HAYATIN SIRRI
HAYATIN SIRRI
Cenab-ı Hakk’ın Kâinat çapında en büyük projesi insan projesidir.
Çünkü bu insanın özelliği diğer bütün varlıkların ötesinde Cenab-ı Hakkı bilmektir. Bilmenin de ötesinde kendi Yaradanını, Yaratıcısını tanımaktadır ki; biz buna Marifetullah diyoruz.
İnsan marifette zirveye çıkar, sonsuza dek uzanır. Böylece insan kendi yaratıcısını tanıdıkça, O’nu daha çok sever, O’nu sevdikçe de ona olan Muhataplığı ve Rü’yeti sürdürülür.
Onun içindir ki; diğer varlıklar mesela koyun, keçi, kedi, köpek, at vesaire kendi sahibini tanırken, insan o tanımanın ötesinde kendi Rabbini, kendi Sahibini bilmekte, bilmenin de ötesinde tanımakta, tanımanın ötesinde de O’nun vasıflarını, özelliklerini ve marifetine mazhar olmaktadır.
Bilmek ayrı, tanımak ayrıdır.
Şeytan Allah’ı biliyor ancak tanımıyordu.
Bilmek akla âid bir duygu, tanımak ise kalbe âid bir duygudur.
Bilgide kalıp tanımaya dönüşmeyen bir bilgi, yenilip de hazmedilmeyen gıda gibidir.
Şeytanın aklında Allah bilgisi var idi ancak hazmedilmediğinden kalbe marifet olarak yansımamış, marifete dönüşmemişti.
Şeytan marifetten yoksun idi. Tıpkı kitap yüklü merkep idi.
Bütün sıfatları içerisinde insan ebediyete doğru gitmekte ve o bilgisini, marifetini, anlamasını ve irfanını da ziyadeleştirmektedir.
-“Kendi hayatının mahiyetine bak ki; o mahiyetinin icmâli şudur:
Esmâ-i İlâhiyeye âit garâibin fihristesi, hem şuûn ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyâsı, hem kâinattaki âlemlerin bir mîzanı, hem bu âlem-i kebîrin bir listesi, hem şu kâinatın bir haritası, hem şu kitâb-ı ekberin bir fezlekesi, hem kudretin gizli defînelerini açacak bir anahtar külçesi, hem mevcudâta serpilen ve evkâta takılan kemâlâtının bir ahsen-i takvîmidir. İşte mahiyet-i hayatın bunlar gibi emirlerdir.
Şimdi, senin hayatının sûreti ve tarz-ı vazifesi şudur ki:
Hayatın bir kelime-i mektûbedir, kalem-i Kudretle yazılmış hikmetnümâ bir sözdür;
görünüp ve işitilip, Esmâ-i Hüsnâya delâlet eder. İşte hayatının sûreti, bu gibi emirlerdir.
Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete aynalıktır. Yani, bütün âleme tecellî eden esmânın nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyetle, Zât-ı Ehad-i Samede aynalıktır.
Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının aynasında temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip, sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir, Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir, kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadîs-i kudsînin meâl-i şerifi olan, -Ben göklere ve yere sığmam. Hayrettir ki, mü’minlerin kalbine sığarım.- denilmiştir.
İşte, ey nefsim! Hayatının böyle ulvî gàyâta müteveccih olduğu ve şöyle kıymetli hazîneleri câmi’ olduğu halde, hiç akıl ve insafa lâyık mıdır ki, hiç ender hiç olan muvakkat huzûzât-ı nefsâniyeye, geçici lezâiz-i dünyeviyeye sarf edip zâyi edersin.”[1]
-Hadis-i Kudsi’de; “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.”
Yani; “Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir ayna olsun ve o aynada cemâlimi göreyim” demiştir.”
MEHMET ÖZÇELİK
28-04-2020
[1] 11. Söz s.118-119.