KİRLİ ELLER

KİRLİ ELLER

Yeni büyük Ortadoğu projesinde üç hedef vardır;

Bir Türkiye merkezli terör,

Orta doğu devlet başkanlarının ve rejimlerin değişimi,

Türk cumhuriyetlerinin rusya eksenli savaş ortamına çekimi.

Türkiye-deki solcuları alevilerle birleştirerek bunu orta doğuya yaymak, diğer yandan milliyetçilerle Türk cumhuriyetleri üzerinde operasyonda bulunmak.

*İttihat ve Terakki’nin kurucularından olan Mithat Paşaya bir gazeteci meslektaşımız sormuş;

-Paşam İstediğiniz oldu. Abdülhamit gitti artık Abdülhamit yok.

-Bu süreçten sonraki projeleriniz nelerdir?

-Bundan sonra neler yapacaksınız?

Bu soruları beklemeyen Mithat Paşa bu sorular karşısında bir süre duraksadıktan sonra birazda sıkılarak şu cevabı verir.

-Biz sadece Abdülhamit’i yıkmaya odaklanmıştık Abdülhamit’ten sonra ne yapacağımız hakkında hiçbir çalışma yapmamıştık cevabını verir.

-Dünyadaki üst aklın, derin devletleri faaliyet göstermektedir.

Gizli teşkilatlarla köklü, kökten ve derinden gitmektedirler.

***************************   

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, “Önce ASALA başladı terör meselesine, ardından bu işi PKK’ya devretti. İddia ediyorum PKK ve ASALA arasında yakın bir bağ var” sözlerini de akıllara getirmektedir.[1]

-Kiliseler 1965’den bu yana Ortadoğu’daki Kürtçülük hareketleriyle ve 1983’den sonra da PKK ile çok yakından ilgilenmekteydiler. Güney Doğu Anadolu’daki ilk gizli ve örgütlü etnik ve dinsel ayrımcılığı esas alan istihbarat Faaliyetlerini 1962’de Barış Gönüllüleri adıyla bölgeye gönderilen çoğunluğu Katolik ve Anglikan Kiliseleri’ne kayıtlı Amerikalı uzmanlar başlatmışlardı.

Bunlar üç yıl süreyle bu bölgede yoğun misyonerlik faaliyetlerinde bulundular, bir çok

vatandaşımıza din değiştirme telkinleri yaptılar, inanılmaz vaatlerde bulundular ve etnik ve dinsel ayrımcılığı körükleyecek bölgesel inanç farklılıklarını “Bilgi” haline dönüştürerek ABD’deki Çeşitli istihbarat birimlerine aktardılar. Bu gönüllülerin hazırladıkları raporların bir kısmı da doğrudan doğruya Kiliselere gitti.

*Diyalog ve Hoşgörü toplantılarını düzenleme faaliyetleri ise daha 1960’da ilk kez gündeme gelmişti ve taraflar Amerika’da kısaca SCO-Bfl diye bilinen (Standing Conference of Canonical Ortodox Bishops of America) daimi bir konferans örgütü kurmuşlardı, işte bu örgütün yıllar süren çabaları sonucunda dünyadaki “Komünist” hareketin gelişme çizgisi de göz önünde tutularak ilk uluslararası Diyalog ve Hoşgörü toplantıları düzenlenmeye başlandı.

Bu karar Lübnan’daki Balamand Manastırı’nda Temmuz 1993 yılında düzenlenen gizli bir toplantıda alındı ve ilk Hoşgörü ve Diyalog Konferansı’nın sembolik önemi de dikkate alınarak istanbul’da yapılmasına karar verildi.

Fener Patriği Bartolomeus’un girişimiyle bu ilk toplantı kutsal St. Andrew günü, 30 Kasım 1993’de Istanbul’da yapıldı ve ünlü Boğaziçi Deklarasoynu yayınlandı. Katolik ve Ortodoks Kiliseleri’ni birbirlerine bağlayan şahıs Suriye Ortodoks Kilisesi’nin başı Mar Athanasius Yeshue Samuel olmuştu. Bu şahıs ile ondan önceki ruhani Gabriel Abdül-said bu uğurda çok çalışmışlardı. Mar Athanasius namlı bir Türk düşmanıydı. Suriye’deki Nusayriler’le de çok sıkı ilişkiler içindeydi. Nitekim 1989 ve 1991 yıllarında bu kilise iki kez Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne şikayet etti. Kilisenin şikayet mektubunda aynen şöyle yazılmıştı: Türk Silahlı Kuvvetleri Güney Doğu Anadolu’daki Kürt ve Süryaniler! öldürmekte, evlerini yıkmakta ve onlara işkence uygulamaktadır. Kürtler ve Süryaniler TSK’nın ve Müslümanların boyunduruğundan kurtarılmalıdırlar.”

İşte PKK ile Vatikan ve diğer Kiliseler arasındaki doğrudan bağları bu Kilise sağlıyordu. Çok geçmeden Vatikan bu Ortodoks Kilise-si’yle birlikte PKK’yı savunan yayınlara başladı.

Dünyadaki 900 milyon Katolik için yayın yapan radyo, televizyon ve yazılı basınında TSK’nın ve Türklerin Kürtleri vahşice yok etmekte oldukları yazılmaya başlandı. Örneğin The World Catholic Report Mayıs-Haziran 1995 tarihli yayınlarında tam sekiz sayfa Türkiye’yi iğrenç bir şekilde karalayan yayınlar yaptı ve başta İtalyanlar olmak üzere tüm Hıristiyanlara PKK’ya ve ayrılıkçı Kürt hareketlerine destek olmaları çağrısında bulundu. Vatikan daha önce de La Documentatlon Catholic adlı resmi yayın organında tüm Türkiye topraklarının gerçekte Hıristiyan Arap ve Kürtlere ait olduğunu yetkili bir ağızdan, Cezayir Arşövek’i Monsenyör Henry Tessier tarafından dile getirmişti (Nr. 2012).

Şimdi yeniden Apo’nun mektubuna dönelim, Apo mektubunda aynen şöyle yazmış Papaya: “Suriye’de bulunduğum sırada Suriye Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Yoharına İbrahim Mar Gregorius ile bir çok kez görüştüm. Türkiye’deki rejim sadece Kürtleri değil, Ermenileri, Süryanîler! ve Rumları da imha etmiştir. Ben, Kürdistan topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkları da Türk vahşetinden korumak için savaşıyorum. Beni bu savaşta yalnız bırakmayacağınıza eminim.”

Kiliseler Apo’yu gerçekten de yalnız bırakmadılar. Papalığın Doğu Kiliseleri Birliği

Komisyonu’nun başı Achille Silvestrini, Apo’nun mektubundan iki gün sonra bir açıklama yaparak Vatikan’ın PKK’yı ve onun başını desteklediğini açıkladı. Rusya’da ise Ortodoks Kilisesinin en hareketli savunucularından biri olan bir milletvekili Apo’yu Rusya’ya getirmek ve ona sığınma hakkı tanıtmak için var gücüyle çalıştı. Üstelik bu milletvekili Komünist değildi, tam bir Kilise taraftarıydı! Nedir ki bu milletvekili aynı zamanda gizli bir tarikatın da üyesiydi. 6u Hıristiyan tarikatı yüzlerce yıllık geçmişi olan “ORDRE SOUVERRIN MILITAIRE ET DVNASTIQUE DES CHEVALIERS D6 LA CROIX DE CONSTANTINOPLE (İstanbul Haçı’nın Egemen Askeri ve Hanedansal Tarikatı)” idi. Bu tarikatın başında da yasal Bizans İmparatoru olduğu başta Rus, ABD, İtalya, İngiltere ve Fransa mahkemeleri tarafından tevsik edilmiş olan Prens Henry Paleolog vardı. Söz konusu milletvekili 23.6.1997’de St. Petersburg’do bu tarikatın düzenlediği ve İmparatorun hazır bulunduğu Taç giyme törenine katılmış ve hem Yeltsin’i hem de Duma’yı temsil etmişti.

İşte bu gizli tarikat da 1970’li yıllardan bu yana özellikle Alman-ya’da Duisburg, Karlsruhe ve Berlin’de ayrılıkçı Kürt hareketlerine ve PKK’lıtara maddi ve manevi destek veriyordu. El altından dağıtılan bildirilerinde aynen şöyle yazılmıştı: “Türkiye’de boyunduruk altında yaşayan siz Kürtleri çok yakında bu barbar boyunduruğundan kurtaracağız.’

.. Avrupa Birliği ve onun lideri Almanya -ki buna 4. Reich deniyor- Türkiye’de bir “Kürt Sorunu” yarattılar. 1800’lü yıllarda yine Almanya bir Yahudilik Sorunu yaratmıştı. Öyle ki bir süre sonra Almanya’da yaşayan Yahudiler Kilise tarafından körüklenen bu propaganda kampanyasının etkisinde kalıp kendilerinin gerçekten de bir “SORUN” olduklarına inanmışlardı. En ünlü Yahudi aydınları “Evet Biz Sorunuz” şeklinde kitaplar yazmışlar ve belki inanmayacaksınız ama Hitler’den yaklaşık 100 yıl önce Ari Alman ırkın’dan kendilerini Yahudilikten kurtarmasını istemişlerdi. Tarihte “Jewish Self- Hate Movement” (Yahudiliğin Kendinden Nefret Hareketi) diye bilinen bu sapık akım Holocaust’la sonuçlanmıştı.

Türkiye’de Almanya’nın yaratmaya çalıştığı gibi bir “Kürt Sorunu” yoktur. Çünkü PKK tüm Kürtleri temsil etmez. Türkiye’de PKK’nın kendisi dış destekli bir “SORUN”dur. Şimdi AB, işte bu sorunu artık bir Türk sorunu diye değil doğrudan doğruya bir “Avrupa Sorunu” haline getirmeye çalışmaktadır. Diğer bir deyişle şu dönemde PKK sorununu Almanya’nın ve Kilisenin birlikte uydurdukları “Kürt Sorunu” başlığı altında “Avrupalılaştırılıyor”.

-27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında Celal Bayar da idama mahkum edilmişti, Ama Papa 23. John eski dostu Celal Bayar’ı idamdan kurtarmayı başardı. Bu Papa, 1935-42 yılları arasında Türkiye’de bulunmuştu. Usta bir istihbaratçıydı ve güzel Türkçe konuşurdu. Celal Boyar tarihte ilk kez Papanın ayağına giderek onun Papa olmasını kutlayan ilk ve tek Müslüman devlet başkanıydı.

Benzer durum hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, Apo için de gündeme gelecektir. () Ki öyle de olmuştur.)Vatikan’ın Dinler arası Diyalog çağrısında yer alan bazı İslami gruplar da benzer ricalıkta Papayı aratmayacaklardır.

Herkes şunu bilmelidir ki, Apo idam edilmezse en geç beş yıl içinde AB, Vatikan ve yandaşları onu hapisten çıkartırlar. Sonra da bir siyasi partinin başına geçirirler.[2]

*Yahudiler Türk kimliğine, Ermeniler de Kürt kimliğine saklandılar.

Dünyada ermeniler, islam dünyasında da aleviler olumsuzluk aracı olarak kullanılmaktadır.

-Haşhaşilerden yani Hasan Sabbahın uygulamasının daha geniş ve kontrollü uygulaması denendi.

Dağdan pkk bu işi yapacak, içten de bu iş paralele yaptırılarak, devletin eli kolu bağlanacaktı.

Senaryo çok yönlü idi.

Medya boş durmadı, ermeni tasarıları devreye konuldu, dış güçler ve göçler mengene gibi sıkıştıracaktı.

Aslında yıkılmamak için hiçbir sebeb kalmamıştı.

Tüm sebebler hazırdı.

Unutulan tek bir şey var dı ki, en önemlisi de o idi;

Allahın hesabı….

*Dünya devletleri adıyla tüm sınırları kaldırarak, dünyayı tek bir elden yönetmek amaçlanmaktadır.

Azar azar yemekle doymayan üst ve derin akıl, bunu toptan yapıp, standarda bağlamak istemektedirler.

Bizdeki tek şef uygulamasının, dünyadaki yansımız halidir.

*Işid orta doğuyu yani islam ülkelerini yeniden biçimlendirme operasyonudur.

 

*************************     

”1990’da İtalya’da savcı Felice Casson’un çabalarıyla ortaya çıkarılan ve bütün Avrupa ülkelerinde varlığı saptanan Gladio örgütlenmesi işte bu yıllarda kuruldu. ABD yönetimi, Sovyet Kızılordusu’nun Avrupa’yı işgal edeceği varsayımıyla, NATO üyesi bütün ülkelerde ve bu pakta üye olmayan Avrupa ülkelerinde, gizli Kontrgerilla örgütleri kurdu. Bu örgütlenmenin iki ayağı vardı. Yerüstünde özel komando birlikleri, yeraltında “vatansever’lerden oluşan ve kural olarak hiçbir yasaya bağlı olmayan, köylere kadar inen gizli örgütlenme. 1952’de Gladio örgütlenmesi tamamlanmıştı.

…Örtülü eylemler, Beyaz Saray tarafından Sovyetler’in Avrupa’daki etkisini sınırlamak için gündeme getirilmişti; ancak CIA’yı ilk kez soruşturan Senato Komitesi’nin Başkanı Frank Church’e göre, CIA’nın operasyonları esas olarak Üçüncü Dünya’daki “küçük ve zayıf ülkeleri” hedef almıştı.

…CIA hakkında en aydınlatıcı kitaplardan birini yazan John Prados, Başkan’ın Gizli Savaşları: 2. Dünya Savaşı’ndan Beri ABD ve Pentagon’un Örtülü Operasyonları adlı eserinde, CIA’nın “Kirli işler Dairesi” OPC’nin füze hızıyla gelişmesini şöyle saptıyor:

“1949’da OPC’nin bütçesi 4,7 milyon dolardı; 1952’de 82 milyon dolara çıktı; personel sayısı aynı 3 yılda 302’den 2 812’ye, istasyon sayısı 7’den 47’ye çıktı.”

…CIA 1947’de kuruldu, ancak babası olan OSS’nin Yakındoğu İstasyonu aracılığıyla 2. Dünya Savaşı yıllarından beri Türkiye’de faaliyette.

CIA kuruluşundan itibaren Türkiye’de o zamanki adı ile Milli Amale Hizmet (MAH) veya “Milli Emniyet” diye bilinen MİT’le ve polis teşkilatıyla iç içe çalıştı. MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün merkezlerine hükmetti. Para verdi, eleman yetiştirdi, bütün dosyalarına uzandı, para karşılığı operasyon sipariş etti, köstebek yerleştirdi. Bu ilişki artarak sürüyor.

CIA’nın Türkiye’de halka karşı önemli faaliyetlerinden biri, 1951 Türkiye Komünist Partisi (TKP) tutuklaması oldu. Kurtuluş Savaşı’nın ateşi içinde doğan Türkiye’deki Komünist Hareket işgal yıllarında bile faaliyetini yürütmüştü. Ancak CIA’nın yönlendirmesinde yürütülen 1951 tutuklamalarıyla, işçi sınıfı devrimciliğinin örgütlü mücadelesi kesintiye uğratılabildi.

CIA, o zamanın parasıyla ayda 7,5 lira verdiği bir TKP üyesini ajanlaştırmış, bu ajan aracılığıyla operasyonu, Parti’nin Merkez Komitesi’ne kadar uzatabilmişti. CIA’nın örgütlediği ajan, daha sonra MİT’in Kontr-Komünizm Masası’nda istihdam edildi. Söz konusu kişi, 1994 yılında “Başbakanlık Müşaviri” sıfatıyla öldü.

Ülkemizde CIA’nın yönlendirilmesiyle gerçekleşen ikinci büyük komplo, 1955’teki 6-7 Eylül olaylarıydı. Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konulduğu iddiasıyla galeyana getirilen İstanbul’daki işsiz güçsüz güruhu, azınlıklara ait evlere ve mağazalara saldırdı. Daha önce Özel Harp Dairesi Başkanlığı’nda da bulunmuş olan MGK Genel Sekreterliği’nden emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül olaylarını “ÖHD’nin düzenlediği mükemmel bir operasyon” olarak niteledi.

…Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih  Korur’un araştırmasına göre, Milli Emniyet birimlerine CIA ayda 100 bin, İngiltere gizli servisi 30 bin, Fransızlar 7-8 bin, İtalyanlar da 4 bin lira ödüyorlardı. CIA dışındakiler parayı, Milli Emniyet’in Ankara’daki merkezine veriyorlardı. CIA ise ne merkez tanıyordu, ne de yöntem değiştirmeye yanaşıyordu. Egemenliğine aldığı gizli servis ünitelerine her ay CIA’nın adamları gidiyor, birimin başındaki kişiye zarf içinde “para” bırakıyordu.

….27 Mayıs askeri müdahalesi MİT içinde Bayar-Menderes yönetiminin yandaşlarını işten uzaklaştırsa bile CIA ile ilişkileri kesemiyor.

1962-1964 yıllarında MAH Başkanlığı ve 1966-1971 yılları arasında MİT Müsteşarlığı yapan Fuat Doğu ile ilgili olarak, Arcayürek şöyle yazıyor:

“1988’de bir gün, Fuat Doğu, ziyaretine gelenlerle bir söyleşi sırasında ‘1965’lerde MAH ile CIA’nın aynı binalarda çalıştığını’ söyleyecek, ‘sonradan bu birlikteliğin kaldırıldığını vurgulayacaktı.”

…12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinin CIA tarafından hazırlanıp yönlendirildiği artık yadsınamaz hale geldi. CIA’nın ünlü Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze’nin 12 Eylül generalleri için “Bizim oğlanlar yaptı” (Our boys have done) sözü başka bir kanıt aramaya gerek bırakmıyor.

…Tansu Çiller’in Başbakanlığa kadar tırmanmasında en büyük destekçisi, CIA oldu. Tansu Çiller de, 3 yıla yakın başbakanlığı döneminde kendisine ikinci pasaportu sağlayan kurumu ihya etti. Dünya Bankası’nın Özelleştirme Müdürü gibi çalışan Çiller, bir de CIA’nın denetiminde özel istihbarat teşkilatı kurdu. Başbakanlıktan ayrılmadan önce de örtülü ödenekten çektiği 500 milyar lirayı, bu örgüte aktardığı saptandı.

….CIA’nın temel işlevi, gerçekte, ekonomik savaşı, darbeleri, suikastları ve hatta soykırımı da içeren örtülü ve gizli operasyonları yürütmektir. Örtülü operasyonlar CIA’nın can damarıdır. “[3]

 

*Türkiyede oynanan oyun maalesef sadece soldan değil, sağdan da gelmektedir.

İçtekiler irtica yaygarası yaparken, işid gibi dışarıdakilerde kafir oldu yaygarası yapmaktadırlar.

*****************   

İngilizler, Filistin’de komutanken bir gün Mustafa Kemal’i arayarak, ondan saltanata karşı bir darbe yapmasını istediler ve bu hususta kendisine yardım edeceklerini vaat ettiler. Bunun üzerine Mustafa Kemal hemen meslektaşlarından, kendisine yakın olan iki ordunun komutasını üstlenen, iki Osmanlı liderini arayarak, bu konuda muvafakatlerini talep etti. İki lider ise bu haberi duyduğunda hoşnutsuzlukla karşılayarak reddetti ve Mustafa Kemal’e şöyle dedi: “İdam cezasını gerektiren bir isyana kalkışmadığına göre, biz de bu işi gizleyeceğiz. Sana da bu meseleyi unutulmuş saymanı tavsiye ederiz.”[4]

Şöyle diyor: “Bir İngiliz’in ağzından şu sözü duydum. ‘Sultan, Mustafa Kemal vasıtasıyla İngilizleri oyuna getirmek istedi’.

Ne var ki İngilizler, Mustafa Kemal vasıtasıyla Sultan’ı tuzağa düşürdü. Mustafa Kemal Anadolu’nun batısının savunmasını üstlenmek üzere anlaştı.Şark cephesinin müdafaasını ise komutan Kazım Karabekir üstlendi.

-Genel Kurmay Başkanı Sir Henry Wilson da, “İngiliz diplomasisinin önünde Mustafa Kemal’le dostluk kurmaktan başka yol yok.” diyor.[5]

-Mustafa Kemal mevkisi sarsılıp, düşmenin eşiğine geldiğinde, müttefikler onu Sevr Antlaşması’yla kurtardı. Bu antlaşma gereği, Türkiye Avrupalılar arasında paylaşıldı. İstanbul devlet oldu (Osmanlı Devleti artık yalnızca İstanbul’u ve Anadolu’nun küçük bir bölümünü kapsıyordu). Arap ülkeleri Türkiye’den çıktı. Trakya ve Ege Adaları Yunanistan’ın egemenliğine verildi.

Ermenistan’ın bağımsız bir devlet olarak tanınması hükme bağlandı. Kürdistan’a özerklik verildi. Boğazlar uluslararası bir komisyonun denetimine bırakıldı.

Ordudaki asker sayısı sınırlandı, ordunun -mali kontrolün verildiği ve eski ayrıcalıklarını muhafaza eden- müttefiklerin denetimi altında tutulması kararlaştırıldı.

Hristiyan azınlıklara ilave özel haklar verildi. Daha sonra Sevr Antlaşması’nın metinleri geniş kapsamlı olarak yayınlandı ve kamuoyu, halifeye ve onun başbakanına karşı kışkırtıldı. Ve İngilizler’den şiddetle nefret edilmeye başlandı.[6]

-…Ve İngilizler, Atatürk’le yaptıkları gizli anlaşmalarla İstanbul’u boşaltmaya karar veriyor. İstanbul’daki müttefik askerlerinin sayısı birkaç bine düşürülmüştü.

Başkomutan hemen planını kurdu ve acil tahliye esasına göre bütün ekipmanı hazırladı. Dokümanlar yakıldı, depolar yıkıldı, cephaneler imha edildi, ihtiyaç halinde patlatılması için taş köprülere mayınlar döşendi ve donanma gemileri ayrılmak üzere tam hazırlıklı bir şekilde Haliç’te (Altın Boynuz Körfezi) yerini aldı.

Bunun da ötesinde, müttefikler, Yunanlılar’ı, müttefikleri olmasına rağmen, Trakya’dan (Türkiye’nin Avrupa yakası) çıkarmaya ve en sonunda –kendileri de Türkiye’den ayrılmaya karar verdiler. Bu ise, bütün Avrupa’nın –devam etseydi- yapabileceğinin kat kat fazlasını kahraman yapsın diye idi..!! [7]

-Mustafa Kemal’in İngilizler’le olan bağlantısı ve ilişkisine işaret etmek için bir bölüm sunduktan sonra, onun İngilizler’e olan bağlılığını ve onlara duyduğu sevginin ibadet derecesinde olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.

Ölene kadar da bu böyle devam etti. Öyle ki ölüm döşeğinde de İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’e cumhurbaşkanlığı görevini vasiyet etmeyi tasarlamıştı.[8]

 –El Ahram Gazetesi’nin Sunday Times Gazetesi’nden naklederek 16 Zil Ka’de 1387 Hicri senesinde (15 Şubat 1968 Perşembe) ‘Kemal Atatürk, kendisini Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı görevine getirmek üzere İngiltere Büyükelçisi’ni çağırtıyor’ başlığı altında yayınladığı belgenin tam metnini size sunuyoruz.

Sunday Times Gazetesi, ‘Adamımız Türkiye’yi yönetmeyi nasıl reddetti’ manşetiyle diplomasi tarihinin en garip sayfalarını yayınladı. Gazete şöyle yazdı: 1938 Kasım ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk ölüm döşeğinde yatıyordu. On beş sene boyunca zorluğuna rağmen Türkiye’yi sıkı bir diktatörlüğe sürüklemeye ve 20. yüzyıla uydurmaya çalıştı. Fes ve başörtüsü giyilmesini yasakladı, dinin gücünü kırdı. Latin harfleriyle Türk Dili sistemini getirdi.

-Elie Levy Abou Asal ‘Yahudi Dünyasının Uyanışı’ adlı kitabında (253-259) Mustafa Kemal’in Yahudiler’le ilişkisini şu sözlerle ortaya koyuyor: “Gazi Türkiye’nin kapılarını Yahudiler’e açtı: (Türkiye’nin kapılarını onlara sonuna kadar açtı) ve Türk üniversitesinin organize edilmesi, bir başka deyişle İslam ve Müslüman karşıtı bir yaklaşımla yönetilmesi için onlara itimat etti.” Yahudi yazar şöyle diyor: “Üniversitede büyük bir ilim kalesi kurulmasını hedefleyen meşhur bilim adamı Philip Swarchi‘nin projesini kabul etti ve o üniversitedeki bölümlerin sahasını genişletmek için kırktan fazla Yahudi profesör getirtti. Marburg Üniversitesi’nde büyük bir şöhrete ve mevkiye sahip olan meşhur ekonomist Rick de bu Yahudiler arasında yer alıyor. Bu yazarın, kendi insanlarını tazim etmede aşırıya kaçmasında bir gariplik yok.

Ne var ki bu, yeryüzünde fitne ve fesat çıkaran ve el attığı her şeyi ve her yeri ancak yerle bir eden Yahudi gerçeğini asla değiştiremeyecektir.

…Atatürk’ün Yahudiler’e karşı bu denli soylu davranışlar sergilemesi onun dürtüsel olarak yaptığı bir şeydi. Yahudiler’e yönelik bu dürtüsel meyil yine ancak bir Yahudi’den olabilir.

…Hayim Nahum’un statüsü ve Mustafa Kemal Paşa’nın,  bakanların  ve diğer nüfuzlu insanların gözündeki konumu yükseldi.

Ve bütün yaptıkları muvaffakiyetle sonuçlanmaya başladı.”” Sh.27.

“Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozguncuları sevmez.” [9]

Yahudi haham Hayim Nahum, İsmet İnönü’den ‘emrime itaat eden ve sözüme muhalefet etmeyen arkadaşım İsmet’ diye bahsediyordu..sh.29.

-Yahudi gazeteci Sami Kohen, Adnan Menderes’in asılma sebepleri üzerine İngiliz gazetesi Gwen Chronicle’da şunları yazdı: “Menderes’i darağacına götüren direk sebep, İslam alemine yakınlaşma ve İsrail’le ilişkilerini aşamalı olarak soğutup yabancılaştırma yönündeki kararlı siyasetiydi.”sh.30.

-İngiltere’de son zamanlarda ortaya çıkan ve El Muctema Dergisi’nin (Kuveyt), Irak’ta yayımlanan El Âfak Dergisi’nden alıntı yaparak, ilk defa 25 Aralık 1978 tarihinde 425 ve 429. sayılarında yayınladığı bu belgenin en önemli kısımlarını aktarıyoruz:

Yüz kırk bin nüfuslu Selanik kentinin 80 binini İspanyol asıllı Yahudiler (İspanya’dan kaçanlar), 20 binini de Levi kabilesinden olanlar ve kendilerini Müslüman gibi gösteren (dönme) Yahudiler oluşturuyor.

İspanyol Yahudiler’in çoğu İtalyan vatandaşlığına sahip ve İtalyan localarına üye olan masonlardır. Bunun için de kovuşturma ve teftişe karşı Osmanlı Devleti’nin yabancılara verdiği dokunulmazlık hakkından faydalanmaktadırlar.

Yahudi Emanuelle Carasso (Karasu) birkaç yıl önce Selanik’te -İtalyan masonlarıyla işbirliği içinde- Makedonya Risorta Locası’nı kurdu. Ve Türkiye’deki genç subayları ve sivilleri masonluğa üye olmaları yönünde ikna etti.

Amacı Türkiye’deki yeni durumlar üzerinde Yahudi nüfuzunu dayatmaktır.

-Selanik’teki Jön Türkler Hareketi’nin mimarlarının çok büyük olasılıkla Yahudiler olduğu anlaşılıyor.

-1908 devriminden kısa bir süre sonra, hareketin liderlerinden birçoğunun mason olduğu ortaya çıktı.sh.32.

–Lawther, “Buradan anlaşılmaktadır ki; Büyük Doğu Mason Locası Türkiye’nin gizli hükümetidir ve başında da büyük üstat Talat Bey vardır.” demiştir.

-Masonluk faaliyetleri Türkiye’den İran’a kadar uzandı. İran’da meydana gelen inkilabın arkasında mason İttihat ve Terakki Cemiyeti vardır. Şu anda İran’da kurulmaya başlayan Doğu Mason Locası’ndan söz ediyoruz. Konstantiniye’deki İran büyükelçiliğinin yeni maslahatgüzarı Farah Allah Han, yakın zamanda masonluğa katıldı.sh.35.

-Ali Şükrü Mustafa Kemal’in siyasetine sözlü saldırıda bulununca Atatürk’ün baş muhafızı Osman Ağa onu boğarak öldürdü ve cesedini boş bir araziye attı. Bu olay ortaya çıkınca da Atatürk, İsmet İnönü’yü başbakanlık görevinden alarak, yerine Fethi Okyar’ı atadı.

Ancak muhalefet şiddetlendi. Bu noktada işbirlikçisi Atatürk’ü kurtarmak için İngiltere harekete geçti ve Musul’un ele geçirilmesi hususunda bir uyarı gönderdi. Ve Kürt devrimi meydana geldi. Bunun üzerine ‘Ülke tehlikede’ diye bağırarak İngiliz ve Kürtlere karşı Türkler’in hiddetini uyandırarak, onları kışkırttı. Şeyh Said’in de aralarında bulunduğu kırk altı kürt lideri tutuklayarak astı. Sonra da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı (İlerici Cumhuriyet Partisi) İngilizler ile bağlantılı olmakla suçladı. Ve İstiklal mahkemesini kurarak, mahkemeye siyasi muhaliflerinin -özellikle de dört askeri paşanın- idam edilmesine hükmetmesi emrini verdi. Bunun üzerine mahkeme hepsini idama mahkum etti.sh.38.

-Mustafa Kemal’in şehvetlerine düşkünlüğü, hayatının başlığıdır. Hayatı üç kelime ile özetlenebilir: Kadınlar, içki ve paranoya.sh.40.

MEHMET ÖZÇELİK

22-06-2016

[1] http://www.aa.com.tr/tr/s/8978–pkk-ile-asala-arasinda-bag-var

[2] Aytunç Altındal – Vatikan ve Tapınak Şövalyaleri.sh.74-75,77.

[3] CIA’NIN BÜYÜK OPERASYONLARI .  Mark Zepezauer .

[4] Büyük Osmanlı Devleti Tarihi (Muhammed Ferid) İhsan Hakkı’nın Yorumu– Sayfa (75), Kayıp Minare Kitabı PDF Oku – Abdullah Azzam Kitapları = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı.sy.12.-Şeyh Mustafa Sabri(28) Dr. İhsan Hakkı’nın Osmanlı Devleti Tarihi Hakkında Yorumu. (750)

[5] Age. sh.14.

[6] Age. sh.17.

[7] sh.18.

[8] El Ahram Gazetesi 15 Şubat 1968 Perşembe günü Sunday Times Gazetesi’nden alıntı yaparak yayınlamıştır.

 

[9] Maide: 64.

Loading

No ResponsesHaziran 26th, 2016