NEYİN MAHKUMUYUZ ?
NEYİN MAHKUMUYUZ ?
Kaderin mi?
Eğer öyleyse bu şerefli bir makamdır.
Zira biz er olmak isteriz,Rabbimiz mareşal olmamızı ister.
Bediüzzaman şöyle der:
“İkinci Sualiniz: Neden vesika almak için müracaat etmiyorsun?
Elcevap: Şu meselede ben kaderin mahkûmuyum, ehl-i dünyanın mahkûmu değilim. Kadere müracaat ediyorum. Ne vakit izin verirse, rızkımı buradan ne vakit keserse, o vakit giderim. Şu mânânın hakikati şudur ki:
Başa gelen her işte iki sebep var: biri zâhirî, diğeri hakikî. Ehl-i dünya zâhirî bir sebep oldu, beni buraya getirdi. Kader-i İlâhî ise, sebeb-i hakikîdir; beni bu inzivâya mahkûm etti. Sebeb-i zâhîrî zulmetti, sebeb-i hakikî ise adalet etti. Zâhirîsi şöyle düşündü: “Şu adam ziyadesiyle ilme ve dine hizmet eder; belki dünyamıza karışır” ihtimaliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulüm etti. Kader-i İlâhî ise, benim için gördü ki, hakkıyla ve ihlâsla ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti. Onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rahmete çevirdi.
Madem ki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir; ona müracaat ederim. Zâhîrî sebep ise, zaten bahane nevinden birşeyleri var. Demek onlara müracaat mânâsızdır. Eğer onların elinde bir hak veya kuvvetli bir esbab bulunsaydı, o vakit onlara karşı da müracaat olunurdu.
Başlarını yesin, dünyalarını tamamen bıraktığım ve ayaklarına dolaşsın, siyasetlerini büsbütün terk ettiğim halde, düşündükleri bahaneler, evhamlar elbette asılsız olduğundan, onlara müracaatla o evhamlara bir hakikat vermek istemiyorum. Eğer uçları ecnebî elinde olan dünya siyasetine karışmak için bir iştahım olsaydı, değil sekiz sene, belki sekiz saat kalmayacak, tereşşuh edecekti, kendini gösterecekti. Halbuki sekiz senedir birtek gazete okumak arzum olmadı ve okumadım.
Dört senedir burada taht-ı nezarette bulunuyorum; hiçbir tereşşuh görülmedi. Demek, Kur’ân-ı Hakîmin hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde bir ulviyeti var ki, çoğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzüle meydan vermiyor.
Adem-i müracaatımın ikinci sebebi şudur ki: Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâvâ etmek, bir nevi haksızlıktır. Bu nevi haksızlığı irtikâp etmek istemem. “
*Yoksa Nefsin mi mahkumuyuz?
Aslında bütün ızdıraplar nefsin mahkumu olmamızdandır.
Nefsin isteği ve istikameti doğrultusunda hareket etmemizdendir.
Nefsi dizginlemek gerekirken,nefis bizi gemlemiş,ruhumuzu kontrol etmektedir.
Biz nefsimize değil,nefis bize binmekte.
Her insaf sahibi vicdanının sesini dinleyecek olsa,bir anlık nefsini dinlemenin sonucu olarak bir ömrü,bir ebediyeti kaybettiğini bilecek ve anlayacaktır.
Mahkumların –kaderin mahkumuyuz- ifadesi,nefsin ve vicdanın rahatlama serüveni, nefsin kendisini avukat gibi savunup,tebrie etmesidir.
Kaderin mahkumiyeti şerefli bir mahkumiyetdir.
Nefsin mahkumiyeti sefil ve sefih bir mahkumiyettir.
*Yoksa şeytanın mı mahkumuyuz?
Şeytan mı bizi esir aldı?
Her şeyi süslü gösterip,cazip hale mi getirdi?
İnsanın ve insanlığın düşmanı olup,ayağını kaydırmak üzere kıyamete kadar yaşama müsaadesi isteyen şeytan;hayrın değil şerrin kaynağıdır.
Hakimiyeti elinden alınan şeytan,hakimiyet çabası içindedir.
Günaha giren insanlar şeytanın mahkumudurlar.
Bir günah işleyen,bin gün-ah çeker.
Ahlar şeytanın hakimiyetinin feryatlarıdır.
*Yoksa kötü arkadaşın mı mahkumuyuz?
Üçüncü insanı mahkum eden sebeb ise,kötü arkadaşlardır.
Anne-baba-öğretmen gibi kimselerin,müsbet ve menfi alanda yapamadıklarını,arkadaş yapar.
Kötü yola düşen insanların yüzde en az sekseni,kötü arkadaşın mahkumudurlar.
Özetle;kader mahkumları;nefis,şeytan ve kötü arkadaşın mahkumudurlar,kaderin değil.
Zira kader zulmetmez,adalet eder.
Kader insan iradesine kâinat çapında değer verir.
İnsanın sorumluluğuyla ilgili noktalarda cüz-i irade külli iradenin önüne geçer.
Kul ne yaparsa Allah onu yazar,yoksa Allah ne yazarsa kul onu yapmaz…
İnsanın sorumluluğu irade ve tercihiyle,zorlanmadan isteğiyle yapmasıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
24-09-2014