at ve dalâlet yollarına sapanları çeviren bir hakikattır.]
Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmetenli’l-Âlemîn zâtın (a.s.m.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir.
Meselâ, kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur’an’ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azimini inkâr ve tekzip olduğu gibi, bir zulm-ü azim ve gayet derecede bir merhametsizliktir.
Çünkü masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.
Risale-i Nur’da kat’iyetle ispat edilmiş ki, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azimdir ve rahmetin ref’ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hatta, deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, “İstirahatimizin selbine sebep oldular” diye rivayet-i sahiha vardır.
O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkata lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman masumlar da yanarlar; onlara acımak olmuyor. Fakat, cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.
Bir zaman, eski Harb-i Umumîde, düşmanların ehl-i İslama ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim.
Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belalara mukabil rahmet-i İlahiyenin hazinesinden öyle mükâfâtları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, “Ya Rabbi, şükür elhamdü lillâh” diyeceklerini bildim ve kat’î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum.”[4]

Mehmet Özçelik

 31.08.2023.

[1] İsra.58.

[2] Bediüzzaman. Mektubat.12. Mektup.

[3] Emirdağ Lahikası. 32.

[4] Kastamonu Lahikası. 48-49. Bak.79,104,174.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/birden-ihtar-edilen-bir-mesele/79
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/dort-bes-kardeslerime-ait-birer-kisacik-konusacagim/104
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/isarat-i-kur-aniye-ve-uc-keramet-i-aleviye-ve-keramet-i-gavsiye-hakkin/174

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023