MEŞRU TEVESSÜL
MEŞRU TEVESSÜL
Tevessül,vesile kökünden alınmadır.Sin ve sad ile olan tevessül mana bakımından birbirine yakındır.Zira sin ile sad devamlı münavebeli olarak gelirler.Onlardan biri diğerine benzer.
Tıpkı Fatiha suresindeki –İhdinas-sırâtel müstakim.-gibi.Kıraat-ı seb’a üzerine her iki şekilde okumakta caizdir.
Vesile;(sin ile)hedefe ulaştırma aracıdır.
Vesile;(sad ile) hedefe ulaşmaktır.Her ikisi de hedefe ulaşmaya sebep ve araçtır.
1.Nev’:Bir ibadet olup,onunla Allah’ın rızasına ve cennetine ulaşmak murad edilir,düşünülür.
“Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine vesile ararlar.”
Mesela ramazan orucunu tuttuğu zaman denilir;Bu günahların bağışlanmasına vesiledir.Sahura kalktığı,kadir gecesini ihya ettiği zaman;hakeza bunlar günahların bağışlanmasına vesiledir.
Elbette burada Allaha iman ve güven gerekir ve gerektir.Bu durumda bütün Salih ameller birer vesiledir.
Salih amelden maksat:” Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir.”
Bundandır ki Efendimiz;”Ateşten –Cehennemden- Allah’a sığınırım.”derdi.
Cehennem ehline yazıklar olsun.
-Vesilenin 2.Nev’i:Duanın kabul olması için vesile edinilir.Bu da birkaç kısımdır:
1.Kısım:Gerek bir isim ile gerekse de bütün Allah’ın isimleriyle,isimlerini vesile kılmak.
1.Misal,bütün isimleriyle her şeye karşı isimlerini vesile yapmak konusunda İbn-i Mes’ud-dan rivayet edilen sahih bir hadiste;” “Bir kimseye keder ya da sıkıntı dokunduğunda; ‘Allah`ım, ben senin kulunum. Erkek ve kadın kulunun oğluyum. Alnım senin elindedir. Benim hakkımda senin hükmün geçerlidir. Hakkımda takdir ettiklerin geçerlidir. Kendini isimlendirdiğin tüm isimlerinle veya yarattıklarından birine öğrettiğin isimlerinle, kitabında indirdiğin isimlerinle, katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın isimlerinle, Kur`an`ı kalbimin baharı, gönlümün nuru, üzüntü ve sıkıntımın giderilmesini senden isterim. Bu duayı söyleyenin, sıkıntı ve üzüntüsü yerine Allah bir ferahlık getirir. Ardından Ey Allah`ın Rasûlü! Bunu öğrenelim mi? diye soruldu. O`da Evet, bu duayı işiten kimsenin öğrenmesi gerekir.” diye cevap verdi.”
Burada bütün isimleriyle istenilmektedir.
Mesela bizde deriz ve demeliyiz;”Allahım!Bütün esma-i hüsnan ile birlikte istiyorum.”
Buna delil ise:” En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin.”
-2.Misal:Özel bir isimle tevessülde bulunmak.
Mesela diyebilirsin;Ya Ğafur,beni bağışla,Ya Rahim bana merhamet et,Allahım muhakkak ki sen affedicisin,affı seversin,beni bağışla.
Bu özel ve has bir isimle tevessülde bulunmaktır.
Bu çeşit tevessül duaya münasip olması gerekir.Tıpkı Allahtan rızık isteyeceğin zaman;Ya Rezzak dersin.Zira rızık ile Rezzak arasında bir münasebet vardır.
Eğer dersen;Ya Şedidel İkab,-ey azabı şiddetli olan,beni affet.-Burada söylenilen isimle,istenilen şey birbirine münasip düşmez.
Yani cezaya delalet eden bir isim ile,Allahın affına nasıl tevessül münasip olur?
Allah’a dua ettiği şeye münasip bir isimle dua etmesi gerekir.
-Büyük zatlar,başta peygamberler olmak üzere, hep Allah’ın bir ismine sarılarak, O isme iltica edip vird haline getirerek yükselmişlerdir.
Mesela,Hz.İsa Hay ismine,Hz.Musa Kelam ismine,Abdulkadir-i Geylani Kadir ismine,Mevlana Vedud ismine,Bediüzzaman Said Nursi Hakim ve Rahim isimlerine ve hakeza mazhar olmuş kimselerdir.
Kendinize münasip gelen bir ismi,ebced hesabıyla da hesaplayarak vird edininiz.O sayı kadar çekmeye devam ediniz.
-2.Kısım:Gerek özel gerek tüm sıfatlarıyla her şeye karşı tevessülde bulunmak.
Fiili sıfatlar bunlardandır.Mesela;” Allahümme inni es’elüke biesmâikel Hüsna ve sıfatikel-ulya”
Bu doğru bir tevessüldür.
Bu hususi olduğu gibi,umumi de olabilir.Yukarıda zikrettiğimiz umumidir.
Hususi ise:” Euzü biizzetillahi ve kudretihi min şerri ma-ecidü ve ühazirü.”
Burada Allahın sıfatlarından bir sıfat ile tevessülde bulunulmuştur.
-Ef’al ile tevessüle misal olarak mesela:” Allahümme salli ala muhammedin vé ala ali muhammed. Kema salleyte ala ibrahimé vé ala ali İbrahim.”
Burada İbrahime yapılan iyilik gibi,Muhammed ve âline de yapılması istenebilir.
Burada birini diğerine teşbih değil,bir illet ve sebebiyeti bildirmedir.
Burada İbrahime yapılan vesile kılınarak Muhammede de yapılması istenilmektedir.
-“İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde,
‘deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâmdan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salâvatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir?
…..Elcevap: Bu sualde üç cihet ve üç suâl var.
Birinci cihet: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın âli, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. âl hakkında olan bu duanın parlak bir sûrette kabul olduğuna delil şudur ki:
Üç yüz elli milyon içinde, âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan yalnız iki zâtın, yani Hasan (r.a.) ve Hüseyin’in (r.a.) neslinden gelen evliya ekser-i mutlak hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları – hadisinin mazharları olduklarıdır. Başta Câfer-i Sâdık (r.a.) ve Gavs-ı Azam (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı âzamını tarik-i hakikate ve hakikat-i İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler. “
Salavattaki Kaf-ın Ta’lil için olduğuna delil ise:” Onu, size gösterdiği gibi zikredin.”
O’nu zikrediniz çünkü O size hidayet etti,doğru yolu gösterdi.İstenilen her hal O’na malum ve maruftur.
Burada salat-dan kasıt rahmettir.
“İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır.”
-3.Kısım:Allah’a iman ve resulü ile tevessülde bulunmak.
Mesela:”Allahım sana ve resulüne iman ettim.Şunu şunu istiyorum,diyebilir.
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde,..”
“Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört.”
Yani sana ve resulüne imanımız sebebiyle bizi bağışla.Burada Allaha iman,mağfirete vesile kılınmıştır.
Allah’a ve resulüne imana,Allah’a ve resulüne muhabbete yapılan tevessül caizdir.
Çünkü Allah’a iman mağfirete ulaştıran bir sebeptir.
Hakeza Allah’a ve resulüne muhabbet yine bağışlanmaya ulaştırıcı bir sebeptir.
-4.Kısım:Kişinin hiçbir şey söylemeksizin halini Allaha arz ederek tevessülde bulunması.
Şöyle demek gibi;”Allahım ben sana karşı nihayet derecede fakirim.Allahım ben senin yed-i kudretinde esirim.”Hakeza.
Bu durum tıpkı Hz.Musa-nın iki kızın koyunlarını sulayıp sonra gölgeye gidip oturarak söylediği şu söz gibi:” “Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım” dedi.”
Burada Rahmet,Lutuf ve İhsan gibi her şey elinde olan Allah’a dua edenin halini arzetmesidir.
Nitekim durumu iyi olmayan birinin seninle beraber olduğu sırada,fakir olduğunu, çalışmaya gücünün yetmediğini,buralarının garibi olduğunu anlattığında, onun durumunu bilir ve ona ikramda bulunursun.
5.Kısım:Duasına icabet etmesi istenilen kişiden bir dua ile tevessülde bulunmak.
Nitekim Enes’den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
“Cuma günü Resûlüllah Sallalahu Aleyhi ve Sellem ayakta hutbe okurlarken bir adam Mescid’e girip dedi: Ey Allah’ın Resulü! (Kuraklık ve kıtlıktan) mallar helak oldu, yollar kesildi (sefere çıkılmaz oldu). Allah’a duâ et de bize yağmur versin. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı sonra buyurdu: (Allâhümme eğisnâ, Allâhümme eğisnâ, Al-lâhümme eğisnâ). “Allah’ım bize yağmur ver, Allah’ım bize yağmur ver, Allah’ım bize yağmur ver.” Enes demiştir ki, biz gökte ne bir bulut ve ne de bir bulut parçası görmüş değildik. Bizimle Sel’ dağı arasında da bulutu gizleyecek bir ev ve bir bina da yoktu. (Sel’ Medine’ye yakın bilinen bir dağın ismidir.) Hemen o dağın arkasından kalkan şeklinde bir bulut çıktı. Göğü ortaladığı zaman yayıldı. Sonra yağmur yağdı. Vallahi asla bir hafta güneşi görmedik. Sonra ertesi cuma, bir adam aynı kapıdan içeri girdi. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayakta hutbe okuyordu. Adam dedi ki: Ey Allah’ın Resulü! (yağmur felâketinden) mallar helak oldu, yollar kesildi. Allah’a duâ et de yağmuru bizden kessin. Bunun üzerine Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı, sonra şöyle buyurdu:
(Allâhümmehavâleynâ ve lâ aleynâ. Allâhümme ale’lâkâmi ve’zzirâbi ve butûni’l-evdiyeti vemenâbiti’ş-şeceri).
“Allah’ım! Üzerimize değil, çevremize yağdır. Allah’ım! Tepelere, dağlara, vadilerin yataklarına ve ağaçların diplerine olsun. Hemen yağmur kesildi. Biz de çıkıp güneşte yürümeye başladık.”
Bunlar Allahın kudretindendir.Bir anda bulut yok iken toplanır,yağmur gelir.
Peygamberimizde hutbeyi kısa tuttukları halde bu dua esnasında yağmur hemen gelmiş,minberden inmeden yağmur mübarek sakallarını ıslatmış idi.
Allah rasulünün duasına süratle icabet etmişti.
Sahabelerde hutbe dinlerken bu duaya el kaldırıp amin demişlerdir.
“Başta Buharî, Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Hazret-i Câbir ibni Abdullahi’l-Ensârî beyan ediyor: Biz, bin beş yüz kişi, gazve-i Hudeybiye’de susadık. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, kırba denilen deriden bir kap sudan abdest aldı, sonra elini içine soktu. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Bin beş yüz kişi içip, kaplarını o kırbadan doldurdular.
Sâlim ibni Ebi’l-Ca’d, Câbir’den sormuş: “Kaç kişiydiniz?” Câbir demiş ki: “Yüz bin kişi de olsaydı, yine kâfi gelirdi. Fakat biz, on beş yüz (yani bin beş yüz) idik.”
“Başta Buharî, Hazret-i Berâ’dan ve Müslim, Hazret-i Selemet ibni Ekvâ’dan ve sair kütüb-ü sahiha başka râvilerden müttefikan haber veriyorlar ki:
Gazve-i Hudeybiye’de bir kuyuya rast geldik. Bin dört yüz kişiydik. O kuyunun suyu elli kişiyi ancak idare ederdi. Biz suyu çektik, içinde birşey bırakmadık. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm geldi, kuyunun başına oturdu. Bir kova su istedi; getirdik. Kovanın içine mübarek ağzının suyunu bıraktı ve dua etti, sonra o kovayı kuyuya döktü. Birden kuyu coştu ve kaynadı, ağzına kadar doldu. Bütün ordu, kendileri ve hayvânâtı doyuncaya kadar içtiler, kaplarını da doldurdular.”
“BenîHanîfe kabilesi kadınlarından Ümmü’l-Heysem diye anılan bir kadın, Müseylime’ye gidip:
“Hurmalarımız susuzluktan kuruyup döküldü! Kuyularımızın suyu çekildi!
Muhammed’in kuraklığa uğrayan halk için dua ettiği gibi, sen de sularımız ve hurmalarımız için Allah’a dua et!” dedi.
Müseylime, danışmanına:
“Ey Nehâr! O bunu yapmak için ne diyor?” diye sordu.
Nehâr:
“Kuraklığa uğrayan halk Muhammed’e gidiyorlar. Yağmur sularının gecikmesinden, kuyu sularının azalmasından ve hurma ağaçlarının susuzlukyüzünden hurmalarının dökülüşünden şikayet ediyorlar. O da onlar için dua edince, kuyularının suyu kabarıyor, hurma ağaçları gelişip dallarının uçları yerlere kadar eğiliyor!” dedi.
Müseylime:
“O, kuyulara ne yapıyor?” diye sordu.
Nehâr:
“Bir kova su getirtiyor. Onun içine, kavmi hakkında dua ediyor. Ağzına su alıp çalkaladıktan sonra onu kovanın içine bırakıyor. Kovayı götürüp o susuz kuyulara boşaltiyorlar. Sonra da hurma ağaçlarını suluyorlar” dedi.
Müseylime hemen bir kova su getirtti, kovanın içine kavmi için dua ettikten sonra, ondan ağzına su alıp çalkaladı ve kovanın içine bıraktı.
Kovayı götürüp kuyulara boşalttılar.
O kuyuların suları büsbütün çekildi ve kayboldu. “
*Nehâr, Müseylimeye:
“Beni Hanîfelerin çocukları üzerine bereket duası yapsan!” dedi.
Müseylime:
“Bereket duası ne denilerek yapılır?” diye sordu.
Nehâr:
“Hicaz halkı, çocukları doğduğu zaman onu Muhammed’e götürüyor. O da, çocuğun damağına birşey sürüyor ve başını sıvazlıyor!” dedi.
Bunun üzerine Müseylime’ye hangi çocuk getirilip damağına birşey sürdürülmüş ve başı sığatılmışsa, muhakkak o çocuğun ya başı bir daha saçı çıkmamasıya temelli kel, ya da dili kekeme olmuştu. Hele bir çocuğun başı, pek fena kel olmuştu.
Benî Hanffe kabilesinden ve Benî Mehriyelerden bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın abdest suyundan alıp Yemâme’ye getirmiş, kuyusuna boşaltmış, sonra su çekerek toprağını sulamış, yeşillikler parlamış, bahçenin yeşilliği hiç geçmemişti.
Nehâr, bir bahçe sahibine:
“Seni Benî Mehriyelerin yaptığı gibi Rahmân’ın abdest suyuyla sulamaktan alıkoyan nedir?” dedi.
Bunun üzerine adam Müseylimeye gidip:
“Sülmâ’nın toprağına Muhammed’in dua ettiği gibi, sen de benim çoraklaşmış, verimsiz hale gelmiş bulunan toprağım için Allah’a dua et!” deyince, Müseylime:
“Ey Nehâr! O ne diyerek dua ediyor?” diye sordu.
Nehâr da:
“Sülmâ, Muhammed’in yanına vardı. Kendisinin toprağı çoraklaşmış ve verimsizdi. Muhammed Sülmâ için bir kova su getirtip dua ettikten ve ağzında çalkaladığı suyu kovanın içine bıraktıktan sonra kendisine verdi. O da bu kovanın içindeki suyu kuyusuna boşalttı ve kuyudan çektiği su güzelleşti, tatlı I aştı” dedi.
Müseylime, Nehâr’ın dediği gibi yaptı.
Adam Müseylime’nin dua ettiği kovayı götürüp Sülmâ’nın yaptığı gibi yapınca, kuyusu kurudu.
BenîHanîfe halkı bir kuyu kazdılar.
Kuyunun bol ve tatlı sulu olması için Müseylime’ye gittiler. Gelmesini ve teberrüken kuyunun içine tükürmesini rica ettiler.
Müseylime içine tükürünce, kuyunun suyu acılaştı ve büsbütün çoraklaştı.
Müseylime’nin abdest suyu da bahçeye döküldüğü zaman, orada birşey bitmez oldu!
Bir adam gelip Müseylimeye:
“Ey Ebu Sümâme! Ben servet sahibi zengin bir kimseyim. Şu on yaşındaki oğlumdan başka hiçbir çocuğum doğmadı ki, iki yaşına varmadan ölmüş olmasın! Hem küçüğünün yaşaması, hem de büyük (on yaşındaki) çocuğumun uzun ömürlü olması için başını sığamanı ve Allah’a bu hususta dua etmeni arzu ediyorum!” dedi.
Müseylime:
“İstediğin şeyi yapacağım!” diyerek küçük oğlanın kırk yıl ömürlü olmasına dua etti.
Adamcağız sevinerek evine döndüğü zaman, oğullarından birisini kuyuya düşmüş, diğerini de kurt yemiş buldu!
Müseylime, Hz. Ali’nin ağrıyan gözüne Peygamberimiz Aleyhisselamın püskürünce iyileştiğini işit-mişti.
Müseylime’nin elini sürmesinden şifa bekleyen adamın gözleri ise, Müseylime el sürer sürmez veya tükürür tükürmez kör oluverdi!
Peygamberimiz Aleyhisselamın sütsüz, arık koyunun memesini sığayınca sütlenmiş olduğunu işiten Müseylime’nin memesini sığadığı süüü davarın sütü çekilmiş, kurumuştu!
*Bir kimse gıyaben kardeşi için bir şey istediği zaman bir melek ona der;
-Âmin,onun bir misli sana da olsun.
Kardeşinde gıyaben senin için bir şey istediğinde aynısını der.
Altıncı Kısım:Salih amelle Allah’a tevessülde bulunmak.
Kişinin matlubunun olmasında dua ederken Salih amelini düşünmesidir.
Buna misal olarak Beni İsrail zamanında olan ve Peygamberimizin anlattığı üç kişinin kıssasıdır:
İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında:
“Sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah’a yapacağınız dualar kurtarabilir!” dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:
“Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirini yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâla uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü:
“Ey Allahım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!”
Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci şahıs şöyle dedi:
“Ey Allahım! benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüzyirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:
“Allah’ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!” dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.
Ey Allah’ım, eğer bunları senin rıza-yı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar.”
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.
Üçüncü şahıs dedi ki:
“Ey Allahım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi (bir farak pirinçten ibaret olan) ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve:
“Ey Abdullah! bana olan borcunu öde!” dedi. Ben de:
“Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler senindir. Git bunları al götür!” dedim. Adam:
“Ey Abdullah, benimle alay etme!” dedi. Ben tekrar:
“Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!” diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü.
“Ey Allahım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!” dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler.”
*Hem vefat-ı Nebevîden sonra, Hazret-i Ömer, Hazret-i Abbas’ı vesile yapıp demiş: “Yâ Rab, bu Senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver.” Yağmurgelmiş. “Buharî, İstiska: 3; Fedâilü Ashâbi’n-Nebî: 11.
*Ancak müşriklerin putlarıyla ve bu kabilden olan tevessüller şirke sebebtir.Bu vesilelikten çıkar,gaye haline gelir.
Buna benzer Allahın dışında çağrılan şeyler bire bir ondan istenir mesela onun yardım etmesi veya kurtarması taleb edilirse buda meşru tevessül olmaz.
“Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.”Ahkaf.5.
Allah bu çağrılan şeyleri aciz ve kıyamete kadar cevap veremeyecekler olarak nitelemiştir.Zira onlar istenilen şeyden habersizdirler.
Ve kıyamet gününde insanlar toplandıklarında,gerçek ihtiyaç anında onlar birbirlerine düşman olurlar.
“Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.”
Hakiki ve safi tevhid,kişinin tam bir teslimiyet içinde Rabbisine yönelmesidir.
Nitekim İbrahim Peygamber nemrut tarafından ateşe atılırken havada Cebrail gelir ve Allah’ın kendisini gönderip,bir isteğinin olup olmadığını sorar:
Bunun üzerine Hz.İbrahim,madem şu anda Rabbim beni görüyor ve biliyor,ben senden neden isteyeyim.
Adeta aradan Cebraili çekerek,halini direkmen Allah’a arzeder.
Duruşumuzu ve durduğumuz yeri iyi belirlemeliyiz.
Falan puta dua ettim,kabul oldu veya falan veliye bu işimin olması veya yapması için dua ettim oldu,gibi ifadeler yanlış tevessüldendir.
Tıpkı kabirdekinin kendisinden yardım beklemek veya bir ağaca bez bağlamak gibi.
Oysa o kişiden istenildikten sonra o işin olmasının bir imtihan olduğu ve sınanmamız için Allah tarafından bir deneme olduğu ve olabileceği unutulmamalıdır.
Nitekim Allah Yahudileri de böyle sınamıştı.
“(Ey Muhammed!) Onlara, deniz kıyısında bulunan kent halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böyle imtihan ediyorduk.”
Yahudilere cumartesi günü balık avlamak yasak iken suyun yüzü tamamen balıklarla doluyor,diğer günler ise böyle bir duruma şahit olmuyorlardı.
Başladılar isyan etmeye,neden diğer günler gelmiyor da,cumartesi günü geliyor.
Hilebaz bir millet olduklarından hileye baş vurdular.
Cuma gününden ağlarını kurdular,böylece balıklar ağlardan çıkamayınca,Pazar günü gelip onları topladılar.
Böylece bizde cumartesi günü toplamamış oluruz,dediler.
Cuma günü tuzağı kurar,cumartesi balıklar ağa takılır ve Pazar günüde toplarız kararına vardılar.
Oysa bilmediler ki,onlar hile yapar ama,Allah da hilelerini boşa çıkarıp, cezalandırır.
“Onlar gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı. Tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak olsa bile, tuzakları Allah katındadır (Allah, onu bilir).”
“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”Âl-i İmran.54.
“Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.”Bakara.65.
Ve bu ceza onlara maymuna çevrilmeleri suretiyle gerçekleşmiş oldu.
13 kişiden gençler maymuna,yaşlılar domuz suretine çevrildi.Akrabaları onları tanıyamadı,onlar akrabalarını tanıdılar.Üç gün ağlayarak bu vaziyet içerisinde, insanlardan ayrı olarak bir çadırda kalıp,daha sonra da öldüler.
Maymun gülünç bir hayvandır.Bunların da maymuna çevrilmeleri gülünç bir akibete düşmelerini göstermektedir.
Meshi maddi ve maneviye düçar oldular.
Hileye baş vurup,sabretmeyen İsrail oğulları,önceden on kere daha imtihan edilip yerine getirmedikleri gibi,bu seferde imtihanı kaybettiler.Allah’ın yasağını çiğnediler.Kıyamete kadar da zillet ve meskenete,miskinliğe çarptırıldılar.
Allah bazı özel durumlarda da bu ümmete imtihan gereği bazı şeyleri haram kılmıştır.
“Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin.”
Avlanmak helal iken,hac ve umrede haram kılınmıştır.
Aksi takdirde cezayı istilzam etmektedir.
“Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ’be’ye ulaştırılmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle keffaret; yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”
Aynı durumla sahabe de imtihan edilmiş,ellerinin ve mızraklarının ulaşabileceği şekilde ahu ve benzeri kuşlar önlerine kadar avlanma imkanı doğmasıyla imtihan edilmişlerdi.Okla ulaşılamayan ava,yürüyerek elleriyle ulaşma imkanı ile imtihan edilmişlerdi.
“Ey iman edenler! Andolsun, Allah sizleri, ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği av(lar) ile elbette deneyecek ki, görmediği hâlde kendisinden korkanı ayırıp meydana çıkarsın. Kim bundan (bu açıklamadan) sonra haddini tecavüz ederse, ona elem dolu bir azap vardır.”
Buradaki hikmet;kendisinden korkanı ayırıp meydana çıkarmaktır.
Sahabe bu duruma düşmedi.
Ve Yahudi bugünde faiz yoluyla bu hilesini sürdürmektedir.
“Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.”
Ondandır ki,bu gün tüm dünyada en zillet içerisinde yaşayıp,her milletten tokat yiyen Yahudi milletidir.Hileleri başlarına dolanmış,kazandıklarını rahat bir ortam içerisinde yiyememektedirler.
MEŞRU VE YASAK OLAN TEVESSÜLÜN FARKI
Meşru olan Allahın resulüne iman,onu sevmek,onun getirdiklerini,her yönüyle üstün sıfatlarını kabul etmektir.
Bütün bunlar cennete girmeye ve cehennemden kurtulmaya vesiledir.Dünya ve âhiret saadetine sebeptir.Allahın rızasını kazanmaya vesile,sıkıntıların gitmesine,işlerin kolaylaşmasına sebeptir.
“Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar. Ona, ummadığı ve hesap edemediği yerlerden rızık ve servet verir. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını büyütür.”
“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır.”
“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.”
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.”
Bu manada daha bir çok âyet vardır.
Burada Allaha iman ve muhabbet olduğu gibi,resulüne iman,muhabbet ve sünnetine uymak,Allah tarafından da sevilmeye vesiledir.
“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”
“Şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.
Evet, Cenâb-ı Hakka İmân eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.
… Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid’alara giriyor.”
Bunlar amali salihadan ve Allaha yakınlaşmanın en efdal yollarındandır.
Hz.Ömerin Hz.Abbası vesile kılıp yağmur duasında bulunması meşru tevessüle örnektir.
Burada vesilelik ayrıdır,bizzat onun bu işteki kudreti,izni ve emri ayrıdır.
Yani o olmasaydı bu olmazdı,yağmur gelmezdi,denilmemelidir.
Burada iki nimetin bir arada bulunması söz konusudur.Şöyleki:
“Esbab-ı zâhiriyeyi perestiş edenleri aldatan, iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, iktiran tabir edilir, birbirine illet zannetmeleridir. Hem bir şeyin ademi, bir nimetin mâdum olmasına illet olduğundan, tevehhüm eder ki, o şeyin vücudu dahi o nimetin vücuduna illettir. Şükrünü, minnettarlığını o şeye verir, hataya düşer. Çünkü bir nimetin vücudu, o nimetin umum mukaddemâtına ve şerâitine terettüp eder. Halbuki o nimetin ademi, birtek şartın ademiyle oluyor.
Meselâ, bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şerâitin vücuduna tevakkufla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve irade-i Rabbâniye ile vücuda gelir. İşte bu mağlâtanın ne kadar hatası zâhir olduğunu anla ve esbabperestlerin de ne kadar hata ettiklerini bil.
Evet, iktiran ayrıdır, illet ayrıdır. Bir nimet sana geliyor. Fakat bir insanın sana karşı ihsan niyeti o nimete mukarin olmuş. Fakat illet olmamış. İllet rahmet-i İlâhiyedir. Evet, o adam ihsan etmeyi niyet etmeseydi o nimet sana gelmezdi, nimetin ademine illet olurdu. Fakat, mezkûr kaideye binaen, o meyl-i ihsan, o nimete illet olamaz. Ancak yüzer şerâitin bir şartı olabilir.
Meselâ, Risale-i Nur’un şakirtleri içinde Cenâb-ı Hakkın nimetlerine mazhar bazı zatlar (Hüsrev, Refet gibi), iktirânı illetle iltibas etmişler, Üstadına fazla minnettarlık gösteriyorlardı. Halbuki, Cenâb-ı Hak onlara ders-i Kur’ânîde verdiği nimet-i istifade ile, Üstadlarına ihsan ettiği nimet-i ifadeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş.
Onlar derler ki: “Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi biz bu dersi alamazdık. Öyleyse onun ifadesi, istifademize illettir.”
Ben de derim: Ey kardeşlerim! Cenâb-ı Hakkın bana da, sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş. İki nimetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktirânı illetle iltibas ederek, bir vakit Risale-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirtlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: “Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir biçare nasıl hizmet edecekti?” Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakiyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş; birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, dua ve tebrik ediniz.
Bu Dördüncü Meselede gafletin ne kadar dereceleri bulunduğu anlaşılır.”
Sahabeler Peygamberimizden kendisi için dua etmelerini taleb ediyorlardı.Ve onların menfaatına sebep olacak hususlarda da peygamberimiz şefaatta bulunuyordu.
Vefatından sonra buna çokça rağbet etmediler.
Kıyamet gününde ise ümmetine cennete girmeleri için şefaatta bulunacaktır.
O günde herkes Nefsi nefsi derken,Peygamber Efendimiz Ümmeti ümmeti, diyerek Allahtan ümmetini ve onların affını isteyecektir.
Allah rasulüne bunu vaat etmiştir.
“Rabbinin seni bir makam-ı mahmud’a (şefaat makamına) göndermesi kesindir.”
*Hayatta,özellikle dini hayatta her zaman için ifrat yani aşırı hareket tefriti yani ya geri bir hareket veya ta inkâra kadar götüren bir hal ve düşünceleri doğurur.
Suçlu aranacaksa,ifrat hareket bunun başında gelir.
Bir kişinin şeyhine gösterdiği ifrat hareket,bir başkasının şeyhine aid olan güzel hareketlerini ve hatta şahsını bile kemalsizlikle itham eden bir tavra götürmektedir.
Hayatta insanların teveccühünü istemeyen ve bunu bir kabul eden Bediüzzaman Said Nursi,ölmeden önce;öldükten sonra da böyle bir durumu arzu ettiğini söyleyerek, kabrini ancak birkaç talebesinin bileceğini söylemiz.İhlasıyla oluşacak ifrat hareketlerin önünü de kapatmış olmaktadır.
Aynı durum kabri belli olmayan Hz.Ali için de geçerlidir.
“En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin.”
İstenilecek her şeyi O’nun isimlerini şefaatçı yaparak istemeli.
O’na olan imanımızı,marifetimizi,muhabbetimizi,ihlasımızı,Salih amellerimizi vesile yaparak O’ndan istemeliyiz.
“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim.”
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.”
Efendimiz hadislerinde;dua ibadettir,dua ibadetin özüdür,buyurmaktadırlar.
*Allahın sevdiği bir kişiye hitaben;Kalk bizim için dua et,deyip ondan dua taleb etmekte bir sakınca yoktur.
Peygamberimizin ve Hz:Ömerin Hz.Abbas için söyledikleri uygulamada da görmekteyiz.
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.”
Burada peygamberin istediği ile Allahın kabulü birbirini tamamlamaktadır.Zira peygamber muhal ve imkânsız olan bir şeyi Allahtan taleb etmez ve Allah adına onu yapmaz.
Tıpkı müşrik olarak ölmüş bir kimsenin affı gibi.Veya Amcası Ebu Talibin iman etmemesi gibi.
Sahabeler bir çok defa rasulullaha gelmiş ve O’ndan kendileri için dua talebinde bulunmuş ve bir çoğu da kabul olmuştur.
*Tevessülde her önüne gelene şirk demek,akıl zafiyetinden ileri gelir.Zira en zor bir şey varsa,oda o kişinin müşrik olduğunu rahatça söylemektir.
Çünkü şirklikle ittiham edilen kişi eğer gerçekten o durumda değilse,o ifade söyleyene döner,o müşrik duruma düşmüş olur.
* “İki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı.”
“İbnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam)’ı işittim, diyordu ki:
“Bir müslüman ölür, cenaze namazına Allah’a şirk koşmayan kırk kişi katılırsa, Allah, bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.”
*Neye,nasıl ve ne şekilde dua edilmeyeceği ve istenilmeyeceğini rabbimiz şöyle belirtmektedir:
“Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun.”
Burada zaten Allah’ı bırakmış bir kimsenin durumu nazara verilmektedir.
“Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!”
Burada da müşrikler gibi,Allah’a eş ve ortak koşmuş olan kimselerin isteyişleri bildirilmektedir.
“Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.”
Burada kâfirlerin yapacakları şeylerin faydasız olduğu açıkça belirtilmektedir.
“Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile birlikte başka ilâh mı var!? Ne kadar az düşünüyorsunuz!”
İslâmda tevhid esastır,ifrat ve tefritten sakınılmalıdır.
Not:Bu eser Arapça ‘Et-Tevessülül Meşru’ vet-Tevessülül Memnu’ – adlı Abdulaziz bin Abdullah bin Bâz ve M.bin Salih el-Useymin tarafından yazılan eserden özetlenmiştir.
27-09-2011
MEHMET ÖZÇELİK