Z İ N A
Z İ N A
Zina;sağlıklı olarak devam etmekte olan neslin kopma noktasıdır.Sülale dediğimiz aile neslinin zinzirleme olarak devam edegelmekte iken bir noktadaki kırılma noktasıdır.Neseb insan neslinin bir nisbet ve bağlantı ve bağlılık ile ilk ata ve soy olan Hz.Âdeme kadar bağlılığıdır.Nesebsizlik ise bu bağlantının koparak,aranın açılması ve aradan çıkılmasıdır.Tıpkı normal seyrinde gelişen bir hücrenin hariçden idhal edilen bir hormanın gelişimi anormal şekilde etkilemesi demektir.İnsanlar bir soy ağacının bölümleri,birinleri,dal ve unsurları olarak devam edegelmektedler.Zina ise bu soy ağacından ayrılan kopuk dallar ve ekinin içerisindeki birer ayrık otlarıdır.Zina insan suyunun bulandırılmasıdır.Zina bir kopukluk,bir kopma noktasıdır.
Meşru nikah ile sağlıklı sürdürülen hayatın,gayrı meşru yolla devam ettirilmeye çalışılmasıdır.İnsan ve yaratılış fıtratına aykırı olan zina,yüz kızartıcı bir suçtur.İnsanın azgınlığı,taşkınlığı,yoldan çıkmasıdır.Zina raydan çıkıştır.Ekberül Kebair denilen yedi büyük günah içerisinde bulunmaktadır.
Peygamberimiz Hz.Muhammedi farklı kılan en büyük bir fark da;Tarihçilerin tesbitine göre 40 dedesi Adnan ve Hz.Âdeme kadar varan soyunda bir zina olayının olmaması,sağlıklı olarak Hz.Âdeme kadar neslinin devam etmesidir.Bu durum ise seçkinliğin ve seçilmişliğin bir şartı ve sebebi olarak da görülmektedir.
Soyu bulanık olan insanların maddi ve manevi yapısına etkisi büyüktür.Adeta bir noktada nüksetmektedir.
Hadisde: -“Zina gibi fuhşiyatın zuhuru,yerin hareketine,zelzeleye sebeb olur.”[1]
-“Zinadan sakınınız!Zira zinada dört hal vardır.Yüzde olan güzelliği,rızıkta olan hayır ve bereketi giderir.Allahın gadabını ve uzun müddet cehennemde kalmayı intac eder.”[2]
-“Ahmak yani diyanetsiz kadınların sütünü çocuklarınıza vermeyiniz,zira tesir eder.”[3]
Sütün etkisi böyle olursa,zinanınki ne derece olur kıyas edilsin.
Zina bütün din ve semavi kitaplarda menfur bir suç olarak görülmüş ve yasaklanmıştır.
-el-Berâ (ra)dan:
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanından yüzü kömürle karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi geçirdiler.Peygamber sallallahu aleyhi ve selem onları çağırıp sordu:
“Kitabınızda zina cezasının öyle olduğunu mu okumaktasınız?”
“Evet”dediler.
Şer’i cezalar bahsinde geçen hadisin benzeri rivayet edildi.
Ayrıca burada şöyle geçer:”bunun üzerine emretti,recm edildi.Ondan sonra şu âyet indi:”Ey Peygamber!Küfre koşanlar seni üzmesin!”Size bir (fetva) verilirse alın’a kadar.[4]
(Yahudiler)diyordu ki:”Muhammed’e gidin!Eğer size ceza olarak yüzü kömüre boyamayı ve dayağı emrederse,alın;recmi emrederse kaçının!Bunun üzerine şu âyet indi:
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse,onlar zalimlerin ta kendileridir.”[5]
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse,onlar fasıkların ta kendileridir.”[6] Bunların hepsi kâfirler hakkında inmiştir.[7]
Nikahta keramet ve ünsüyet var iken zina bunu ortadan kaldırmaktadır.Nitekim Esma binti Haricetül Fezari evlendireceği kızına şu nasihatlarda bulunmuştu:”
Kızım,alıştığın hayattan bilmediğin bir hayata gidiyorsun.Hiçbir suretle tanımadığın bir kimse ile arkadaş oluyorsun.Sen ona yer ol ki,oda sana gök olsun.Sen onun dilediğini yap ki,o da sana istediğini versin.Sen ona döşek ol ki,o da sana yaslanacağın direk olsun.Sen ona cariye ol ki,o da sana köle olsun.Herhangi bir şeyde ısrar etme ki,sana kızmasın.Ondan çok uzaklaşma ki,seni unutmasın.Sana yaklaştıkça sen de ona yaklaş.Kızdığı zaman,kendini koru.Yüzünü,gözünü ve kulağını muhafaza et ki,güzel kokunu koklasın,güzel sözünü duysun ve güzelliklerini görsün.”
Zina bir şaşkınlık ve şaşırmışlıktır.Bu durumda söylenecek en güzel söz şu olsa gerektir:
”Allah kimseyi şaşırtmasın.şaşırtırsa süründürmesin.Süründürürse deli etmesin.Deli ederse dağıttırmasın.Dağıtırsa perişan etmesin.Perişan ederse sersem ve avare etmesin”[8]
”Üstad Bediüzzaman’ın sıkça söylediği kürtçe bir temenni:
“Hüda meru şaş dike, kaş neke. Kaş dike, fahş neke. Fahş dike, purş neke. Purş dike, perişan neke. Perişan dike, müşevveş sergerdan neke.”
Meali: Allah, adamı şaşırtırsa, süründürmesim. Süründürürse, fahşetmesin. Fahşederse, dilenci vaziyetine getirmesin. Dilenci vaziyetine getirirse perişan etmesin. Perişan ederse, başıboş sergerdan etmesin.”
Ferdi açıdan kişinin olduğu gibi devletlerin de çöküşü bu zina ve fuhşun yaygınlaşması sebebi iledir.Türkiyedeki bu tehlikeye baktığımızda istatistikler şunu göstermektedir:
-ATO’nun araştırmasında:”Türkiyede vesikalı yada gizli çalışan hayat kadınlarının sayısı 100 bine yaklaşıyor.Türkiyedeki kadın nüfusun 35 milyon civarında olduğu hesaba katıldığında,her 350 kadınımızdan birinin fuhuş batağının eşiğinde olduğu kaydediliyor.
“Hayatsız kadınlar dosyası”başlığı altında yapılan araştırmada,Türkiyede faaliyet gösteren 56 genelevde yaklaşık 3 bin hayat kadını çalışıyor.Türkiyede tescilli hayat kadını sayısı da 15 bini geçiyor.Genelevlerde,hukuki sorun yaratmasın diye vesikasız çok sayıda kadının çalıştığı,birçok kadının da genelevler dışında gizli fuhuş yaptığı belirtiliyor.
Raporda bir sektör haline gelen fuhuşta bir yılda dönen paranın asgari 3-4 milyar dolar olduğu belirtiliyor.
Fuhuş mafyasından,patron,bar,pavyon,disko,gece klüpleri,otelci,taksici,eğlence yeri sahibi gibi onbinlerce insan maddi kazanç sağlıyor.
18 yaşından küçük,15 ve 12 yaşına kadar ki kız çocuklarıda –çocuk hayat kadını-olarak pazarlanıyor.
2001 yılında ölen genelev patroniçesi Matild Manukyan 1944 yılında itibaren birçok kez vergi rekortmeni olmuştur.
Bu kadınlara yüklü miktarda senetler imzalatılarak alıkonulmakta,uyuşturucu da silah olarak kullanılmaktadır.[9]
İsveçte evlilik dışı gayrı meşru olarak doğan çocukların oranı 2003’de % 54,Danimarka % 46,Fransa % 39,İngiltere %37,İrlanda % 27,Portekiz % 20,Hollanda % 19,Almanya % 18,Belçika % 15,İspanya % 11,İtalya % 8,Yunanistan % 3….[10]
Bizde bir zamanlar aydınlarımız tarafından yapılan teklifte;yurt dışından damızlık insanlar getirmek idi.Bu da bir çok örneklerinden şöyle bir örneğini de feci olarak doğurmuş oldu:
-Cumhuriyet dönemi yazarlarından Refik Erduran;annesinin ısrarıyla onunla yatmakta ve oğluna ısrarla;”Senin kocanım” dedittirmektedir.Yazar olan Eşi Leyla Umar’ı birkaç kez aldatarak,sürekli başkalarıyla olan bir kişiliğe sahib kişi,diğer bir karısını boşayıp ve üvey kızıyla evlenerek ondan 3 çocuk babası.
Eşi Leyla Umar:”Ben aldatılmış kadın olmaktan o kadar utandım ki,bir yıl Türkiyeye dönemedim.”
Bu insanlar tek evliliği savunup,zina cezasına karşı çıkmakla,çok kadınla yaşayarak meşru olmayan bir yol tutmaktadırlar.Tıpkı Osman Yüksel Serdengeçti’nin dediği gibi;Kadını bir kocanın baskı ve bağımlılığından kopardılar,bir çok kocaya köle ve bağımlı yaptılar,sözünü doğrulamaktadır.Bu da kadını korumak değil,kadını kullanmaktır.
Zina aklı başında olan bir insanın ve olgun bir kişinin başvuracağı bir yol değildir.
Hadisde: “Gençlik, delilikten bir şûbedir.” buyurulur.[11]
Kur’an-ı Kerim’de geçen Zina ile ilgili Âyetlerde şöyle buyurulmaktadır:
-“Kadınlarınızdan zina edenlerin aleyhlerine dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, ölüm onları alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.”[12]
-“Sizden her kim hür mümin kadınları nikah edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da ellerinizin altındaki mümin cariyelerinizden efendilerinin rızası ile nikahlamak var. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz. O halde sahiplerinin izni ile ve mehirlerini örfe göre vermek suretiyle cariyelerden iffetli olan, zina etmeyen, dost da edinmeyenlerle evlenin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar hakkında gerekli bulunan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir. Bu hükümler, içinizden günah işlemekten korkanlaradır. Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır. Allah Gafûrdur, Rahimdir (çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir).”[13]
-“Zinaya da yaklaşmayın; çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur.”[14]
-“Zina eden kadın ve zina eden erkekten herbirine yüz değnek vurun; eğer Allah’a ve ahiret gönüne gerçekten inanıyorsanız, Allah’ın dinini uygulamada bunlara bir acıyacağınız tutmasın! Ayrıca mü’minlerden bir grup cezalandırılmalarına şahit olsun!
Zina etmiş erkek, ancak zina etmiş olan veya Allah’a ortak koşan bir kadınla; zina etmiş kadın ise, zina etmiş olan veya Allah’a ortak koşan bir erkekle evlenebilir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.
Namuslu kadınlara zina suçu atıp sonra dört şahit getirmeyen kimselere de seksen değnek vurun ve artık ebediyyen onların şahitliklerini kabul etmeyin! Bunlar öyle fasıklardır.
Ancak ondan sonra tevbe edip düzelenler başka; çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir.
Kendi karılarına zina suçu atıp da kendilerinden başka şahitleri de bulunmayan kimselerden herbiri ise kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah’a yemin ederek şahitlik etmelidir.
Beşinci defada da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi boynuna olmasını ifade etmelidir.
Kadının dört defa: “Allah’a yemin ederim ki, o muhakkak yalancılardandır!” diye şahitlik etmesi kendisinden cezayı kaldırır.
Beşincisinde ise, eğer o (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını ister.”[15]
“Ve onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya dua etmezler; Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina da etmezler; kim bunları yaparsa ağır bir cezaya çarpılır.”[16]
“Ey peygamberin hanımları, sizden her kim açık bir terbiyesizlik ederse, ona azap iki kat katlanır. Bu Allah’a göre kolaydır.”[17]
“Ey peygamber, inanan kadınlar Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri ve sana hiçbir iyi işte karşı gelmemeleri şartıyla sana biat etmeye geldikleri zaman biatlarını kabul et ve Allah’tan onların bağışlanmalarını dile! Çünkü Allah çok bağışlayandır. merhamet edendir.”[18]
“Ey peygamber, kadınları boşayacağınız zaman, onları iddetlerine doğru boşayın ve iddeti de sayın; Rabbiniz Allah tan korkun; açık bir terbiyesizlik yapmaları durumu dışında onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar! Bunlar Allah’ın belirlediği sınırlardır. Her kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, kendisine zulmetmiş olur. Bilmezsin, belki Allah, onun arkasından bir iş çıkarır.”[19]
ZİNÂ HADDİYLE İLGİLİ HÜKÜMLER :
-1561 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh)’i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
“Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’i hak (din ile) gönderdi ve O’na Kitab’ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: “Biz Kitabullah’da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah’ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- süb–t bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah’da mevcut bir haktır. Allah’a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: “Ömer Allah Teâla’ nın kitabına ilâvede bulundu” demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah’a) yazardım.”[20]
-1562 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Allahu Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’inde: “Kadınlarınızdan fuhşu irtikâb edenlere karşı içinizden dört şahid getirin. Eğer şehâdet ederlerse onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar. kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilattan menedin)” buyurdu.[21]
Cenab-ı Hakk, bu âyette (zinâ meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla birlikte ele alarak şöyle demiştir: “Sizler-den fuhşu irtikab edenlerin her ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse artık onlara (eziyetten) vazgeçin. çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok esirgeyendir”[22]
Cenab-ı Hakk bu âyeti, celde âyetiyle neshederek şöyle buyurdu: “Zinâ eden kadınla zinâ eden erkekten her birine yüzer deynek vurun. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah’ın dinini tatbik hususunda, acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir zümre de bunların azabına (bu cezalarına) şahid olsun” (Nur 2). Sonra Nur sûresinde recm âyeti nâzil oldu. Önceki (celdeyi emreden) vahiy bekâr (zâni) içindi. Sonra recm âyeti tilâvetten kaldırıldı, ancak hükmü bâki kaldı.”
Bu rivayetin “…yüzer deynek vurun”ibaresine kadar olan kısım Ebu Dâvud’a aittir, mütebakisini Rezîn ilâve etmiştir.
-1563 – Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Sa’d İbnu Ubâde (radıyallahu anh): “Ey Allah’ın Resûlü, ne buyurursunuz, zevcemi bir erkekle yakalarsam dört şahid getirmek için bekleyecek miyim?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“-Evet bekleyeceksin!” dedi.”[23]
Müslim ve Ebû Dâvud’un bir diğer rivayetinde: “Bir adam, karısının yanında bir yabancı yakalasa onu öldürebilir mi ne dersiniz?” diye sorar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır!” deyince, Sa’d: “Bilakis evet! Seni hak dinle şereflendiren Allah’a yemin ederim, fırsatı yakalarsam ondan önce kılıncımı işletirim” der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Efendinizin ne söylediğine bakın!” buyurur.
-1564 – Ebu Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid (radıyallahu anhümâ) şunu anlattılar: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a muhsan olmayan câriye zinâ yaparsa ne gerekir? diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi:
“- Câriye zinâ yaparsa ona celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın ve sonra onu (kıldan mamul âdi) bir ipe mukabil de olsa satın gitsin.”[24]
Bir rivayette: “(Efendisi) ona celde tatbik etsin, bir de ayıplamasın” denmiştir.
-1565 – Ebu Abdirrahmân es-Sülemî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz.Ali (radıyallahu anh) hutbede şöyle buyurdu: “Ey insanlar, kölelerinize -ister muhsan olsunlar, ister olmasınlar- haddleri tatbik edin. Zîra, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in bir cariyesi zinâ yapmıştı, ona celde tatbik etmemi emretti. (Dövmek üzere) yanına geldim. Yeni nifas olmuştu. Döversem öldürürüm diye korktum. Durumu Resûlullah’a arzettim. Bana: ” İyi yapmışsın, iyileşinceye kadar ona dokunma” dedi.”[25]
-1566 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hür kimseye terettüp eden haddin bölünebilen çeşidinin yarısını köleye hükmetti. Sözgelimi zinâ yapan bâkirenin haddi, iftira (gazf) haddi ve şürbü’l-hamr (içki) haddi böyledir. (Bunlar bölünebilen haddlerdir, köleye hep yarısı tatbik edilir).
Rezîn ilavesidir.
-1567 – İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) hazretlerinden rivayete göre: Câriyelerinden birine hadd tatbik etmiş, bu maksadla ayaklarına ve bacaklarına vurmaya başlamıştı. Bunu gören Sâlim (rahimehullah) kendisine:
“- (Sen niye böyle yapıyorsun?) Cenab-ı Hakk’ın “Bunlara Allah’ın dinini tatbik hususunda acıyacağınız tutmasın..:”[26] sözü nerede kaldı?” der. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) de:
“- Beni ona şefkatli davranıyor mu buldun? Her halde Cenab-ı Hakk onu öldürmemi emretmedi” cevabını verir.(Rezîn ilavesidir.)
-1568 – Vâil İbnu Hucr İbni Rebîa (radıyallahu anh) anlatıyor; “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti.
(Çığlığı üzerine) kadına bir erkek uğramıştı. Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle yaptı dedi. Sonra, bir grup muhacire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp: “Bir adam bana böyle yaptı!” dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tecavüz ettiği kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın:
“- Evet bu odur?” dedi. Sonra adamı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in yanına götürdüler. Resûlullah adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına tecavüz etmiş olan kimse kalkıp:
“- Ey Allah’ın Resûlü, suçlu benim!” diye itirafta bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına:
” Git. Allah günahlarını affetti” dedi. Zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü aldı). Mütecavizin recmedilmesini emretti ve recmedildi.
Sonra Resûlullah şunu söyledi:
” Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi.”
Tirmizî, şu ziyadede bulunmuştur: “Vâil (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in kadına mehir takdir edip etmediğini zikretmedi.”[27]
-1569 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ömer’e, zinâ yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla istişare ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (radıyallahu anh) uğradı. (Hazırlığı görünce):
“- Bunun hâli nedir?” diye sordu. Kendisine: “Falanca kabileden deli bir kadındır, zinâ yapmıştır. Hz. Ömer (radıyallahu anh), recmedilmesine hükmetmiştir” dediler. Hz. Ali (radıyallahu anh):
“- Kadını geri götürün!” dedi, sonra Hz. Ömer’e uğrayıp:
“- Ey mü’minlerin emîri! Bilirsin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
“Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorum1u değildirler): Büluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan.” Bu bîçare kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecavüz eden, muhakkak ki aklî noksanlığı sırasında tecevüz etmiştir” dedi.”[28]
-1570 – Habib İbnu Salim (rahimehullah) anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Huneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Küfe emîri Nu’man İbnu Beşir (radıyallahu anh)’e götürüldü.
“- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, câriyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recmedileceksin..”
Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emîr yüz deynek vurdu.”[29]
1571 – Seleme İbnu Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: “Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin efendisine (yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse, câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır.”[30]
-1572 – Berâ İbnu’l-Âzib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Dayım Ebu Bürde İbnu Niyâr -beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum.
“- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana babasının hanımıyla evlenen bir adamın kellesini getirmemi (ve malına da el koymamı) emretti, Ona gidiyorum” diye Cevap verdi.”[31]
-1573 – Hz. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle emretti: “Kim, nikâhı haram olan bir akrabasına cinsî temasta bulunursa -veya şöyle demişti; kim haram yakını ile evlenirse- onu öldürün.”
-1574 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ali (radıyallahu anh)’ye : “Git boynunu vur!” diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu.
“Çık dışarı!” diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (burulmuş) ve tenâsül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e haber verdi. Resûlullah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti.”
Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Şahid, gâibin görmediğini görür” buyurdu”.[32]
-1575 – Sehl İbnu Sa’d (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek ismini de verdiği bir kadınla zinâ yaptığını itiraf etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına adam göndererek meseleyi sordurdu. Kadın, zinâ ettiğini inkâr etti. Bunun üzerine, adama hadd celdesi tatbik etti, kadına dokunmadı.”[33]
-1576 – İbnu Abbâs hazretleri (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bekr İbnu Leys kabilesinden bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek, bir kadınla (itiraf ederek) dört kere zinâ yaptığını söyledi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona yüz sopa vurulmasına hükmetti. Zîra adam bekârdı. Sonra, kadın aleyhine beyyine sordu. Kadın:
“- Ey Allah’ın Resûlü! Vallahi yalan söylüyor” dedi. bunun üzerine, Resûlullah, adamı iftira (kazf) haddine, yani seksen sopaya mahkum etti.”[34]
RESÛLULLAH’IN HADD TATBİK ETTİKLERİ KİMSELER :
-1577 – Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm)’a, Mâiz İbnu Mâlik el-Eslemî (radıyallâhu anh) gelerek:
“- Ey Allah’ın Resûlü, ben nefsime zulmettim, zinâ fazihasını işledim, beni temizlemeni istiyorum” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu reddetti (geri çevirip meselenin üzerine gitmedi). Ancak Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine:
“- Ey Allah’ın Resûlü, ben zinâ fazihasını irtikab ettim!” diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adamın kavmine birisini yollayarak:
“Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?”diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber:
“Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki sâlih kişilere denk akıl (ve feraset) sahibi biliyoruz” dediler. Mâiz üçüncü sefer müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler.
Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı.
Râvi der ki: Gâmidiye adında bir kadın da gelerek:
“Ey Allah’ın Resûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Mâiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah’a kasem olsun ben hamileyim de!” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
“Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel” dedi. Kadın gitti çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi.
“İşte çocuk, doğurdum!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!” buyurdu. Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı.
“Ey Allah’ın Resûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi” dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çocuğu alıp, Müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Hâlid İbnu Velid (radıyallâhu anh) elinde bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hâlid’in kadına küfrettiğini işitince:
“Ey Hâlid ağır ol!” dedi ve ilâve etti:
“Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun, bu kadın öyle bir tevbe yaptı ki, şâyet alış-verişte sahtekârlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi !”
Sonra Resûlullah (tekfın) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi.”[35]
-1578 – Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapmış olan bir kimse için celde ile hadd tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve recmedildi.”[36]
-1579 – İmrân İbnu’l-Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Cüheyneli, zinâdan hamile kalmış bir kadın geldi ve:
“- Ey Allah’ın Resûlü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezasını bana tatbik et” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da kadının velisini çağırıp:
” Buna iyi muamelede bulunun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!” buyurdu. Velisi öyle yaptı. (Doğumdan sonra gelince) Resûlullah kadının elbisesini üzerine bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenaze namazı kıldırdı. (Bunu gören) Hz. Ömer:
“- Bu zâniye kadına namaz mı kıldırıyorsun?” dedi. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz:
” Bu öyle bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine ahalisinden yetmiş kişiye taksim edilseydi onların hepsini rahmete bandırırdı. Sen Allah için canını vermekten daha efdâl bir amel biliyor musun?” diye cevap verdi.”[37]
-1580 – Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid el-Cühenî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Bir bedevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek:
“- Ey Allah’ın Resûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah’ın kitabıyla hükmet!” diye yemin verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de:
“- Evet aramızda Kitabullah’la hükmet, bana da izin ver!” talebinde bulundu. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz:
” Meramını söyle! (seni dinliyorum)” dedi. Adam:
“- Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ yaptı. Bana,”Oğlun için recm gerekir” dediler. Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla bir cariyeyi fıdye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: “Oğluna yüz deynek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası icabeder” dediler” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“- Ruhumu kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun ikinizin arasını Kitabullah uygun şekilde hükme bağlayacağım: Cariye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek” buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi:
” Ey Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!”
Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlulluh (aleyhissalâtu vesselâm) emretti, kadın recmedildi.”[38]
-1581 – İmam Mâlik diyor ki: “Bana ulaştığına göre, Hz. Osman (radıyallâhu anh)’a evliliğinin altıncı ayında doğum yapan bir kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali (radıyallâhu anh):
“- Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de “(İnsanın anne karnında) taşınma ve sütten kesilmesi (müddeti) otuz ay. dır..:” [39] buyuruyor. Keza bir başka âyette de: “Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir..”[40] buyurmaktadır. Bu durumda hamilelik müddeti altı aydır.” Bu açıklama üzerine Hz.Osman (radıyallahu anh) kadının geri gönderilmesini emretmişti, ancak kadın recmedilmiş bulundu.”[41]
-1582 – Ebû İshâk eş-Şeybânî (rahimehullah) anlatıyor: “İbnu Ebî Evfâ (radıyallâhu anh)’ya:
“- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hiç recm tatbik etti mi?” diye sordum. Bana: “Evet!” cevabını verdi. Ben tekrar:
“- Nür süresinin nüzülünden önce mi, sonra mı?” diye sordum. “Bilmiyor’um!” dedi.”[42]
-1583 – Şa’bî (rahimehullah) anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallâhu anh), kadını remettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: “Ona Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sünneti ile de recm tatbik ettim.”[43]
-1584 – Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Yahudilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: “Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafıfletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O’nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: “Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvalar(la amel ettik, hevamıza uymadık) deriz” dediler.
Mescidde ashabıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek:
“- Ey Ebü’1-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?” dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak:
“-Hz. Musa (aleyhisselâm)’ya kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zina yapacak olursa bunun Tevrat’taki hükmü nedir?” diye sordu.
“- Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır.”
-Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır- Râvi devamla der ki: “Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayap) susmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: “Madem ki sen bize Allah’ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): “Biz Tevrat’ta recm emrini görüyoruz” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“- Allah’ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?” diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi:
“- Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mani olup:
“- Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!” dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezayı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.
(Bu açıklama üzerine) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“- Ben Tevrat’taki âyetle hükmediyorum!” dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler. Zührî (rahimehullah) der ki: “Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında nazil olmuştur:
“Şüphesiz ki Tevrat’ı biz indirdik. Ki onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini (Allah’a) teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri, Yahudilere ait (dâvalarda) onunla hükmederlerdi…”[44] Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlardan biri idi.”[45]
-1585 – İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Yahudiler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zinâ yaptığını söylediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara:
” Recm hakkında Tevrat’ta ne buluyorsunuz?” diye sordu. Onlar:
“- Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız” dediler. Abdullah İbnu Selam (radıyallâhu anh):
“- Yalan söylüyorsunuz. Zinânın Tevrat’taki cezası recmdir” dedi. Hemen Tevrat’ı getirip açtılar. İçlerinden (Abdullah İbnu Surya adında) biri elini recm âyetinin üzerine koydu. Sonra, âyetten önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya devam etti. Abdullah İlbnu Selam (radıyallâhu anh) müdahale edip:
“- Kaldır elini!” dedi. Adam elini çekti, tam orada recm âyeti mevcut idi. Bunun üzerine:
“- Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi. Tevrat’ta recm âyeti mevcuttur!” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) derhal o iki zâninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler.”
İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) der ki: “Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için, kadının üzerine eğildiğini gördüm.”[46]
-“Dünyadan sakının. Kadınlardan da sakının. Zira şeytan çok aldatıcı, yanıltmak için gözetici ve netice alıcıdır. O, takva sahiplerini avlamakta kadınlardan daha uygun bir tuzağa sahip olmamıştır.” Hz. Muaz (r.a.)
-“Bakış, şeytanın zehirli oklarından biridir. Bir kimse, Allah korkusundan dolayı bakışına hakim olursa, Allah ona imanının tadını duyurur.Hz. İbni Mes’ud (r.a.)109. 12
Bakmaktan, sonra tekrar bakmaktan sakın. Zira birincisi senin için isteğinin dışında olmuştur. İkincisi aleyhinedir. (Yabancı bir erkeğe ve kadına bakmak meselesi) Hz.Büreyde (r.a.)
-“Bir genç kız ile, genç bir erkeği beraber gördüm. Onları şeytandan emin görmedim. (Bir erkek ile bir kadının, yalnız bir yerde beraber bulunmaları haramdır)”Hz. Ali (r.a.)
-“İbnu Mes’ud (r.a.) anlatıyor: “Dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Allah katında en büyük günah hangisidir?” “Seni yaratmış olan Allah’a eş koşmandır!” buyurdular. “Sonra hangisidir?” dedim. “Seninle birlikte yiyecek diye, evladını öldürmendir! (kürtaj yaptırmak vs. gibi)” buyurdular. Ben yine: “Sonra hangisi?” dedim. “Komşunun helalliği (karısı) ile zina etmendir!” buyurdular.”[47] -“Zina fakirlik getirir.Hz. İbni Ömer (r.a.)
-“Allah bir karyeyi (beldeyi) helak etmek istediğinde ettiğinde, orada zinayı izhar eder. (yaygınlaştırır ve açıktan yaptırtır.)”Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)
-“Zinada devam eden adam putperest gibidir.”Hz. Enes (r.a.)
-“Üç kimse, kıyamette, Allah’ın gölgeliklerinden başka hiçbir gölgenin olmadığı günde Arş-ı Âlâ’nın gölgesinde bulunacaktır: Nereye yönelse, Allah’ın kendisi ile olduğunu bilen adam. Bir kadının zina teklifini reddeden adam (veya bir erkeğin zina teklifini reddeden kadın). Bir kimseyi, Allah’ın Celali (rızası) için seven adam.”Hz. Ebû Ümâme (r.a.)
LİVATA (Homoseksualite) VE HAYVANA TEMASININ HADDİ :
-1586 – İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Kimin Lüt kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef’ülü de öldürün.”[48]
Tirmizî, Ebü Hüreyre’nin de böyle bir rivâyette bulunduğunu belirtir. Ebü Dâvud’da İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)’tarı yapılan bir rivâyette: “Livata yaparken yakalanan bekâr (yani muhsan olmayan kişi) de recmedilir” denmiştir.
-1587 – Yine İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)’ın rivâyetine göre, Hz. Ali, livata yapan çifti yaktırmıştır. Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır.”Rezîn ilavesidir.
-1588 – Hz.Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Lüt kavminin iğrenç fiilini işleyen kimse mel’ündur.”
Rezin ilavesidir. (Münzir’de kaydedilen uzunca bir hadisin parçasıdır).
-1589 – Hz.Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ümmetim için en ziyade korktuğum şey Lüt kavminin amelidir” buyurdular.”[49]
-1590 – Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Kadına dübüründen temas eden mel’undur” buyurdular.”[50]
-1591 – İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allahu Teâla hazretleri, erkeğe temas eden veya kadınlara arka uzvundan temas eden erkeğe (kıyamet günü rahmet nazarıyla) bakmaz.”[51]
1592 – Yine İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Kim bir hayvana temas ederse onu öldürün, hayvanı da beraber öldürün”buyurdu.
İbnu Abbâs’a: “Hayvanın günahı ne (o niçin öldürülsün?)” diye soruldu. Şu cevabı verdi: “(Bu hususta Resûlullah’tan bir şey işitmedim). Tahminimce eti yenmesin veya ondan istifade edilmesin diyedir. Zîra ona, bu muamele yapılmıştır.”[52]
Ebü Dâvud ve Tirmizî’de şu rivâyet de gelmiştir: “Hayvana temas edene bir hadd takdir edilmemiştir.”
KAZF (İFTİRA) HADDİ :
-1593 – Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Maruz kaldığım iftiradan beni temize çıkaran vahiy indiği zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) minbere çıkıp, durumu hatırlattı ve ilgili âyeti (Nur 11-23) tilavet buyurdu. Minberden inince iki erkek ve bir kadına kazf haddi vurulmasını emretti. Ve derhal icra edildi. Burada hadd icra edilen şahıslar Hassân İbnu Sâbit, Mistah İbnu Üsâse ve Hamnâ Bintu Cahş (radıyallâhu anhüm) idi.”[53]
-1594 – Ebû’z-Zinâd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Ömer İbnu Abdilaziz (radıyallâhu anh) iftira sebebiyle bir köleye seksen sopa vurdu. Ebû’z-Zinâd der ki: “Bu hüküm hakkında, Abdullah İbnu Âmir İbni Rebîa’ya sordum. Bana şu cevabı verdi:
“- Ben, Osman İbnu Affân ve arkadan gelen diğer halifelerin zamanlarına yetiştim, hiç birisinin iftira sebebiyle köleye kırktan fazla vurduğunu görmedim.”[54]
-1595 – İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir insan diğer bir insana: “Ey Yahudi” diye hitab edecek olursa ona yirmi sopa vurun. “Ey muhannes (kadınlaşmış)” diyecek olursa yine o kadar ceza verin. Nikâhı haram olan birine, bunu bilerek muvakaa (aşk-ı memnû) yaparsa öldürün.”[55]
ZİNA ETMEK İSTEYEN GENÇ
Asr-ı saadette Peygamberimiz (A.S.) Ashabıyla beraber bulunuyordu. Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:
– Ya Resulallah! Ben felanca kadın ile arkadaş olmak olmak istiyorum, onunla zina yapmak istiyorum dedi.
Ashab-ı Kiram, bu durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve huzuru Resulullah’dan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağırıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bırakın o genci buyurdu. Resulullah, genci yanına çağırdı, dizinin dibine oturttu. Gencin dizlerini kendi mübarek dizine değdirecek bir şekilde oturttu ve:
– Ey genç, birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi? diye sordu. Genç hiddetle:
– Hayır Ya Resulallah, diye cevab verdi. Resulallah:
– Öyle ise o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar. Sonra:
– Peki, bu çirkin işi senin kız kardeşinle yapmak isteseler, sever misin? diye sorduklarında genç :
– Hayır, asla! diyerek hiddetleniyordu. Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu.
Sonra Hz.Peygamber (A.S.) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:
– Allahım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla, buyurdu.
Genç, Resulallah’ın huzurundan ayrıldı. Bir daha günah işlemediği gibi böyle bir kötü düşünce aklından bile geçmeden yaşamış!
Resulallah:”Kadınlarınızın namuslu olmasını istiyorsanız başkalarının kadınlarına yan gözle bakmayınız” diye emrediyor.
-Hazreti Âişe radıyallâhü anhâ anlatıyor “Rasulullah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki; “Nikah benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zirâ ben, diğer ümmetlere kaşı sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim. kimin maddi imkanı varsa hemen evlensin.”[56]
“B- Şahitlikte Nisap
Burada zikredilecek olan rakamlar, şahitlerin asgari sayılarıdır. Ayet ve hadislerle sabit oldukları için bu rakamlar kesindir. Daha çok olabilir; fakat, daha az olamaz[57].
1- Zina davası
Zina davasında dört erkek şahidin bulunması şarttır[58]. Başka hiçbir davada dört şahit şart koşulmamıştır. Bunun manası şudur : Allah Teala burada, kullarının suçunu örtmek istiyor ve ahlaksızlığın duyulup yayılmasına razı olmuyor . Bundan dolayı biri diğerine zina isnadında bulunur da iddiasını dört şahitle isbat edemezse kendisine iftira cezası (hadd-i kazif) olarak 80 değenek vurulur[59] ve ebediyyen şahitliği kabul edilmez. Bir kişi namuslu olan karısına zina isnadında bulunur veya çocuuğun kendisinden olmadığını söylerse, iddiasını dört erkek şahitle isbat edemediği taktirde li’an[60] denen özel bir muamele tatbik edilerk bu kar-kocanın arık tefrik edilir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi burada kadınların şahitliği kabul edilmez[61].
2- Had ve kısas davaları
Zina dışındaki had ve kısas[62] cezalarının tesbiti için iki erkek şahidin bulunması şarttır. Burada da kadınların şahitliği kabul edilmez[63].
Bir erkekle iki kadın, hırsızlık davasına şahitlik etseler sanığa, elini kesme cezası verilmez, fakat malın tazmin edilmesine hükmedilir[64].”
“(1) Bir yasağın (haramın) çiğnenmesine sebep olan suçlar
Büyük bir günahın işlendiğine şahit olanların, asgari beşgün içerisinde mahkemeye başvurmaları gerekir. Eğer özürsüz olarak bu süreyi geçirirlerse, bilahere yapacakları başvuru ve şahitlik kabul edilmez. Mesela : Evli olmadıklarını bildikleri bir erkekle kadının, karı-koca gibi yaşadığına tanık olanlar, özürsüz olarak beşgün içerisinde mahkemeye başvurup şikayette bulunmazlarsa, bundan soraki başvuru ve şahitlikleri kabul edilmez[65]. Bu, davaya bakılmaması değil, şahitliğin kabul edilmemesi anlamındadır. Çünkü, şahitler bu davranışlarıyla bir kötülüğün devamına razı olduklarını göstermişlerdir. böyle büyük bir günahın işlenmesine göz yumanın şahitliği kabul edilmez[66].
(2) Had cezasını gerektiren suçlar
Bunlar, yalnız Allah hakkı olarak kabul edilen zina, içki yol kesme ve hırsızlık suçlarıdır. Bu gibi hadiselere şahit olanlar şahitlik yapmakla, hadiseyi örtbas etmek arasında muhayyerdirer. Eğer hadiseyi gizlemeyeceklerse, süresi içerisinde mahkemeye başvurmaları gerekir. Bir kişinin evvela hadiseyi örtbas etmesi, sonra mahkemeye başvurup şahitlik yapmaya kalkışması, içindeki bir kötülüğün, kin ve düşmanlığın kendisini tahrik ettiğini gösterir. Bu davranışıyla şahit, itham altına girdiğinden, onun bu konudaki ihbar ve şahitliği kabul edilmez[67].
Eğer gecikme, açık bir özre dayanıyorsa, başvuru kabul edilerek davaya bakılır. Mesela : Sanık, hakimi bulunmayan bir yerde olup onu hakim huzuruna götürmek gecikmeye sebep olmuşsa, bu bir özür sayılır ve davaya bakılır.
Ebu Hanife, gecikme konusunda bir zaman belirtmemiş, bunu hakimlerin taktirine bırakmıştır. Çünkü gecikme, bir özre dayalı olabilir. Özürler farklı ölçülerde değerlendirilirler. Dolayısıyle, bunun bir zamanla sınırlandırılması imkansızdır. Konunun, hakimin görüşüne bırakılması gerekir.
Ebu Yusuf ve Muhammed, olay vukuundan itibaren meydana gelecek bir aylık gecikmenin, davaya bakılmasına engel olduğunu söylemişlerdir[68]. Uygulamada, bir aylık gecikme esas alınmıştır[69].
Hırsızlık suçunda sanık, bütünüyle Allah hakkı (kamu hukuku) kabul edilen hırsızlık suçundan ve bir kul hakkı (özel hukuk) kabul edilen malın, sahibine ödettirilmesinden sorumludur. Zamanaşımı, sanığa hırsızlıktan dolayı el kesme cezasının verilmesine engel olur. Ancak malın tazmin edilmesi için hukuk davasının açılması, zamanaşımından etkilenmez[70].
İffetli ve namuslu bir kimseye zina iftirasında bulunmak(kazif), had cezasını gerektiren bir suçtur. Bunda Allah hakkı fazla olmakla birlikte, iftiraya uğrayan kişinin hakkı da söz konusu olduğu için böyle bir davaya bakılması, mağdurun şikayetine bağlıdır. Şikayetin gecikmesi, davaya bakılmasına engel değildir[71].
İçki içme suçunda davaya bakılabilmesi içni, henüz içki kokusunun ağızdan gitmemiş olması şart koşulmuştur[72]. İmam Muhammed, bir aylık gecikmeyi içki için de geçerli saymıştır. Dava zamanaşımına uğramakla sanık büstün cezasız kalmaz. Hakim duruma göre bazı tazir cezaları uygulayabilir.
Sanığın suçunu itiraf etmesi halinde zamanaşımına bakılmaz[73].
c- Gaibliğin kalkması şartı
Bu husus medeni mahakeme için de şarttır. Davlaı mahkemeye gelmekten ve vekil göndermekten kaçındığı gibi, zorlada getirilmesi mümkün olmazsa, bu durumda özel muhakeme usulü uygulanır ki, bunu daha önce görmüştük[74].
d- Dokunulmazlığın kalkması şartı
Osmanlılarda dokunulmazlığa benzer bir uygulama görmekteyiz. Mahkemelerden bazıları, bir kısım şahıslar hakkında ceza davasına bakamamakta ve suçları sabit olsa dahi tutuklama kararı verememektedir
IV. Mehmed’e ait Ceza Kanunnamesi’nin birincifaslında şöyle denmektedir :
«Kaza, tedris, tevliyet, meşihat, imamet, hitabet ve bunun gibi makam ve görev sahiplerine tazir lazım gelse etmeyenler. Hemen bir dahi böyle etmeye duyu kadı unfle (sertce) söylemek ol makulelere tazirdir. Hapsedecek yerde etmeyüp Dergah-ı Mualla’ya (saraya) arzederler. Ancak ağır suç işleyip kefil bulamayıp firar itimali olsa o zaman hapsedeler.»[75].
Kamu hukuku sahasına giren suçlarda, devlet başkanının dokunulmazlaığı vardır. Ancak şahsi dava gerektiren ksas ve tazminat davalarında, devlet bakanı dokunulmaz değildir[76].”
RİSALE-İ NUR’DAKİ TESBİTLERDE :
“Hutbe, bazı suver-i Kur’aniyenin nasihatları anlaşılmak içindir.” Evet eğer millet-i İslâm, İslâmiyetin zaruriyatı ve müsellematı ve malûm olan ahkâmını, ekseriyet itibariyle imtisal edip yerine getirseydi, o vakit nazariyat-ı şer’iye ve mesail-i dakika ve nasayih-i hafiyeyi anlamak için, bildiği lisan ile hutbe okunması ve suver-i Kur’aniyenin -eğer mümkün olsaydı- tercümesi belki müstahsen olurdu. Fakat namaz, zekat, orucun vücubu ve katl, zina ve şarabın haramiyeti gibi malûm olan ahkâm-ı kat’iyye-i İslâmiye mühmel kalıyor. Avam-ı nas, onların vücubunu ve haramiyetini ders almağa muhtaç değiller. Belki teşvik ve ihtar ile o ahkâm-ı kudsiyeyi hatırlatıp, İslâmiyet damarını ve iman hissini tahrik etmekle imtisallerine teşvik ve tezkire ve ihtara muhtaçtırlar. Halbuki bir âmi ne kadar cahil dahi olsa, Kur’an’dan ve hutbe-i Arabiyeden şu meal-i icmaliyeyi anlar ki: “Herkese ve bana malûm olan imanın rükünlerini ve İslâmiyet’in umdelerini hatib ve hâfız ihtar ediyor ve ders veriyor, okuyor” der; kalbinde onlara karşı bir iştiyak hasıl olur.”[77]
“Makam-ı iddia, Risale-i Nur’un içtimaî derslerine ilişmek fikriyle, “Dinin tahtı ve makamı vicdandır, hükme kanuna bağlanmaz. Eskiden bağlanmasıyla içtimaî keşmekeşler olmuştur.” dedi. Ben de derim ki: “Din yalnız iman değil, belki amel-i sâlih dahi dinin ikinci cüz’üdür. Acaba katl, zina, sirkat, kumar, şarab gibi hayat-ı içtimaiyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahları işleyenleri onlardan men’etmek için, yalnız hapis korkusu ve hükûmetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kâfi gelir mi? O halde her hanede, belki herkesin yanında daima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzım gelir ki, serkeş nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler. İşte Risale-i Nur amel-i sâlih noktasında, iman canibinden, herkesin başında her vakit bir manevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gazab-ı İlahîyi hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır.”[78]
“”Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” [79] Gıybet şu âyetin kat’î hükmüyle nazar-ı Kur’ân’da gayet menfur ve ehl-i gıybet, gayet fena ve alçaktırlar. Gıybetin en fena ve en şenîi ve en zâlimâne kısmı, kazf-i muhsanât nev’idir. Yani, gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zina isnad etmek; en şeni’ bir günah-ı kebair ve en zalimane bir cinayettir, hayat-ı içtimaiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir, mes’ud bir ailenin hayatını mahveden bir gadirdir. Evet Sure-i Nur bu hakikatı o kadar şiddetle göstermiş ki, vicdan sahibini titretiyor ve tüylerini ürperttiriyor.
“Onu işittiğinizde, ‘Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ, bu büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi?”[80] şiddetle ferman ediyor ve diyor ki: Gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen merdud-uş şehadettir. Ebedî şehadetlerini kabul etmeyiniz. Çünki yalancıdırlar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki, gözüyle görmüş dört şahidi gösterebilir. Kur’an-ı Hakîm bu şartı koşturmakla, böyle şeylerde şakk-ı şefe etmeyiniz, bu kapıyı kapayınız demektir.”[81]
“Mübalağa ihtilâlcidir. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meyl-üt tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meyl-ül mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meyl-ül mübalağa ile, hayali hakikata karıştırmaktır. Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir. Bilmediği halde tezyidinden noksan, ıslahından fesad, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder. Zira müvazenet ve tenasübden naşi olan hüsnü, min haysü lâyeş’ur ihlâl eder. Nasılki bir ilâcı istihsan edip izdiyad etmek, devayı dâ’e inkılab etmektir. Öyle de hiçbir vakit hak ona muhtaç olmayan mübalağalı tergib ve terhib ile, gıybeti katle müsavi veya ayakta bevletmek zina derecesinde göstermek veya bir dirhemi tasadduk etmek hacca mukabil tutmak gibi müvazenesiz sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar. Bu sırra binaen: Vaiz hem hakîm, hem muhakemeli olmalıdır. Evet müvazenesiz vaizler, çok hakaik-i neyyire-i diniyenin husufuna sebeb olmuşlardır. Meselâ: İnşikak-ı Kamer olan mu’cize-i mütevatire-i bahireyi, meyl-ül mücazefe ile, arza nüzul ile peygamberin cebine girip çıkmış olan ilâve, o güneş-misal mu’cizeyi Süha yıldızı gibi mahfî ve kamer-misal olan bürhan-ı nübüvveti münhasif ettiği gibi münkirlerinin bahanelerine kapılar açtı.”[82]
“Hem mektubunuzda “yedi kebair”i soruyorsunuz. Kebair çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mubikat-ı seb’a tabir edilen günahlar yedidir: “Katl, zina, şarab, ukuk-u vâlideyn (yani kat’-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid’alara tarafdar olmak”tır.”[83]
“Muhterem hâkimler! Siz bilirsiniz, fakat bir kere de dâvâyı açan savcıya sorunuz.. bakalım hayır diyebilecek mi? Allahın emirleri, Kur’ân-ı Azîmüşşanın hikmetleri gençlere anlatılmaz, bildirilmezse, propaganda suçtur diye menedilirse, ahlâksızlık, iffetsizlik, köksüzlük, fuhuş, zina, katil suçlarının önüne geçmek yalnız ceza kanunlariyle kabil midir? “Komünizm” gibi bütün dünyayı tehdit eden erzel âfetin, gizli ve âşikâr, seri ve sinsi tahribatını tamamen ne ile önlemek mümkündür?”[84]
Mehmet ÖZÇELİK
07-11-2004
[1] Kenzul İrfan fi Ehadisin Nebiyyir Rahman-Muhammed Es’ad Efendi.776.
[2] Kenzul İrfan fi Ehadisin Nebiyyir Rahman-Muhammed Es’ad Efendi.778.
[3] Kenzul İrfan fi Ehadisin Nebiyyir Rahman-Muhammed Es’ad Efendi.854.
[4] Maide.41
[5] Mâide.45
[6] Mâide.47
[7] Rudani.C.4.Hadis no.6921.
[8] Hutuvat-ı Sitte.
[9] Yeni şafak.19-07-2004.
[10] Y.Şafak.30-7-2004.
[11] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c. 7, s. 106.
[12] Nisa.15.
[13] Nisa.25.
[14] İsra.32.
[15] Nur.2-9.
[16] Furkan.68.
[17] Ahzab.30.
[18] Mümtahine.12.
[19] Talak.1.
[20] Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu’l-Ensar 46, Megâzi 21, İ’tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418). Ebu Dâvud, Hudud 23, (4413).
[21] Nisa.15.
[22] Nisa 16.
[23] Müslim, Liân 14, (1498); Muvatta,Hudud 7, (2,823); Ebu Dâvud, Diyât 12, (4532, 4533.
[24] Buhârî, Büyû 66,110,17; Müslim, Hudud 30, (1703);Muvatta, Hudud 14, (826); Tirmizî, Hudud 13, (1440);Ebu Dâvud, Hudud 33, (4469, 4470, 4471).
[25] Müslim, Hudud 34, (1075); Tirmizî, Hudud 13, (1441); Ebu Dâvud, Hudud 34, (4473).
[26] Nur 2.
[27] Tirmizî, Hudud 22, (1452); Ebû Dâvud, Hudud 7, (4379).
[28] Ebu Davud Hudud 16. (4399.4400. 4401. 4402).
[29] Tirmizî, Hudud 21, (1451); Ebu Dâvud, Hudud 28, (4458, 4459); Nesâî, Nikâh 70, (6,124); İbnu Mlâce, Hudud 8, (2551).
[30] Ebu Dâvud, Hudud 28, (4460, 4461); Nesâî, Nikâh 70, (1,124); İbnu Mâce, Hudud 8, (2553).
[31] Tirmizî, Ahkâm 25, (1362); Ebu Dâvud, Hudud:27, (4456, 4457); Nesâî, Nikâh 58, (6,109-110); İbnu Mâce, Hudud 35, (2607).
[32] Müslim, Tevbe 59, (2771).
[33] Ebu Dâvud, Hudud 31, (4466).
[34] Ebu Dâvud, Hudud 31, (4467).
[35] Müslim, Hudud 22, (1695); Ebü Dâvud, Hudud 24, 25, (4434, 4441).
[36] Ebü Dâvud, Hudud 24, (4438, 4439).
[37] Müslim, Hudud 24, (1696); Tirmizî,Hudud 9, (1435); Ebü Dâvud, Hudud 25, (4440, 4441); Nesâî, Cenâiz 64, (4, 63).
[38] Buhârî, Muhâribin 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurüt 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu’I-Vâhid I, İ’tisâm 2; Müslim, Hudud, 25, f1697,1698); Muvatta, Hudud 6, (2, 822); Tirmizî, Hudud 8, (1433); Ebü Dâvud, Hudud 25, (445); Nesâî, Kudât 21, (8, 240, 241); İbnu Mâce, Hudud 7, (2549).
[39] Âhkâf 15.
[40] Bakara 233.
[41] Muvatta, Hudud 11 (2, 825).
[42] Buhârî, Hudud, 21, 37; Müslim, Hudud 29, (1702).
[43] Buhârî, Hudud 21.
[44] Maide 44.
[45] Ebû Dâvud, Hudud 26, (4450, 4451).
[46] Buhârî, Hudud 37, 24, Cenâiz 61, Menâkıb 26, Tefsir, Âl-i İmran 6, İ’tisâm 16, Tevhid 51; Müslim, Hudud 26, (1699); Muvatta, Hudud 1, (2, 819); Tirmizî, Hudud 10; Ebü Dâvud, Hudud 26, (4446, 4449).
[47] Buhâri, Tefsir, Bakara 3, Furkân 3, Edeb 20.
[48] Tirmizî, Hudud 24, (1456); Ebü Dâvud, Hudud 29, (4462, 4463).
[49] Tirmizî, Hudud 24, (1457); İbnu M ce, Hudud 12, (2563).
[50] Ebû Dâvud, Nikâh 46, (21.62).
[51] Tirmizî Radâ 12, (1165).
[52] Ebû Dâvud, Hudud 30, (4464); Tirmizî, Hudud 23, (1454).
[53] Ebü Dâvud, Hudud 35, (4474, 4475).
[54] Muvatta, Hudud 17, (2, 828).
[55] Tirmizî, Hudûd 28, (1462).Kütüb-ü Site.den.
[56] Kütüb-i Sitte c:17 s:190.
[57] Bkz. Bakara, 232; Talak, 2; Nisa, 15, Nur, 4; Hadis için bkz. 13.nolu dipnota. Abdulaziz Bayındır-ın yazısı….sh.98-den…
[58] Kuduri, 175; Abdurrehim, 2/402; Ali Efendi, I/346.
[59] Kuduri, 156.
[60] Li’an Koca karısına zina isnadında bulunup kadın iddiayı reddettiği takdirde karı – kocanın şer’i usule göre mahkemede dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, eğer yalan söyliyorlarsa Allah’ın gazab ve lanetini kendilerine dilemek dilemeleridir.Burada şahidliğiğin usulu ve kullanılan ifadeler diğerlerinden tamamen farklıdır. (Bkz. Bilmen, II/325,326).
[61] Feyzullah Efendi, şehadtü’n-nisvan, 303.
[62] Hadler, toplumuna zararı dokunan bir takim fena hareketlerden insanları uzaklaştırıp meneden ve huzurun sağlanmasında önemli katkısı bulunan cezalardır. Bunlar, suçlular hakkında bir ceza olduğu gibi diğerleri hekkında bir ibret ve uyanma vesilesidir. Hirsiza, sarhoşa, şarap içene, zina iftirasinda bulunana, zina edene ve yol kesicilere uygulanır. Her birinin miktari ve tatbik şekli değişmez bir şekilde bellidir.
Kısas , suç ve ceza arasında eşitliği amaçlayan bir ceza çeşididir. Katili maktule karşılık öldürmek, yaralıve organi kesilmiş birinin, kesik veya yaralı organına karşılık suçlunun aynı organını kesmek veya yaralamaktır. (Bilmen. III/18)
[63] Kuduri, 175; Neticetu’l-fetva, şehadet, 529; Abdurrehim, II/402.
[64] Eli Efendi, I/346. Sh.83-den……
[65] Ankaravi, I/406
[66] Bkz. aşağıda s. 161, 162
[67] Kâsânî, VII/46; Molla Hüsrev, II/85
[68] Kâsânî, VII/47
[69] Ankaravî, I/406
[70] Konu ile ilgili bir örnek için bz. belgeler böl. no 7
[71] Kâsânî, VII/47; el-Haskefî II/158; Molla Hüsrev, II/85
[72] İbn ‘Abidin, II/159
[73] Molla Hüsrev, II/85
[74] Bkz. yukarıda s. 115 vd.
[75] Ahmet Lûtfi 78, 79. Metin kısmen sadeleştirilmiştir.
[76] Timurtaşi; el-Haskefi ve İbn ‘Abidin, III/158, şehadeh ‘ale’z-zina’dan bir önceki konu.
[77] Sözler.483.
[78] Şualar.285,Tarihçe-i Hayat.414.
[79] Hucurât Sûresi, 49:12.
[80] Nur Sûresi, 24:16.
[81] Barla lahikası.268.
[82] Muhakemat.31-32.
[83] Barla lahikası .Age.335.
[84] Tarihçe-i Hayat.659.