28 ŞUBAT VE GÖTÜRDÜKLERİ
28 ŞUBAT VE GÖTÜRDÜKLERİ
28 şubat postmodern bir darbe,o da zehir gibi zehirleyici,dibe vurucu,dibleri vurucu,samimiyetle iki yüzlülüğün yüzlerinin görüldüğü,bozulan yüzlerin bir darbesidir.
28 şubat medyanın karanlık ve kirli ellerinin bulaşıp karıştırdığı sessiz bir darbedir.
Evet 28 şubat bir dibe vuruştur.Milletin bu acı ve feryadıyla yüzeye çıkma çabalarının doğmasını tetiklemiştir.İyi niyetle yapılmamış,doğuma değil ölüme sebeb olarak yapılmış olmakla beraber,kader cihetiyle müsbet gelişmelerin olmasını hızlandırmıştır.
Arcayürek 28 şubat için:”28 Şubat’ı elbette darbe katagorisine koyacağız.Sessiz bir darbe.Ordu her zaman harbiye marşıyla gelmez ki.16 madde koydu ortaya ve hükümete –uygula-dedi.Nerden bakarsanız bakın,bu bir darbedir.”
Aslında 28 şubat darbeninde ötesinde ekonomik ve askeri darbe yönüyle dibe vuruştur.Tıpkı denizde yüzenlerin yüzeye çıkmaları için dibe inip,dibe vurarak yüzeye çıkmaları gibi,28 şubat bir asırlık süre içinde dibe vuruştur.Kalkmak için bir düşüş,çıkmak için dibe iniştir.Bu ise dibe vuranlardan veya niyetlerinden dolayı değildir.
27 mayıs,12 mart ve 12 eylülün devamıdır 28 şubat…
28 şubat kendince millete ders vermeye çalışan aklı evvellerin ders almaları hatta sahneden tardedilip silinmeleridir…
Ehliyetsiz kimselerin Balans ayarı yapmaya çalışırken,tüm ayarları bozmalarıdır.
Milletin ruh haletine indirilen bir darbe ve bir kabusdur.Bütün değerleri alt üst etmiştir.
Kendi memleketinin insanı adeta rusyadaki gibi fişlenmiş,herkes takibe alınmıştır.Bu derece itimatsızlığın ve güvensizliğin bir tezahürüdür.
Bahaneler ise her zamanki gibi hazır bahanelerdir.Temcid pilavı gibi sürekli olarak milletin önüne kızdırılıp kızdırılıp sunulan bıktırıcı irtica yaygaralarıdır.
Oysa değişim niyetiyle yapılan bu dönüşüm ve bozuş kişilerde olmalıydı,zihniyetlerde olmalıydı.
Hasan cemal’,Ali Bulaç ve şimdi de Mehmet Metiner’in değiştim veya başkalarının onlara atfettikleri dönek sözü aslında bir dönem ifrat hareketlerin itirafıdır.Yaşanılan ve sürdürülenlerin itirafıdır.
Nitekim şimdiye kadar ihtilalleri alkışlayan H.Cemal o değişimiyle şöyle tenkid ediyordu:””Evet döndüm.Demokrasiye döndüm!”Ya siz?”
Bugün hala askerle iş tutanlar,askeri darbeye kışkırtanlar…
Ya siz?
Bugün hala seçim sandığına inanmayanlar,demokrasiyi karşı devrim olarak görenler…
Ya siz?
Bugün hala Türkiyeyi Avrupadan kopartmak için,orta Asyalara sürüklemek için kızıl elma koalisyonları oluşturup,darbe peşinde koşanlar…
Ya siz?
Bugün hala 1960’ların,1970’lerin kominizm tacirleri gibi irtica bezirganlığına soyunup askeri kışkışlayanlar…
Ya siz?
Bu yaşta hala cuntalaşma peşinde olanlar…
Ya siz?
Bu yaşta hala”Elinizi çabuk tutun!”diye askere çağrı yapanlar…
Ya siz?
Bu yaşta hala -kaçıncı yenilgisine rağmen-askerle aynı fotoğraf karesinin içine girebilmek,askerle birlikte gözükebilmek için Ankara yollarına düşenler…
Ya siz?
Bu yaşta hala bir zamanlar Deniz Gezmiş’leri darağacına götüren yollarda yürüyenler..
Ya siz?
Hala postal kokusu sevenler.
Ne duruyorsunuz hala?
Siz hala değişmediğinize,dönmediğinize göre,aynı yolun yolcusu olduğunuza göre ne düşündüğünüzü,ne yapmak istediğinizi açıkça söyleyin.
Seçim sandığı,demokrasi bu ülkeye yaramaz deyin açık açık.Geçmişte olduğu gibi bugünde askerle darbe yapmak en iyisidir diye bağırın yüksek sesle.Avrupa birliğine karşıyız deyin.
Neden gizleniyorsunuz?
Niye kapalı kapıların arkasına,kuytuluklara çekiliyorsunuz?
Niçin Kriptoluk yapıyorsunuz?
Yoksa utanıyormusunuz?
Treni çoktan kaçırdınız;tarih sizi sollayıp geçeli çok oldu.Yoksa hala farkında değimlisiniz?”[1]
Mehmet Metiner’de:”Ben Talibanın Buda heykelini yıkarkenki görüntülerinden hareketle bizimde ilk gençlik yıllarımızda Nemrut dağındaki heykelleri yıkmayı düşündüğümüzü söyledim.
…Tüm hedefimiz devleti ele geçirmekti”
Oysa Nemrut heykelinden önce onun zihniyetlerden yıkılması gerekmektedir.Bu durumda varlığı ile yokluğu bir mana ifade etmeyecektir.
28 Şubat ile ilgili olarak söylenenler.
“28 Şubat bir post-modern darbeydi. Bunu yapanlar da ikrar ettiler. AK Parti de milletin 28 Şubat’a karşı olan reaksiyonuyla iktidara geldi.
28 Şubat’ın sembol ismi Çevik Bir’di. Kendisini destekleyen önemli kuruluşlardan bir tanesi de ABD’deki Yahudi lobilerinin en aşırısı bilinen JİNSA idi. Alain Makowsky’nin şirketi ile beraber JİNSA, Çevik Bir’in en önemli destekleyicileri ve 28 Şubat’ın dışarıdaki fikir hocaları ve destekçileri olarak bilinirler.
Bakın şimdi ne oluyor?
Ali Babacan, İsrail’e Çevik Bir ile beraber gidiyor.”[2]
28 Şubat’ın yargıya, eğitime, sosyal hayata, ekonomiye, kişisel özgürlüklere, fikir ve düşünceye müdahelesi ülkeye ne kazandırdı? 28 Şubat’ın baş mimarı Demirel şimdilik köşesine çekildi.
Sezer Ecevit krizi bile bile kasden çıkarıldı….bir kitap fırlatmakla her şey değişebildi.çünkü DDK-yı denetleyenlerin de denetlenmesini istemişti Sezer…
Kemal Gürüzün başlattığı başörtüsü despotlukları da olayları setretmek için iyi bir ilgi alanı oluşturdu,nazarlar yolsuzluklardan her zamanki gibi irticaya çevrilmiş oldu
Buda yetmedi Kemal Alemdaroğlunun açtığı kominist büro faaliyetlerinin adeta merkezi durumundaki ikna odalarında başları açılanların birde yüzleri ve şahsiyetleri açılmaya çalışıldı ve de oynandı..
28 şubat için:” MGK’ya başkanlık eden Süleyman Demirel; “Bu bir süreçtir. Yani Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlamış, devam eden bir süreçtir. Devam da edecektir. Bu böyle gidecek.[3] diyor.
Adeta menfiliklere ve yanlış uygulamalara ışık yakılmış olmaktadır.
MGK’da belirleyici güç durumunda olan ve 28 Şubat’ın hazırlayıcısı olmakla övünen Ordu’nun Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da, Demirel gibi “28 Şubat süreci”nin 1923’ten bu yana sürdüğünü ifade ediyor ve ekliyor: “İrtica ne zaman palazlansa bu süreç kendini gösterir… İrtica tehdidi bin yıl sürse 28 Şubat süreci de bin yıl devam edecektir. Bitmiş değildir.”[4]
Bir iddia.Menzil şeyhini 1981-den itibaren mhp-liler canlandırmaya ve öne sürmeye çalışır,şiddetle bunun öne çıkarılmasıyla ve bu bağlantıda hizbullahında yeşertilmesiyle tüm bahaneler önceden hazırlatılır.
Peki neydi 28 Şubat Kararları:
“* Laiklik hassasiyetle korunmalı, ilgili yasalar titizlikle uygulanmalı, gerekirse yeni düzenleme yapılmalı.
* Yasaları ihlal eden dergahlar kapatılmalıdır.
* TCK’nın 163’üncü maddesinin yarattığı boşluk doldurulmalıdır.
* Eğitimde Tevhid-i Tedrisat ruhu hakim kılınmalıdır.
* Temel eğitim süresi 8 yıla çıkarılmalıdır.
* Kuran kursları MEB’e bağlı okullarda düzenlenmelidir.
* Devletteki köktendinci kadrolaşmanın önüne geçilmelidir.
* İran’ın Türkiye’nin içişlerine müdahalesini engelleyen politikalar oluşturulmalıdır.
* Yargı mekanizmasını etkinleştirmek için yasal düzenlemelere gidilmelidir.
* TSK’dan ihraç edilen personelin kamu kuruluşlarında istihdamı önlenmelidir.
* Laiklik aleyhtarı TV ve radyo kanalları izlenmeli, Anayasa’ya uygunlukları sağlanmalıdır.
* Kıyafet Kanunu’na aykırı olarak ortaya çıkan uygulamalara kesinlikle mani olunmalı.
* Silah ruhsat işlemleri yeniden düzenlenmeli.”[5]
H.Gülerce ise:
“Şimdi biraz şaşırtıcı gelecek; ama böyle bir zamanda 28 Şubat her iki bakımdan da yararlı oldu.
“Hem içte ve dışta rahatlama sağlayarak olumlu değişimi hızlandırdı, hem de samimi, mazbut büyük islami çoğunluk ile İslamcı adını lekeleyen, kullanan, yüce dinimizi vahşete alet etmek isteyen zavallıları ayırdı.
“Hem ‘siyasal İslam’ diyenlerin gözü açıldı, hem milletimizin gözü açıldı.
“İslamcı kesim artık şunu anladı. Din siyasete alet edilmemeli.(…)”[6]
Her şeyde bir ölçüdür;”Beşer zulmeder,kader adalet eder.”Burada bu ölçü belirtilmeden isabetli olmayan bir yorumda bulunulmuş,yazar öyle düşünmese de adeta her yönüyle zulüm kokan 28 Şubat tasvib edilmiş oluyor…
İnsanlar fişlenir,medya ve üniversite adeta işgal edilmiş,borazanlık yaptırılmıştır,memleketin tüm kalelerine girilmiştir.
“Generalinden 28 Şubat İtirafı: Post modern Darbe”
Kemalist Şevket Süreyya Aydemir:”Türk inkilabının güçlü bir fikir sistemi geliştiremediğini,güçlü bir edebiyat yaratamadığını;çaplı aydınlar,nazariyeciler,sanatçılar yetiştiremediğini…” söylemektedir.
Niyazi Berkes-de:”Türk devrimi,toplumdan,halkın kültüründen kopuk,yabancılaşmış bir okumuş yazmışlar,aydınlar sınıfı yarattığı için,aydınlar,topluma öncülük edecek büyük fikirler,eserler ortaya koyamadı.Aydınlar,sadece devlete bağlı kaldı;topluma yabancılaştı.Bu yüzdende sığlaştı.”[7]
Değişim niyetiyle bugün Türkiyede yapılan ihtilal ve devrimler Amerika,İsrail ve İngiltere tarafından Büyük Ortadoğu Projesi de bir zihniyetin ekseriyete iktidar olma çabalarıdır.
Ancak bu güven vermiyor.İngiltere imparatorluğu hayalinin gerçekleşmesine zemin hazırlıyor.İsraili de teminat altına alıyor.
Farklı bir toplumu yani İslam toplumunu farklı bir kesim olan batı,kendisine göre şekillendirmeye soyunuyor.Bunun altında kürt devletinin oluşumu planlanmakta,israilin önü açılmaktadır.Demokrasi götürme amacıyla fitne kazanlarını kaynatma projesidir.
Diğer ifadeyle,cazib gelen-Yeni Osmanlıcılık- düşüncesiyle geçmiş asırda olduğu gibi bu asırda da kendine uygun kafada olan insanlar bu devletlerin başlarına geçirilmeye çalışılmaktadır.Böylece bir asır daha kendileriyle uğraşmaları için kendilerini teminat altına almış olacaklardır.
Önce bu fikri ortaya atanların ortadoğudaki Filistin-İsrail problemini çözüme kavuşturmaları gerektir.
İslam dünyası ılımlı Müslüman yapılmaya çalışılırken,kuzu gibi güdülmeye hazır hale getirilmektedir.Kendi içlerindeki kurtluk ise aynen sürdürülmektedir.
Esasen reform ve değişimle elbisenin değil adeta cildin değişimi hesaplanmaktadır.Bununla başta Amerika ve İngiltere ortadoğuda kendine bir üs aramaktadır.Uzun müddet kalıp çıkmayacak,ekonomisini düzeltecek manada…
Oysa burada bir doku farklılığı söz konusudur.Her doku kendine uygun olmayan,vücudun kabul etmediği dokuları reddedecektir.Doku uyumu şarttır.Büyük Ortadoğu projesinde Doku Uyuşmazlığı söz konusudur.Değişim ancak uyumlu dokularla olabilir.
Evvelden mevzii olarak başlatılan Türk-Kürt,Alevi-Sünni,İsrail-Filistin,Arap-Türk,Arap-Kürt çatışmalarının fitilleri birden fitillendirilecektir.
Bu projenin uygulanmasında samimiyet şarttır.
Osmanlı böyle bir projeyi gerçekleştirirken adalet ve samimiyet mekanizmasını işletmekte idi.Büyümesinde de bu samimiyetin eseri görülmektedir.
Nitekim; ”Prof. Dr. Ramazan Özey’in çalışmalarına göre; kuruluşunda 5.631 km² olan Osmanlı Devleti’nin yüzölçümü, etki alanları ile birlikte Fatih döneminde 2.214.000 km², Yavuz döneminde 6.557.000 km² (8 yıllık saltanat döneminde üç kat arttırmıştır), Kanunî döneminde 14.983.000 km² ve en geniş sınırlara ulaştığı nokta olan 17. yüzyıl sonlarında (Karlofça’ya kadar) 24 milyon km²’yi buluyordu. 1913 yılında dahi Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzölçümü, 180.000 km²’si “Avrupa-i Osmaniye”de, 1.800.000 km²’si “Asya-i Osmaniye”de, 3.000.000 km²’si “Afrika-i Osmaniye”de olmak üzere toplam 4.980.000 km²’yi buluyordu.”[8]
Evvela devletler kendi problemlerini kendi içlerinde demokratik usullerle çözmeliler.Yoksa sırf reform olsun diye sapla samanı birbirine karıştıran,kendi iç aleminde durgunlaşmayan,kabul görmeyen insanların çıkışı bilakis değişimi yavaşlatacaktır.Nitekim;Prof.Dr. Öztürk, “Bir kere, ezanın şu veya bu dilde okunmasının pratik hiçbir sonucu yoktur. Ezan bir paroladır, namaz vaktinin geldiğini ve yakınlarda bir cami olduğunu duyurur. Yani ezan bir ibadet değil, bir duyurudur. Ve bu duyurunun bugün için bir yararı da kalmamıştır. O, bir nostalji, bir folklor haline gelmiştir. Çünkü onun esas işlevi olan ‘namaz vaktini duyurma’ bugün ihtiyaç olmaktan çıkmıştır” diyordu.
Bunda ölçü değil his ve kısır düşüncenin etkisi vardır.Bu kendini aşamamak ve topluma ulaşamamaktır.
O’na göre, “Takvim vardır, gazete vardır, radyo-televizyon duyuruları vakitleri aralıksız bildirmektedir. Yani ezanın illeti kalmadığı için kendisinin de zorunluluğu kalmamıştır. “
Oysa ezan bir şeairdir,islami bir semboldür.
Bizde Atatürk sürekli olarak her kesim tarafından kullanılmakta, sağcısı, solcusu,müslümanı,gayrı müslimi tarafından arkasına sığınılarak her türlü iş yapmanın bir referansı haline getirilmektedir.
Çağa uymayan Atatürk çağa uydurulmaya çalışılıyor.Her konuda yeni cümlelerle ona atıflar yapılıyor.Böylece ilahlık özelliği kazandırılmaya çalışılıyor.
Yüz sene öncesini ve düşüncelerini aşamayan bir toplum ilerleyemez.Her türlü süregelen sıkıntılara sebeb teşkil etmiş olur.
Belkide Adnan Menderesin suçu;Celal Bayarla beraber Atatürkün Etnoğrafya müzesinde tahtanın üzerinde bulunan naşını şimdiki yaptıkları Anıtkabire taşımaları ve onu 5816 sayılı onu koruma kanununu çıkarmış olmalarıdır.Onun keffaretini ödediler.Bununlada bitmedi;yıllarca Atatürk düşmanı ve mürteci olarak ilan edildiler ve kabulde gördü veya gösterildi.Üzerlerinden bir türlü bu yaftaları attıramadılar.
İnsana saygı,değerlere saygı her toplum için esas olmalıdır.
İşte bir haber;”Sezer’e türbansız davet eleştirisi.
ABD’nin yıllık insan hakları raporunun din özgürlüğü bölümü Sezer’i hedef aldı.29 Ekim resepsiyonuna eşi türbanlı devlet yöneticilerini çağırmaması eleştirildi.
ABD raporunda Sezer’e eleştiri
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2003 yılı insan hakları raporunda, Türkiye’de insan hakları alanında önemli gelişme kaydedildiği, ancak birçok “ciddi problemin” devam ettiği ileri sürüldü. Raporda yapılan ihlallere örnekler sıralandı. Örnekler arasına, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Köşk resepsiyonlarına türbanlı eşleri çağırmaması da alındı. Hükümetin, Müslümanlar ve diğer dini gruplara devlet kurumları ve üniversitelerde dini ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı uygulamalarda bulunduğu belirtilen raporda “İslamcı fundamentalist” olarak tanımlanan bazı kişilerin, ordudan atıldığı hatırlatıldı. Devamında da Ankara’da bir hakimin, başörtülü olduğu gerekçesiyle bir kadını mahkeme salonundan çıkardığı, başörtülü öğrencilerin sınıflara girmesine izin verilmediği ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, başörtülü bakan eşlerini, Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna davet etmediği sıralandı. Diğer ihlal örneklerinin bazıları da şöyle belirtildi:
-Güneydoğu’da güvenlik güçlerinin işkence, dayak ve diğer insan hakları ihlalleri devam ediyor. İşkence suçu işleyen güvenlik güçlerinin cezası çok az.
-Kadınlara karşı şiddet problem olmayı sürdürüyor”[9]
Önce bu problemlerin çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
Askeriyenin siyasetten elini eteğini çekmesi lazım.Zira ikide bir canı sıkılanların veya hıyanet düşüncesiyle memleketi karıştırmak isteyenlerin askeri çağırmaları ve askeriyenin bu duruma müdahale etme hevesi ve davetin kabul görmesi menfiliklerin sürdürülmesinde en büyük kuvvet ve destek olmaktadır.
Askeriye, içinde bulunan ruhu uyandırması lazımdır.Bediüzzaman askerler hakkındaki sözünde:”Sungur!Bu askerlerde bir ruh var!O ruh benimle dosttur.Bilmiyorum;o,ya bir kişidir veya bir cemaattır veya bir velidir veya bir kutuptur,sağdır veya ölüdür.Bilmiyorum!Fakat bir ruh var ki o ruh benimle dosttur.”[10]
Mehmet ÖZÇELİK
12-03-2004
[1] Milliyet.H.Cemal.7-3-2004,Yeni Şafak.8-3-2004.
[2] Tercüman.24.1.2004.Emin Şirin.
[3] 29 Şubat 2000, Milliyet Gazetesi.
[4] 28 Şubat 2000, Akit Gazetesi.
[5] 1 Mart 1998, Ülkede Gündem Gazetesi.
[6] 29 Şubat 2000, Zaman Gazetesi.
[7] İnkilab ve kadro.11-28,Bak Yeni Şafak.Yusuf Kaplan.4-2-2004.
[8] Tercüman.31-8-2003.
[9] Sabah.27-2.04.
[10] Anadolu iman hareketi.Prof.Zekeriya Kitapçı.