İNSAN BİR YOLCUDUR
İNSAN BİR YOLCUDUR
-“Bu yolculuk ise,alem-i ervahtan(ruhlar alemi),rahmi maderden (anne karnından), dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır.”
-“İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.”Bediüzzaman.
-Eğer Allah insanları anne baba yoluyla, sebepler vesilesiyle dünyaya göndermeseydi, direkmen yaratsaydı ve aynı zamanda direkmen dünyaya göndermeden cennete koymuş olsaydı, şu hakikatlar olmazdı;
Evvela ikincisinden başlayacak olursak; insanlar Madenler gibidirler, buyuran Efendimizin bu ifadesi ile; kömür- altın- gümüş- Elmas hepsi maden olmakla beraber, ateşe konulması, imtihana tabi tutulması neticesinde ayrıştırılması lazım.
Yine anne baba vesilesiyle insanı yaratmayıp direk yaratsaydı; o zaman da akrabalık bağları, insanları birbirine bağlayan bağlar oluşmazdı ve imalatına kendisinin de katkıda bulunmuş olduğu evlat –yavru- çocuk ve onlarla olan sevgi bağlantısı olmazdı. Yukarı tarafta da anne babası kendisinin oluşumuna vesile olması hasebiyle sevgi ve saygı bağları da olmamış olurdu.
-İşte bütün bu hakikatler içindir ki; Hz Adem ile benim aramda nasılki bir dedelik ve tohumluk münasebeti varsa; akrabalık, yakınlık, teyze, hala, amca, dayı, kardeş, evlat, vesaire bütün bu bağlar bu vesilelerle ve sebeplerle oluşmaktadır.
Ve insanlar kaliteli kalitesiz, kıymet ve değer itibarıyla Allah Adalet ettiği içindir ki; adaleti gereği, insanın iradesi de gelmiş olduğu noktaya göre insanı değerlendirmeyi dilediği içindir ki dünyaya göndermektedir.
Ebediyete göndereceği bu insanı oraya liyakat keşfetmesi içindir ki, dünya imtihanına tabi tutmuştur.
Ve bütün bu yaratıklarla beraber hepsinin Allah ile olan bir nisbeti, bir intisabı, bir mensubiyeti vardır.
Allah böylece Kendisiyle Kainat arasında bir Nisbet oluşturmak, bir mensubiyet bağı ile bağlamak, aynı zamanda abd ile Mabud arasındaki bu nispeten oluşabilmesi için arada bu sebeplerin olmasını Allah irade etmiş oldu. Bu sebepten bizi vücuda çıkarttı ve bizi o sebep bağlantıları ile, ipleri ile, zincirleriyle birbirimize ve sonuçta da kendisine bağlamış oldu.
-İnsan emeği olduğu şeye, emeğinin katkısı olduğu bir şeye daha çok sahiplenmek ister. Bedava gelen bir telefon ile, Babasının aldığı bir telefon ile, kendi emeğiyle almış olduğu, parasıyla almış olduğu bir telefon ile ve daha ötesi kendisinin imal etmiş olduğu bir telefona insanın sahip olması farklı farklıdır.
İşte en son örnekte olduğu gibi; Allah adeta İnsanı kendi elinin emeğinin bir neticesi olaraktan elde ettiği şeye kıymet vermesi, sahiplenmesi içindir ki; araya sebepleri koydu, anne baba faktörünü devreye koymuş oldu.
-Bu insanlar Hz. Adem’in topraktan yaratılması dışında, bedeni bizzat Allah tarafından yaratılmış olup, Hazreti Adem’in ruhu ile beraber kıyamete kadar gelmiş olan tüm Ruhlar Allah tarafından birebir olaraktan, birinci elden yaratılmıştır. Ancak Hz. Adem’den sonraki çocukların oluşumunda vesile olan anne ve babanın dünyaya getirilmesine vesile oldukları çocukları ile arasında sıkı bir münasebet olmaktadır. O münasebet ve arada perdeler kanalıyla yaralandıkça o nisbette de bağlantı azalmaktadır. Diğer taraftan kendi çocuğu ile anne babalık münasebeti kuvvetli olaraktan devam etmektedir.
-En önemlisi de; insanın yaratılışına ekilmiş olan tohumların, ruhunda olan duyguların açılmasına, neşv-ü nema bulmasına vesile olmaktadır. Bütün bu irtibatları ve nisbetleri yakınlıkları sebebiyledir…
-Ruhlar bu dünyada kendilerine münasip ruhlarla ünsiyet kurmakta, ülfet peyda etmektedirler.
Bu arada ruhlar da kendi cesetleriyle bir nisbet, bir bağlantı, bir uyumluluk adeta kendi evine uyumlu hale gelmesi veya kendi evini uyumlu hale getirmesine vesile olmaktadır.
-Tekemmülünü tamamlayan insan eskisi yönüyle ölürken, yenisi yönüyle de tekrar dirilmektedir.
Tıpkı annesinin karnında 9 ay 10 gününü tamamlayan insan, kemale erdikten sonra ölmekte dünya cihetiyle doğmaktadır. Dünyada da tekamülünü tamamlayan insan veya tamamlaması imkansız olan insanlar; dünya cihetiyle ölürken ahiret cihetiyle yaratılmaktadır.
Sonsuzluğa aday olan bu insanlar, sonsuza doğru kulaç açarken elbetteki bu dünyaya geri dönme durumu söz konusu olmamaktadır. Tıpkı annesinin karnından dünyaya gelen insanın geri gitmeyeceği, geri anne karnı yönüyle de hayatı olmayacağı gibi ki, o onun için bir ölümdür. Dünyaya gelmek de aynı şekilde onun için ölüm olur.
-Eşya arasındaki nisbet, sebepler kanalı ile oluşmaktadır. Tüm sebepleri ile yaratıcı arasındaki nisbette yine o sebeplerin devreye girmesiyle yapmış olduğu işler ile ortaya çıkmaktadır.
-Küfür, inkar ve dalalet ise, o bağları ve bağlantısını kopardığı içindirki, otomatikman bütün kainat ile olan intisabı, bağlantısı kopmuş olur. Ancak gaflet, şüphe, tereddüt gibi durumlar ise, o bağlantıyı zayıflatır. O nisbeti o nisbette azalmış olur. Tıpkı evladı ile olan bağlantısı ile, torununun torununun torunu ile yani zincirleme olarak silsile halinde onuncu nesil, 22. nesildeki olanlar ile olan bağlantısı gibi zayıf düşmüş olur.
-İmanın gücü, kuvveti ise; iman arttıkça, Yaratıcısıyla ona nisbeti ve intisabı kuvvetlendikçe eşya ile olan nispeti; intisabı, kuvvetliliği, bağlılığı, yakınlığı ,onlara olan hakimiyeti, gücü, kuvveti de o nisbette artmış olur.
-İyiki varsın Allahım…
Ya olmasaydın?
Düşünmesi bile insanı ürpertiyor.
Sonsuz ve varlıklar sayısınca sana şükürler olsun Allahım.
-Kıssa: “İnsan Ağacı.
Kayısı çekirdeğinde bir kabiliyet vardır. Bu kabiliyet iyi işlenirse, o çekirdek bir kayısı ağacı olabilir. Fakat ne kadar çalışılırsa çalışılsın, kayısı çekirdeğini ceviz ağacı yapmak mümkün değildir.
Buna karşılık insan, irade-i cüz’iyesiyle kendisini her çeşit ağaç yapabiliyor.
İnsan kendisini netice itibariyle isterse cennet, isterse cehennem ağacı yapabildiği gibi, dünyada da bir insan kendi iradesiyle fazilet ağacı olabileceği gibi, rezalet ağacı da olabiliyor.
Dünyevî ilimler itibariyle de isterse doktor, isterse mühendis, isterse kimyager olabilir. Misâlleri çoğaltmak mümkündür.”(M.Kırkıncı)
– “Ölçü Hangisi?
Cesed, bir cihette ruhun elbisesi, diğer bir cihette de evi mesabesindedir. Bir kimse fevkalâde güzel elbiseler giymesine rağmen kendisi çirkin olsa, o kimseye çirkin hükmü verilir. Elbisenin güzelliği onu güzel etmez.
Veya bir kimse evine fevkalâde ihtimam gösterip her köşesini tezyin ettiği hâlde, kendi temizliğine hiç dikkat etmezse, bu adama da “pis” hükmü verilecektir. Evinin temizliği onu temiz etmez.
İşte, sadece bedeniyle alâkadar olup, ruhuna hiç ehemmiyet vermeyen veya onu ikinci plâna atan kimselerin hâli bu misâllere benzer.” (M.Kırkıncı)
– “Beden-Ruh Tenasübü.
Koyun fil kadar olsaydı, onu yatırıp kesemezdik, at da koyun kadar olsaydı, ona binemezdik.
Hizmetimize verilen sair hayvanatı da bunlara kıyas ettiğimizde, bu hayvanatın bedenlerinin bir cihette kendi ruhlarına münasip tarzda, diğer bir cihette de bizim istifademize muvafık şekilde yaratıldığını bedahetle görürüz.” (M.Kırkıncı)
MEHMET ÖZÇELİK
24-03-2019