ERKEN EMEKLİLİK
ERKEN EMEKLİLİK
Hayatın sıkıntılarıyla bocalaşa bocalaşa gelmişti bu ana kadar.Her insan hayal eder ya;İnşallah emekli olursam bir ev ve bir de ev alacağım,daha öteye gidenler ise;bir çiftliğim olsun,içinde küçük ve büyük baş hayvanlarım olsun,kendim için bir meşgale bulunsun,düşünce ve hevesi sürekli dile getirilir.
Her insan cennet hayatını hatırlatan bir hayatı dünyada yaşamak ve o ortamı oluşturmak için gayrette bulunur.Tıpkı gidemediği,şimdilik elde edemediği cennetini veya çıkarıldığı cennetini buraya getirmeyi hayal eder.Şu kısır dünyaya ebedi cenneti sıkıştırmaya çalışır ve çabalar.
Kadir bey köyde tütüncülükle uğraşıyor,tütün saplıyordu.Köydekileri saymaya başladı.Falan fitneci,önce onun gitmesi lazım;filan kavgacı,sonra onun gitmesi lazım;falan çok gıybet edip onu bunu çekiştiriyor,daha sonra onun gitmesi lazım diyerek en az 6-7 kişiyi bu şekilde sıralayıp onların ölmesine karar vererek,ölümü kendisine almadı,kendi sırasını geriye çektiğinden şimdilik ölmemekten emin olabilirdi.Kendisi şimdilik yedinci sırada da olsa genede onuncu sırada ölüm sırası gelebilirdi.Eğer ölürsem yedinci ve onuncu sırada ölürüm diyordu.
Birkaç gün sonra köyde bir haber duyuldu.Yedinci sıradaki Kadir bey,birinci sıraya alındı,diye.Çünki Kadir bey geçirmiş olduğu bir kalb krizi neticesinde kurtarılamadan bu hayata gözlerini yummuş,kendi hesabladığı sıra da tutmamıştı.
Acaba şimdi sırada kim vardı?…
İşte sıra dışılardan birisi de Abdullah bey idi.Abdullah beyin de hedefi böyle bir şey idi.O da kendisini sırada görmeyenlerdendi.Bu amaçla yeni bir tarla almıştı.Meyve tarlası idi.Tarlanın bir köşesine de sebze ekerek böylece sebze ve meyve bahçesini bakımlı hale getirmek için çabaladı.Mutlaka yeni aldığı bu tarlanın ürününü almak ve yemekti.Bunda da iddialı idi.
Yine günlerden bir gün tarlanın başına vardı,tarlayı sürecekti.Yine iddiasını yenilemiş ve iddialı konuşarak;”Ben bu tarlayı sürmedikçe asla ölmem.”demişti.Zaten tarlayı sürdükten sonra gerisi kolaydı.Sadece birkaç ay beklemek durumu vardı.Onu da gayet normal karşılamıştı.
Abdullah beyin her ne kadar yaşı biraz ileri olsa da öyle ölecek falan yaşta değildi.Çünki kendisinden önce ölecek sırada bir çok insan vardı.Köyü ve köylüyü gözünün önüne getirdiğinde en az on kişi kendisinden önce ölecek belki onlardan sonra ancak kendisine sıra gelebilirdi.Şimdilik sırada olmayışı onu rahatlatmış ve kesin iddialı konuşmuştu:”Ben bu tarlayı sürmedikçe asla ölmem.”
Fakat olan olmuştu Abdullah beye.Hastalığı da bulunmadığı halde,yatağa da düşmemesine rağmen bir de duyuldu ki;Abdulah bey aldığı tarlayı sürmeden,daha ürününü bile yemeden hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Erken emeklilik dedikleri de bu olsa gerek…
Tıpkı Cahit Sıtkı Tarancının 35 Yaş şiirinde belirttiği;yaş 35 yolun yarısı/Dante gibi kaldık ortasında….
Ancak şair iki sene sonra ölmüş,yolun yarısı zannettiği 35 yaş,meğer yolun sonuna yakın imiş.
Orta yaşta olanlar bu sevda ve hayal kurarlar da,bir genç kardeşimiz olan Hakkı hayal kurmakta haksız mıydı?Elbette onunda hakkıydı hayal kurmak.Hem öyle kendisininki hayal de değil,çünki daha hayatının baharında idi.Daha arkasından yaz gelecek,sonra sonbahar gelecek ve en sonunda da kışı yaşayacak idi.O da daha kışa çooook vardı.
Hakkı gençti.Üniversiteye gidecek ve okuyacaktı.Bulunduğu ortamda hiç de kendisini ilgilendirmeyen ve kendisine uzak olan ölümden konuşulmuştu.
Kendisi gayet emin bir şekilde:”Ben 70 yaşında öleceğim.”iddiasını dile getirdi.
Köy yeri küçük bir yerdi.Nereye gidecekti.Ya köy kahvesine,ya köy odasına ya da kendi gibi genç olan akranlarıyla olacaktı.Başka kimse ve yer yoktu ki gidilecek.Mecburen istemesede köydeki çocuklarla arkadaşlığını sürdürmeye devam edecekti.
Ertesi günü olduğunda yine arkadaşlarıyla beraber olmuş,aralarında çıkan bir tartışmadan dolayı sözlü kavga bıçaklı kavgaya dönüşmüştü.Hakkı birkaç yerinden bıçak darbesi almış ve yaralı olarak hastahaneye kaldırılmıştı.
Ölmesine ölmemişti ancak senedini zamanında ödememiş olacak ki,erken bir uyarıya maruz kalmıştı.
Diğer arkadaşı Arif kendi arkadaşlarına Hakkının durumunu anlatıyor,köydeki olaydan bahsedip Hakkının yaralandığını söylüyordu.
Hafta sonu kendisinin de aldığı haber ise herkesi üzmüştü;Hakkı aldığı darbeden kurtulamıyarak genç yaşta bu dünyadan ayrılmıştı…
Kimisi uzaktakini görmezken kimide yakınındakini görememekte,oyun ve oynaşa devam etmekteydi.
Seyfi dayıda işte onlardan birisi idi.
Kırıkkale’de bulunan bir dostumuz hafta içi burada kalıyor,hafta sonu Kırşehire dönüyordu.Yine böyle bir kış günü otobüs beklemek üzere yola çıkmış,soğuktan dişleri birbirine vuruyordu.Tek düşüncesi bir an evvel otobüs gelsede binse.Otobüs gelmesine gelmişti,koşarak kendisini içine atmış,ancak boş yer arıyor ve pek gözüne boş bir yer de ilişmiyordu.Fakat otobüsün sıcaklığı onu büyülemiş,en azından dışarının soğuğundan kurtulmuştu.Şükretti…
Bunun bu dikkatli bakışını gören Seyfi dayı bu dostu yanına davet etti.Yanı boştu.İkiside birbirinden memnunlardı çünki birbirleriyle konuşup dertleşeceklerdi.
Seyfi dayı çok konuşkan bir insan idi.Mesleği olan çerçilik gereği çok konuşuyor,karşısındakinin konuşmasına sıra gelmiyordu.Epey de konuşmuştu.Seyfi dayının bir anlık boşluğundan yararlanan dostumuz bu sefer ona sorular sormaya başladı.
Ankara’dan gelmekte olup,mahallelerde kadınların yazmalarına boncuk satmaya gittiğini ve bunu da sürekli yaptığını anlatmaya başladı.Torbada ayaklarının arasında idi.Açtı ve gösterdi.
Ancak dostumuz yetmiş yetmiş altı yaşında olan Seyfi dayıya ahiret ticareti için ne gibi bir ticarette bulunduğunu sorunca bunda bezi olmayan seyfi dayı duymamazlıktan geliyor,işi yavaştan alıyor,cerbezeler ile sözü değiştirmeye çalışıyordu.
Yetmiş altı yaşındaki bu insana namaz kılıp kılmadığını sorduğunda,Seyfi dayı dayak dönmüşe dönmüş ancak çaktırmamazlıktan gelerek,kılmak gerek demişti.Kılıyormusun sözüne kılınmalı demiş,şu anda kılıyormusun sözüne,kılmak güzel bir şey deyip her seferinde de geçiştirmeye çalışıyordu.
Artık dostumuzun sabrı tükenmişti;Bana tek bir şey söyle,şu anda sen namazını kılıyormusun,kılmıyormusun?
Artık fazla kaçacak yer bulamayan Seyfi dayı müdafaaya geçme ihtiyacını hissederek;Ya hu kardeşim,kış günleri de o kadar kısa ki,daha birkaç boncuk satmadan hemen akşam oluyor,daha öğleni kılmadan ikindi geliyor,biz de bir şey satamıyoruz,bahanesini öne sürüyordu.
Sorusuna ve müdafaasına soruyla karşılık veren dostumuz dedi;Siz bu dünyaya boncuk satmaya mı geldiniz?Zaten bir ayağınız çukurda,öbür ayağınızda çukurun kenarında duruyor.Âhirete gittiğinizde Cenâb-ı Hak sizden sorarsa ben seni dünyaya boncuk satasın diye mi gönderdim,derse ne diyeceksin?
Fazla nefsini müdafaa edecek takati kalmamıştı,en güzel kaçamak susmaktı.
O çok konuşkan insan susmuş,yüzünü pencereden yana çevirerek bir daha da konuşmamıştı.
Ölümle tamamen susacak olan ağzı,görmeyecek olan gözü,duymayacak olan kulakları,hissetmeyecek olan aklı ve duyguları şimdiden suskunluğa gömülmüştü…
Bir varmış bir yokmuş,bir zamanlar varmış,şimdi ise yokmuş..bir hikaye gibi..hayat hikayesi..
Gardiyanımızın durumuda böyle..Gece görevinden gelmişti.Hanımına kahvaltıyı hazırlamasını söylemiş,kahvaltıyı hazırlayan hanımı bir taziye dolayısıyla evden çıkmıştı.
Kahvaltısını yapmış,sofrayı da kaldırmıştı.
Cuma günü olması dolayısıyla zamanda yakındı.Abdest alıp,televizyonun karşısına geçerek beklemeye başladı Cuma namazı vaktini…
Saatler geçmiş,hanımı taziyeden dönmüştü.Ancak kocasının ayakkabısı kapının önünde idi.Neden gitmemişti acaba?Zili çaldı,ne ses veren ne de açan vardı!Ama ayakkabısı kapının önünde idi.Telaşlandı,doğruca kardeşlerinin evine giderek onları çağırdı.Mecburen kapı kırılarak içeriye girildiğinde;Gardiyanımız elinde kumanda televizyonun önünde oturmakta idi.Sona gelmişti.Çünki baktıklarında az da olsa nefesinde bir parıltı vardı ancak çaba bir netice vermedi.Tükenmişti.
Taziyeye gidip taziyede bulunan hanımını taziyeye geldiler,taziye dileklerinde bulundular.
Tıpkı haberlerde de duyduğumuz gibi;Taziyeden dönen münibüs devrildi,şu kadar kişi vefat etti.Bazen düğüne gidenler için de aynı durum oluyordu.
Bundan olsa gerek ki;Mevlana ölüme Şeb-i Ârus yani gerdek gecesi diyordu.Âhirette sevineceklerin düğün yeri idi dünya…
Bediüzzaman bir hatıratında;Talebeleriyle bir kabristandan geçmekteler.Talebelerine gitmelerini,yeni gömülen bu kadının mezarının başında biraz kalmayı ister.Talebeleri gider ancak kendisinden iki yaş büyük olan Molla rasul gitmez ve yanında kalır.
Bediüzzaman murakabeye dalar.Bir müddet sonra tebessüm eder.Kalkıp gideceklerinde molla rasul ısrarla tebessümünün sebebini sorar.Söylemek istememesine rağmen,ısrarına binaen şöyle açıklar:
Orta yaşlarda yeni ölen bu kadın ölmeden önce ipe boncuk saplamayla meşgulmüş.Şu anda da kabrinde ipe boncuk saplamaya devam ediyor.Öyle ki kıyamet kopunca diyecek;Aman ya Rabbi,kıyamet ne de çabuk koptu,daha ipime boncuklarımı bile saplamadım…
Tıpkı hadisdeki gibi.”Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz,nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz…”
“Her milletin bir sonu vardır ve o son gelince bir an geri de kalmazlar öne de geçemezler.”[1]
“De ki, “Ben, Allah’ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar ne bir fayda verebilirim”. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler.”[2]
“Şayet Allah insanları zulümleri ile cezalandırsaydı, yeryüzünde bir tek deprenen canlı bırakmazdı, fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Süre sonu geldiğinde ise ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.”[3]
“De ki: “Size vaad edilen öyle bir gündür ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.”[4]
04-12-2003
Mehmet ÖZÇELİK
[1] A’raf.34.
[2] Yunus.49.
[3] Nahl.61.
[4] Sebe’.30.