VELÂYET VE KERÂMET
VELÂYET VE KERÂMET
Âyetlerde:” Bilesiniz ki,Alah-ın dostlarına korku yoktur;onlar üzülmeyecekler de. Onlar,iman edip de takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah-ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu,büyük kurtuluşun kendisidir.”[1]
“ İşte burada yardım ve dostluk,Hak olan Allah-a mahsustur. Mükafatı en iyi olan O,en güzel akibeti veren yine O’dur.”[2]
Velayet yani dost ve dostluk,elbetteki Allah-a olan yakınlık,ona olan iman ve Takva iledir. Ona yaklaştırıcı her şey,velayetin unsurlarındandır. Buda rıza ile yani onun razı olması ve O’ndan razı olmak ile tahakkuk etmesidir.
O’ndan ve O’ndan gelen her şeyden razı olmakla beraber,O’nun bizden razı olacağı işleri yapmaktır velayet.
Hz. Ebu Hureyre-den:” Rasulullah (S.A.M)buyurdular ki:” Allah Taala hazretleri şöyle ferman buyurdu:” Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse,ben de ona harb ilan ederim.Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni,ona farz kıldığım (Ayni veya Kifâye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder,sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı,gördüğü gözü,tuttuğu eli,yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi,konuştuğu dili)olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm,benden sığınma taleb ettimi onu himayeme alır,korurum. Ben yapacağım bir şeyde,mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüde düşmedim. O ölümü sevmez,ben de onun sevmediği şeyi sevmem.”[3]
Veli olan kimse sadece ruhunu değil,aynı zamanda cesed,akıl ve tüm duygularını tatmin etmiş,fiziki ve metafizik yapısıyla veli ve dost olmuştur. Nasıl ki insanın iki hali;Ham ve olgun.[4] O olgun haliyle velidir. Hamdım-Piştim-Yandım.
Sadakatinden dolayı-alemin imanından Hz. Ebubekir-in ki fazla.[5]oluşu,en büyük velayettir. Veli,Allah-ın dostu olduğundan,ona dokunan vali de olsa deli-dir,delirir.
Nitekim 13-Ekim-1943. Ankara valisi Nevzat Tandoğan:Bediüzzaman Said Nursi-nin başındaki sarığa ilişip onu rencide edince;” Başından bulasın.” karşılığını alır ve 9-Temmuz-1946-da tabancayı alnına dayayan vali,intihar eder ve kendisi kendisini başından vurur ve başından vurulur.[6]
İçtima-i hayatımızda da buna mümasil bir çok olaylarla karşılaşır ve duyarız.
Bir kıssa: Hızır,camide meşhur bir vaizi dinlemektedir. Vaiz hararetle konuşmasına,her kes pür-dikkat dinlemesine rağmen içlerinden birisi başını eğmiş uyumaktadır. Hızır ona dürter ve;” Niçin vaiz Abdurrezzak-ı dinlemediğini sorar.
O da cevaben;ben Rezzak-ı dinliyorum,der ve başını tekrar eğer. Hızır bir daha dürtünce bu sefer o kişi: Bana bak! kafamı kızdırma! Senin Hızır olduğunu söyler,halkı üzerine gönderirim,der.
Bunun üzerine Hızır Allah-a; Ya Rabbi! Bu adamın benim listemde ismi yok. Bu kimdir? Cevaben: O sendekiler;beni sevenler. Bendekiler ise; Benim sevdiklerim. O adamda benim sevdiklerimde,der.
Hadis-i Kudside:”Benim dostlarımı ancak ben bilirim.”[7]
Evliya hak olduğu gibi,onun kerameti de haktır.[8]
Kerâmet;Allah-ın kendilerini,kendilerinin de Allah-ı sevmiş olduğu bu üstün vasıflı şahsiyetlerin adet ve gündelik hallerden bir derece kurtulub,Allah-ın Lütuf ve İhsanı ile göstermiş oldukları marifet,harikul-ade hallerdendir. Yüksek olan kulun adet dışı halleridir.
Özetle; Kudret-i Rabbaniyenin ihsanıyla letafet kesbedib havada uçmak,uzun yolu kısa zamanda gitmek,bir mü’minin sıkıntısı halinde Cenâb-ı Hakka dua edip indi ilahide makbul bir zattan dua istemekle,o zat-ın izni ilahi ile,o darda kalmış kimsenin imdadına yetişmesi,kale gibi muhkem bir yerde üzerinden kilitli sağlam bir hücresinde hapis olan zat-ın,orada ibadet ve taatle meşgul olduğu bir zamanda görüldüğü halde,aynı zat,aynı zamanda,çarşıda halk arasında veya camide görülmesi ve bir zata şiddetli ve kesretli zehirlemelerle su-i kastler yapıldığı halde,ona zehir tesir etmemesi,ona düşmanları tarafından kurşun isabet ettirilememesi ve Tayy-ı mekân ve Bast-ı zaman gibi harika hallere mazhar olması..[9]
Bundan dolayıdır ki;Evliyaların kerâmetleri haktır.[10]
Veli mümkün olduğu ölçüde taatlere devam eden,kötülüklerden sakınan,dünyevi lezzetlere,şehvetlere,gafletlere,oyun ve eğlencelere dalmaktan yüz çeviren,Allah Taalayı ve sıfatlarını tanıyan kimsedir.
Hz. Ömer-in mektubu ile,Nil nehrinin taşması,Medinede minber üzerinde iken Nihavend denilen yerde askerlerini görmesi ve İslâm ordusunun kumandanına;Ya Sariye!Dağdan sakın! ( Yâ Sâriyeti el-Cebele,el-Cebele)[11]diyerek onu dağın arkasındaki düşmanın hücumundan sakındırması ve orada bulunan Sariye-nin,mesafe uzak olmasına rağmen Hz: Ömer-in bu sesini işitmesi;
Halid bin Velid-in zehiri içtiği halde,bundan bir zarar görmemesi,sahabe ve diğer ehli sünnete mensub müslümanlardan vaki olmuş bir çok kerametler vardır.[12]
“ Bu dünya,dârü’l hikmettir,dârü’l hizmettir,dârü’l ücret ve mükafat değil. Buradaki a’mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve ahirette meyve verir. Madem hakikat budur;a’mal-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de,memnunane değil,mahzunane kabul etmek lazımdır. Çünki,cennetin meyveleri gibi,kopardıkça yerine aynı gelmek sırrıyla,baki hükmünde olan ameli uhrevi meyvesini,bu dünya da fani bir surette yemek,kar-ı akıl değildir;baki bir lambayı,bir dakika yaşayacak ve sönecek bir lamba ile mübadele etmek gibidir.
İşte bu sırra binaen,ehl-i velayet,hizmet ve meşakkat ve musibet ve külfeti hoş görüyorlar,nazlanmıyorlar,şekva etmiyorlar. “Her hal üzere Allah’a hamd olsun”diyorlar. Keşif ve keramet,ezvak ve envar verildiği vakit,bir iltifat-ı ilahi nev’inden kabul edip,setrine çalışıyorlar. Fahre değil,belki şükre,ubudiyete daha ziyade giriyorlar. Çokları,o ahvalin istitar ve inkıtaını istemişler;ta ki amellerindeki ihlas zedelenmesin. Evet,makbul bir insan hakkında en mühim bir ihsan-ı ilahi,ihsanını ona ihsas etmemektir;ta niyazdan naza ve şükürden fahre girmesin.”[13]
Süluk yolunda bulunan bir sâlik (maneviyatta giden,yol alan,yol kat’eden)-den zuhur eden fevkalade keramet hali[14],ekseriyetle rüya ile başlar. Bunların derece ve mertebeleri manevi olduğundan bilinmez. Keramette diğer maddi varlıklar gibi Allah-ın layık olan kullarına bir lutfu olması hasebiyle bunlarında hesabı sorulacak,buna liyakat göstermediği takdirde de bu keramet sırrı kendisinden alınır.[15]
Ayetteki:” Vessema-i zâtil Hubük”[16],İbn-i Abbas bunu Tarikatlar,yollar olarak tefsir eder.[17]
Bazı musasavvıflara göre kerametler şekil itibariyle sayısız olarak zuhur edebilmelerine rağmen,mahiyet itibariyle onları sınırlandırmak mümkündür ve bu husus “ Risale-i Bahriyyedeki bir sınıflama”ya göre 25 kadar olarak sınırlandırılmıştır.[18]
Bazı harika haller (su üzerinde yürümek gibi) keramet olduğu gibi ilmen yapılan,ilmi neticede,araştırma ve keşif neticesindeki durumlar da bu keramet içinde dahildir. Çünki ilim neticesinde bir çok şeyleri kesbeden zat,bir çok kimsenin yapamayacağı veya bilemediği hallere mazhar olmuş demektir ki;buda bir nevi keramet,Allah-ın ona ikramıdır.
İmam-ı Şâfiinin cümleleri bunu te’yid etmektedir:” Eğer alimler,evliyaullah olmazlarsa,Allah-u Taalanın velisi,yoktur. Çünki Allah-u Taala cahil kimseyi,veli (dost) edinmez.”[19]
En yüksek bir derecede olan bir zatın veya bir velinin yüksek makamda olmasıyla beraber keramet göstermemekle o ulvi derecesinden sukut etmiş olmamaktadır.
Kerâmet sahibi olan zatın kerametinin evlatlarında da intikal suretiyle olması gerekmez,yani şahsidir.
Kerâmet sahibi olan mürşidin müritlerine ait manevi vazifeleri iş zamanı dışında verir;iş zamanında böyle bir teklifte bulunamaz. Yani yirmi dört saatin sekizi iş,sekizi uyku ve istirahat,geri kalan sekiz saati ise ibadet ve ubudiyet vazifelerine münhasırdır.[20]
Veliler bulundukları beldelerin manevi birer mimarıdırlar. Hak ve hakikatın yolunda olan bu veliler bulundukları yerde insanları gerek hâl-leri,gerekse de kâl-leri yani sözleri ile insanları irşad ederler.
Atına binmiş olarak çölde giden Yavuz-un atından inerek,önde Peygamberimizin gittiğini görmesi,en büyük bir kerâmettir.
Bediüzzaman,kerâmeti meyveye ve onları bu dünyada yemeye benzetmektedir.
Rufâi-lerin şiş saplayıp yerini demlemeleri bir kerâmettir.[21]
Bir subay,ben o Said-i Nursi-yi karakola getirmesini bilirim,deyip üstadın evine doğru gelirken kapının deliğinden bakar ki;üstad önünde bir kedi ve fareye yiyecek veriyor. Bunu görünce geri döner.
Evliyanın birinin gönlü,nefsi bal ister. Oda ben sana gösteririm,bal istemek neymiş. Dağda bir adamı görür ve düşünür. Bu adama bir tekme vurayım,dağdan yuvarlansın,beni de zindana atsınlar. İşte orada zıkkım yersin,diyerek öyle yapar. Yuvarlanan adam üstünü silkeleyerek kalkıp adama,Ya-hu onun istediğini ver-de, kurtul,der.
Burada nefisle Musâlaha etmek,onun meşru isteklerini vermek. Zira nimetler şükür içindir.
20-01-2000
MEHMET ÖZÇELİK
[1] Yunus.62-64.
[2] Kehf.44.
[3] Buhari,Rikak.38,Kütüb-i Sitte Muhtasarı.Prof.İ.Canan. 13 / 244-245,bkn.14/238-239.
[4] Bkn.Mearif.96.
[5] Age.262.
[6] Bkn.Zafer Der.Eylül-1995.Sh.38.
[7] Mearif.age.357,362,367.
[8] Bkn.Mesnevi-i Nuriye.B.S.Nursi.219,240.
[9] Bkn.Yeni Lugat. A. Yeğin.332-333.
[10] Metni Akaid. Ömer Nesefi.9-10.
[11] Bkn.Mektubat:B.S.Nursi.48.
[12] Bkn.Fıkhı Ekber. İmam-ı Azam Ebu Hanife.191.
[13] Mektubat.age.422.
[14] Bkn.İslam Ans.İsam. 6/577-578,Tefsir-i Kebir.F.Razi.Terc.Heyet. 15 / 113-133.
[15] Tarikatlar.Dr.H. Küçük.129.
[16] Zariyat.7.
[17] İslam Tarihi.Medina Devri. A. Köksal. 5 / 185.
[18] Tarikatlar.age.130.
[19] Yetmiş üç fırka.M. Uysal.396.
[20] Bkn.Tasavvuf.M. İz.186.
[21] Bkn.Aksiyon der.Mayıs.13-19 / 1995.Sh.12-14.