TARİHTEN KESİTLER
TARİHTEN KESİTLER
Fuzuli her ne kadar;
İlm kesbiyle paye-i rif’at
Arzı-yı muhal imiş ancak
Aşk imiş her ne var alemde
İlm bir kıyl-ü kal imiş ancak
-İbrahim Hakkı Erzurumlu Hazretleri de:
Cihan bâğında ey âkıl, budur makbûl-i ins ü cin,
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin!
-Âşık der inci tenden
İncinme incitenden
Kemalde noksan imiş
İncinen incitenden… (Alvarlı Efe M. Lutfî Hz.)
-Bir zerre demekse şu semâvâta göre arz
Nisbetle beşer etmelidir kendini yok farz
–Güçlü pek büyük bir imparatorluk ancak bir pegamber ya da bir vaizin açıkladığı din üzerine kurulabilir. İbn-i Haldun
-(Muaviye’nin özel katibi bir Hıristiyandır). [1]
-Abbasilerden Osmanlıya batının sürekli en çok dikkatini çeken ve de bazen su-i istimallere kadar varan harem konusunda Andre şu ifadeyi kullanır:
“Halifenin eşleri ve ailesi haremde yaşardı. Harun’un hareminde iki yüz kadın olduğu, bunlardan yirmi kadarının ona çocuk verdikleri söylenir. Elli yıl kadar sonra tahta oturan Mütevekkil’in hareminde 12 000 kadın olduğu göz önüne alınırsa, neden olmasın? Batı dış gücünü uzun süredir meşgul eden sarayın harem bölümü, sıkça yazılanların aksine, hiç de sanıldığı gibi bir sefahat merkezi değildir. Halife eşleri ve halifeye çocuk veren cariyeler haremde özel daire sahibi olurlardı. Diğer cariyeler ve hizmetli kadınlar, kadınlar ve hadımlar tarafından örgütlenip yönetilen bu kapalı dünyada yaşarlardı.
Harem kadınlarının çoğu pazardan satın alınmakla birlikte, bazen de halifeden bir lütf dileyen eşraf, ya da bir aile üyesi tarafından halifeye armağan edilirdi. Harun döneminde Arap, Türk, Kafkas ve Yunan asıllı çok değişik milletlerden gelmiş kadınlara rastlanmaktaydı. Bu kadınların çoğu Araplar ile Bizans arasında bitmek tükenmek bilmez savaş ve talanlarda ele geçirilmişlerdi.” [2]
-Bu kadınlar sarayda hizmet eden kişilerdi. Tıpkı şu anda cumhurbaşkanlığı köşkünde bulunan tüm kadınlar Cumhurbaşkanının eşi olmadığı gibi.
Elbette köle gibi cariye hukuku da islamda vardır.
Su-i istimaller varsa, bu hata şahıslara aittir.
-Müslüman dünyası, VII yüzyıldan XI yüzyıla kadar Batı üzerine olduğu kadar, Doğu üzerinde de yadsınamaz bir üstünlük kurmuştur. M. Lombard
-OSMAN GAZİ
Matlabımız din-i Hüda’dır bizim
Mesleğimiz rah-ı Hüda’dır bizim
Yoksa, kuru mihnet ve kavga değil
Şafa-ı cihan olmağı dava değil
-Osman Gazi on dokuz yaşında iken şeyhi Edebali’nin kızı Malhun Hatunla evlendi, nikahlarını Edebali’nin müritlerinden Turgut kıydı.
Artık fırsat ve nusret senindir
Hidayet menzili nimet senindir
Sana verildi taht düşmesin baht
Ezeli ta ebed devlet senindir
Yansın çerağların alem içinde
Döşene sofalar davet senindir
İki cihanda hayırla anılmak
Nesep ve nesil ile burhan senindir
Çocukken erdi sana baht-ı devlet
Cihanda olan devran senindir
Süleyman zamanının menbağısın
Hem inse hem cinne ferman senindir.[3]
-Şeyhi Edebali, bey olduğu gün kendisine, tarihe geçen şu çarpıcı nasihatleri yaptı:
“Ey oğul!
Beysin … Bundan sonra öfke bize; uysallık sana…
Güceniklik bize; katlanmak sana…
Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana…
Geçimsizlikler bize, çatışmalar bize, anlaşmazlıklar bize; adalet sana…
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana…
Ey oğul!
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana…
Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…
Ey oğul sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.
Ey oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allahu Teala yardımcın olsun…”
-ORHAN GAZİ
Ey bağlarımın tatlı meyvesi olan Oğul! Saltanatına mağrur olma. Unutma ki dünya, Hazret–i Süleyman’a kalmamıştır. Unutma ki dünya saltanatı geçicidir.
Lakin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamberimiz Aleyhisselam’ın şefatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir! Dünyaya ahiret ölçüsüyle bakarsan; ebedi saadeti feda etmeye değmediğini göreceksin.
-Yahya Kemal Beyatlı “İstanbul’u fetheden yeniçeriye” şöyle sesleniyordu:
Vur Pençe-i Âlî`deki şemşîr aşkına
Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü`l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına
Düşsün çelengi Rûm`un, eğilsün ser-i Firenk
Vur Türk`ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına
-YILDIRIM BAYEZİD HAN:” Ben Allahu Tealanın dinini yaymak ve O’nun rızasına kavuşmak için dünyaya gelmişim.”
Çeşitli oyunlarını gördün zamanın,
Ne sevincin sürdüğünü ne de tasanın
Nice kasırlar yaptırmış beyler orada,
Şimdi ne beyin adı var ne de sarayın.
-Şair Baki’nin ifdesiyle;
Minnet Huda’ya devlet-i dünya fena bulur
Baki kalur sahife-i alemde adımız.
-Ebussuud Efendi’nin şiirlerinden biridir.
Ya Rahıme’l-halaik aslıh ümurana
Ya rabbena bi-fadlik temmim kusurana
Kaldı miyan-ı zulmet-i gaflette kalbimiz
Min dav’i nur-i zikrik nevvir sudurana!
Şal dem ki, hake sala bizi sarsar-ı ecel,
İc’l mine’l-cinani riyadan kuburana!
-1. Selim Han:
Bir köprüdür bu cihan kim gelüp geçer
Bi’l-emni ves’-selameti ic’al ‘uburand!
Ruz-i cezada cem’ ola emrin ile halk
Yessir lena bi-ehl-i ne’imin hudurand!
(Ey bütün yaratıkları esirgeyen Allahım! İşlerimizi düzelt.
Ey Rabbimiz! Kusur ve eksiklerimizi lütfunla tamamla! Kalbimiz kaldı gaflet karanlığında,
Seni anmanın nurunun ışığıyla gönüllerimizi aydınlat! Bizi ecel rüzgarı toprağa saldığı zaman,
Kabirlerimizi cennet bahçelerinden bir bahçe eyle! Bu cihan bir köprüdür herkes gelip geçer, ya Rab ! Geçişimizi selamet ve emniyetli kıl!
Bütün insanlar emrinle Kıyamet günü toplandığında cennet ehli ile beraber olmayı bize nasib eyle!)[4]
-111 . MURAD HAN:
Gönül levhine yazdum bir nice söz
Birini almak içün vir nice yüz
Dilersen niki kalbi taş olma
Vefsuzla sakın yoldaş olma
Sakın raz açmagıl na-ehl olana
Eyü gözle bakma ad-u sana
Sakıngıl talib olma mal-u caha
Nice cah ehli gördüm düşdi çaha
Açıklaması:
Gönül levhasına pek çok söz yazdım.
Birini almak için çok yüz ver.
İyi olmak dilersen taş kalpli olma ve sakın
vefasızla yola çıkma.
Ehil olmayana sakın sır verme.
Ad ve sana bel bağlama, iyi gözle bakma.
Sakın mal ve mevkiye talip olma, nice böyle kimseler gördüm ki mal ve mevki hırsı onları kuyuya düşürmüştü.
-III . MEHMED HAN
İmtisal-i cahid-u fillah olubdur niyyetüm
Din-i İslam’un mücerred gayretidür gayretüm
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricalullah ile
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm
Enbiya vü evliyaya istinadum var benüm
Lutf-ı Hak’dandur heman ümmid-i feth ü nusretüm
Nef-ü mal ile n’ola kılsam cihanda ictihad
Hamdülillah var gazaya sad hezaran rağbetüm
Ey Mehemmed mu’cizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umaram galib ola a’da-yı dine devletüm
-”Sultan Murad’ın çocuklarından sağ olarak yirmi yedi kız ve yirmi oğlan kalmıştı. Tahta çıkan III. Mehmed, yirmi erkek kardeşin en büyüğü idi. Tahta çıktığı zaman “Nizam-ı alem” kanunu gereğince on dokuz kardeşi odalarında boğduruldu. Ertesi gün cenazelerin saraydan çıkışı, görenler tarafından büyük bir üzüntüyle karşılandı.
Bu durum belki de çok fzla geçmeden üç yüz yıldır tahta geçmek üzere kullanılan Osmanlı saltanat sisteminin değişmesine neden olacak ve ekber ve erşed evlat sisteminin yolunu açacaktır.
Şehzadeler, Ayasofya Camii avlusunda babaları III. Murad’ın ayak ucunda hazırlanmış bulunan on dokuz mezara defedildi.
Bunlar dördü ileri yaşta olup iyi bir terbiye görmüş şehzadelerdi.
Mustafa, Bayezid, Osman, Cihangir, Abdurrahman, Hasan, Yakub, Alemşah, Yusuf, Hüseyin, Korkut, Ali, İshak, Ömer, Alaaddin, Murad ve Abdullah gibi isimlerindeki şehzadelerden en fazla ümit verici olan ise Sultan Mustafadır. Kendisi edebiyat ve şiirle de uğraşırdı. Hatta babası Sultan Murad’ın ölüm haberi üzerine büyük şaşkınlık yaşamış ve kendi akıbetini sezerek şu hazin beyti yazmıştır:
Nasıyemde katib-i kudret ne yazdı bilmedüm
Ah kim bu gülşen-i alemde bir kez gülmedüm.
-…III. Murad ve III. Mehmed Han veliaht şehzade olarak sancağa çıkmışlar, kardeşleri ise sarayda tutulmuşlardı. Babalarının vefatı ile tahta çıktıklarında ise Fatih Kanunnamesi’ne dayanarak hayatta bulunan kardeşlerini boğdurtmuşlardı. Sultan I. Ahmed’in cülus ettiğinde Mustafa adında bir erkek kardeşi bulunuyordu. Sultan III.
Mehmed’in defin işlemini gerçekleştiren devlet adamları hemen dağılmamışlardı. Bir müddet Şehzade Mustafa’nın cenazesi için davetçi beklemişlerdi. Ertesi gün de bu yolda bir haber gelmeyince önce hayret edildi. Sonra büyük şehre bir huzur havası yayıldı.
Çünkü İstanbul halkı kardeşini boğdurtmayan bu genç padişahı, tahta çıktığı gün pek sevmişti.” [5]
-Fatih döneminde de 5 çocuk öldürülmüştü.
Elbette dünyada aldıkları fetva gibi, ahirette de verecekleri bir hesap ve savunmaları vardır ve olacaktır.
Dayandığı kanunnamede;” “Her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı alem için katl etmek münasiptir. Ekser-i ulema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar”
–Nola tacım gibi başımda götürsem daim
Kademi nakşını ol hazret-i Şah-ı Rüsül’ün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidür
Ahmeda durma yüzün sür kademine o Gül’ün.
(Peygamberler sultanı o ulu Peygamber’in ayak izini her zaman bir tac gibi başımda taşısam bunda şaşılacak bir şey olmaz. O Peygamber ki nebilik gülistanının en kıdemli ve en müstesna gülüdür.
Ey Ahmed ! O halde durma sen de o gülün ayağına yüzünü sür!) Sultan I. Ahmed Han.
-”Osmanlı padişahlarından Sultan Ahmed, bir gün Aziz Mahmud Hüda-i’ye bir hediye göndermiş; Hüda-i Hazretleri de gönderilen hediyeyi içine haram karışmış olabileceği şüphesi ile kabul etmemiş, geri çevirmişti.
Padişah, aynı hediyeyi, devrin ünlü şeyhlerinden Abdülmecid Sivasi’ye gönderdi. O ise, gelen hediyeyi kabul etti.
Bir gün padişah, Abdülmecid Sivasi’ye: “Size gönderdiğim hediyeyi daha önce Aziz Mahmud Hüdayi’ye göndermiştim, Kabul buyurmamıştı” dedi.
Abdülmecid Sivasi alçak gönüllü davranıp: “Padişahım, Aziz Mahmud Hüda-i bir anka kuşudur ki, leşle beslenmeye tenezzül etmez” dedi.
Padişah birkaç gün sonra da Aziz Mahmud Hüda-i’nin sohbetine gitti. Ona da:
“Geri çevirdiğiniz hediyeyi, Abdülmecid Sivasi’ye gönderdim, o kabul etti” dedi.
Bu söz üzerine Aziz Mahmud Hüda-i: “Sultanım! Şeyh Abdülmecid, bir deryadır ki, içine bir damla pislik düşmekle kirlenmiş olmaz. .:’ diye cevap verdi.” [6]
-“Bir gün, Aziz Mahmud Hüda-i Hazretleri Sultan I. Ahmed Han’ın daveti üzerine saraya gitmişti.
Uzun süre oturup sohbet ettiler. Kafes arkasından padişahın annesi Handan Sultan da sohbeti dinlemekteydi.
Az sonra mübarek veli abdestini tazelemek istedi. Padişah derhal leğen ve ibrik getirtti. O abdest alırken kendisi de eline döküyordu.
Bu sırada sultanın annesi de, kafes arkasında elinde havlu beklemekteydi. Bu arada gönlünden: “Ne büyük veli, bir kerametini görsem” diye geçirdi.
Nihayet abdest bitti. Büyük veli perde gerisinden verilen havlu ile kurulanırken: “Hayret” diye mırıldandı.
Padişah meraklandı: “Hayırdır hocam ! Neye hayret ettiniz?”
“Bazısı bizden keramet görmek istiyor” buyurdu. “Halbuki padişah eğilmiş, elimize su döküyor. Annesi, havlu tutmak için ayakta bekliyor. Bundan büyük keramet mi olur?”[7]
-” Il. Mehmed Han, Karamanoğlu’nun faliyetlerini haber alınca Anadolu beylerbeyliğine getirdiği İshak Paşayı önceden ileri sevk ettiği gibi kendisi de Rumeli’de gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra:
Bizimle saltanat lafın edermiş ol Karamani
Hüda fırsat verirse kara yere karam anı… diyerek sefere çıktı. [8]
-Her şeyin avlandığı yer boğazıdır.
Hayvanlar avlarını yakaladıklarında ilk yakaladıkları yer boğazlarıdır.
Fatih Sultan da aynısını yapar.
Hem İstanbulda Anadolu hisarının karşısına rumeli hisarını yaptı.
Boğazı tutmuştu.
Bu aynı zamanda bizanstan gelecek yiyeceklerin gelmesini de engellemeye uygun bir yerdi.
Her iki nokta da da bizans boğazından yakalanmıştı.
Feth-i İstanbul fırsat bulmadılar evvelun
Feth idüb Sultan Muhammed dedi tarih Ahirun”
“Ahirın” kelimesi ebced hesabına göre fetih tarihi olan Hicri 857’ye işaret etmektedir.
Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimet-i Bari
Mihmandar-ı Resulillah Eba Eyyub-i Ensari
-Perdedarı mikoned der kasr-ı kayser ankebut
Bum nevbet mizened der kubbe-i Afrasiyab
(Kayserin kasrında örümcek perdedar olmuş
Afrasiyab’ın sarayında baykuşlar ötüyordu) Molla Cami.
-..Hem Emevi ve hem de Abbasi Devleti zamanında yaşadı. Ne Emevi hilafetine ve ne de Abbasi hilafetine cevaz vermemiş ve bu hilafetleri kabul etmemiştir. Henüz Emeviler iktidarda iken, imam Hüseyin’in oğlu Zeynelabidin’in torunu ve bugün Yemen’de yaygın olan Zeydiye mezhebinin meşhur imamı imam Zeyd hazretlerine biat edilmesi
konusunda, el altından gizlice fetva verdi. Onun için Emeviler zamanında Irak valisi ve kumandanı olan meşhur ibn Hubeyre tarafından tartaklanmış ve hapsedilmiştir. İbn Hubeyre hergün, imam-ı Azam’ı hapishaneden çıkararak insanların huzurunda kırbaçla döver, sonra yine hapsederdi.
Abbasiler zamanında imam-i Azam hazretleri, Hz. Hasan’ın çocuklarından Nefs-i Zekiye demekle meşhur olan Muhammed Mehdi‘ye yardımda bulunulmasına ve biat edilmesine; zekat, ganimet gibi şer’i vergilerin ona verilmesine gizli gizli fetvalar verdi. Bundan dolayi da Abbasilerin ikinci halifesi olan Ebu Cafer Mansur tarafindan hapsedilmiş ve nihayet hapishanede iken vefat etmijtir. “[9]
-Bekri MUSTAFA 4. MURAT MEYHANEDE İÇKİ İÇTİĞİNİ GÖRÜNCE BEKRİ SARIĞINI içkinin üzerine koyuyor settarul uyub,tesbih çekiyor iclal kulub,sana ne yapayım ğaffaruz zunub.
Osmanlı İmparatorluğu son dönem padişahlarından birisi olan IV. Murat han İçki yasağının hem uygulayıcısı hem de içki seven padişahı olarak bilinir. O zamanların en büyük berduşu Bekri Mustafa’da aynı dönemde yaşamıştır. IV. Murat bu yasağa uyulup uyulmadığını zaman zaman halkın içine çıkıp bizzat kontrol eder. Etmekle de kalmaz en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlardı. Bir gün sabah padişah IV. Murat han yanına veziri Bayram paşayı da alarak kılık değiştirip tüccar kılığında Bekri Mustafa-nın kayıkçılık yaptığı üsküdar iskelesine gelir. Duyum aldığı üzere sora sora Bekri Mustafa-yı bulur, selam verir .
-Selamun aleyküm babalık bizi karşıya atarmısın?
-Olur tabi evlat! dedikten sonra sahilden baya açılırlar. Bekri Mustafa kayığın oturağının altına gizlenmiş bölmeden rakı testisini çıkarır, tepesine diker.
-Ohh serinledim! dedikten sonra testiyi yerine koyacakken IV.Murat;
-Baba bizede ver testiyi bizde bir oh çekelim serinleyelim der.
-Olmaz evlat içerisindeki su değil rakı sen içemezsin.
-Niye içmeyelim ?
-Siz dayanamazsınız belli olur, hem kendinizi hem bizi yakarsınız.
Sultan IV. Murat ısrar edince Bekri Mustafa testiyi uzatır. Kayığı çekmeye devam ederken padişah IV. Murat’la veziri arasında testi gidip gelmektedir. Bir ara IV. Murat han ;
-Baba sen IV. Muratın yasağından korkmaz mısın?
-Korkarım korkmasına’da padişah beni burda nasıl görecek?
-Peki IV.Murat’a ben söylersem?
-Haha söyleyemezsin evlat sende benimle içtin, seninde kellen alınır. Biraz çakırlaşan IV.Murat ;
-Ya ben IV.Murat bu adamda vezir Bayram paşaysa ne yaparsın? Bekri Mustafa kürekleri atıp katıla katıla gülmeye başar.
-Vay köftehorlar sizi, siz buna dayanamazsınız demedim mi? iki yudumcuk almayla biriniz padişah biriniz vezir olmaya kalktı.
Bu olayda Padişah IV. Murat Han Bekri Mustafayı uyarıp bağışlamıştır. Fakat bu dönemde içki yasağından dolayı bir çok kişi cezalandırılmıştır.
-“Dördüncü Murat, Bekri’yi içkiye tövbe ettirmiş. Bir iki saat sonra Balıkpazarındaki kaçak meyhaneleri gezerken Bekriye raslamasın mı. Bekri Murat’ı görünce elindeki testiciği arkasına gizlemek istemiş. Murat “Uzat elini” deyince boş elini uzatmış. “Öteki elini uzat ” emrini alınca testiyi tutan elini değiştirmiş. Murat gülerek buyruk vermiş bu kez”İki elini birden uzat”. Bekri hemen sırtını duvara dayayarak testiyi sırtına kıstırıp ellerini uzatmış. Murat hınzır bir edayla “şimdi bana doğru gel” deyince de dayanamamış:”Oynama Murat!” demiş.”Testiyi kırdıracaksın.”
MEHMET ÖZÇELİK
10-12-2018
[1] Aşık Paşazade Tarihi, sh.5.
[2] Aşık Paşazade Tarihi, Sh.42.
[3] Aşık Paşazade Tarihi, s. 6.
[4] Age.31.
[5] Kayı.A.Şimşirgil.Sh.5/175,235-236,2/312-316.
[6] Kayı.A.Şimşirgil.Sh.5/317-318.
[7] Kayı.A.Şimşirgil.Sh.5/318.
[8] Kayı.A.Şimşirgil.Sh.2/127.
[9] İsmail Kara – 1986 – Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 1.