A B B İ R L İ Ğ İ
A B B İ R L İ Ğ İ
Evvela Bediüzzamanın da tesbit ettiği üzere Avrupayı iki katagoride değerlendirmek gerektir.
“Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir:
Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa’ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitab ediyorum. Şöyle ki:
O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehasin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan malayani ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı manevîsine karşı demiştim:
Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalaletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dava edersin ki, beşerin saadeti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.
Ey küfr ü küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibet-zede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın cismiyle, zahirî bir surette aldatıcı bir zînet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mes’ud denilebilir mi? Âyâ görmüyor musun ki, bir adamın cüz’î bir emirden me’yus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazib ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki senin şeametinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalalet darbesini yiyen ve o dalalet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş’et eden bir bîçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azab çeken bir insana mes’ud denilebilir mi? İşte sen bîçare beşeri böyle baştan çıkardın, yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azab çektiriyorsun.
Ey beşerin nefs-i emmaresi! Bu temsile bak, beşeri nereye sevkettiğini bil. Meselâ bizim önümüzde iki yol var. Birisinden gidiyoruz. Görüyoruz ki, her adım başında bîçare âciz bir adam bulunur. Zalimler hücum edip malını, eşyasını gasbederek kulübeciğini harab ediyorlar, bazan da yaralıyorlar. Öyle bir tarzda ki, acınacak haline sema ağlıyor. Nereye bakılsa hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler, zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan umumî bir matem, o yolu kaplıyor. İnsan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor. Halbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden; o yolda giden, iki şeyden birisine mecbur olur. Ya insaniyetten tecerrüd edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin veyahud kalb ve aklın muktezasını ibtal etsin.
Ey sefahet ve dalaletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehan ile ruh-u beşere bu cehennemî haleti hediye ettin! Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı a’lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. Hayvanatın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! İşte beşere açtığın yol ve verdiğin saadet, bu misale benzer.”[1]
17 Aralık 2004’de Avrupa birliğine girmeye hak kazandık.Bu ise 1963’de yaptığımız müracaatımızın 41 yıllık uzun ince bir yolu oldu.Yıllardır o hayallerle yaşadık.Adeta bizim için bir acube oldu.
Girsekte girmesekte bizim için hayırlı olacağına inanmıştım.Önemli olan kendimizin dikine ayakta durabilme iradesine ve şahsiyetine sahib olmamızdı.
Avrupa olmazsa olmazımız değildi ve de olmamalıydı.Ancak olması ve bu noktada çalışılması boş bir umut olarak değerlendirilmemelidir.
Bir tesbitte;Osmanlı ile şu anda bizim pozisyonumuz şu noktada farklılık arzetmektedir;Osmanlı doğuyu emniyete aldıktan sonra batıya yönelmişti,şu anda biz ise batıyı emniyete alıp doğuya yönelmekteyiz.
Gerçek Avrupa bizim için hedef olmalı.Sefahetiyle öne çıkan Avrupa değil,teknik ve medeniyetiyle öne çıkan Avrupa birliğine girmeliyiz.Dünyanın sulhuna çalışan bir Avrupa Birliğine girdiğimizde dışarıda olmaktan daha çok içeride rol ve etkimiz olacaktır.
Gereklimi idi?Kaderin şu anda onay vermesi,hukuk,siyaset,maddi refah gibi durumlarda önümüzü açması yönüyle gerekli idi.
Şimdiye kadar biz maddi ve manevi idare yönüyle Avrupa ülkelerinden daha iyi idare ediliyor değiliz.Burada başarısı engellenen doğruya batıya kaçmakta,maddi hayatını geliştiremediği gibi,manevi hayatını ve yaşayışını da sürdürememektedir.
Olursa?olursa biraz daha keyfilikten uzak bir sistem ve idare edilmiş oluruz.Memleketimizde ayağımızı bağlayan zincirler gayet çok.
Ne oluruz?Lokma da olabiliriz,lokma da alabiliriz.Ancak kolay lokma olacak bir yapıya da sahib değiliz.Olanlarımız zaten olmuşlardır.Hiç olmazsa samimi ve gayretli insanlar ve gelecek nesillere lokma almış oluruz.
Her şeyden önce birbirimize güveniyormuyuz?Yoksa şüphecimi bakıyoruz.40 yıldır bu şüpheyi izale edebildik mi?Avrupa bize güvenmeli,biz onlara güvenmeliyiz.Uyumsuzluk olmayacaktır.
Kimlik tartışması olurmu?Osmanlıyı büyük yapan olay,büyük oynamasıdır.İçerisinde yetmiş iki milleti barındıracak bir kucağa sahib olmasıyla büyük oldu.Bugün de Amerika Birleşik devletlerini büyük yapan aynı şekilde onun da içerisine herkesi almasıyla mümkün olmuştur.
Herkesi kendi kimliğiyle kabul etmek gerekir.Kimliğini kaybedecek olan için bir tehlikede söz konusu olursa;böylece ya gerçek kimliğine sahib olur,veya zaten hangi kimlikten olduğunun farkında olmayan kimse de kimliğini belirlemiş olur.
Esnaflıkta esas cesaret ve dürüstlüktür.Büyük oynamaktan korkmamalı.Elbette ringe çıkmak kolay olmayıp bir riski almayı da beraberinde getirmektedir.Ancak biz ringe çıkma korkusunu üzerimizden yıllardır atamadık.Bundan dolayıda kazanamadık belki çıkmadan başta kaybettik.
En büyük hastalığımız ümitsizlik ve kendimize ve birbirimize güvenmemedir.
Globalleşen,küreselleşen şu dünyada zaten üslub ve kimlikler girilmese de birbirinden etkilenmektedir.
Bugün çalışmak üzere batı ülkelerine giden vatandaşlarımız dinlerine de dünyalarına da daha sıkı sarılmaktadırlar her ne kadar ufak tefek kayıblar olsa da.Ancak bizler girmeden de kaybetmekteyiz yani kazanamamaktayız veya ne kadar kazanmaktayız?
Dinler arası diyalog Avrupa Birliğine girmede biraz daha yakınlaştırıcı ve tanıtıcı rol oynadı.
Sulh,barış ve yakınlaşmadan her zamanda ve her devirde İslam alemi ve Müslümanlar kazançlı çıkmışlardır.Sermayesi olan kazanır.Kendimizi daha iyi,inancımızı daha sağlıklı anlatma ortamı bulmuş oluruz.
Her zaman seviye ve seviyeli kazanır.
Bizler asırların birikimiyle girmekteyiz.İslamı temsil rolümüz vardır.
Evleniyormuyuz?Evet bizler Avrupa Birliğine girmekle bir evlilik yapmaktayız.Eğlenmeye gitmiyoruz.Ancak kiminle ve kimle evlenmekteyiz bunun şuurunda olmalıyız.
Ehli kitaptan kız alınır,kız verilmez.Bizden evlenen bir çokları mutlu oldular.Bu evlilik ise daha kapsamlı bir evlilik olacaktır.
Bu bir şımarıklık olmadığı gibi,karamsarlığa düşmeyi de gerektirmez.
Bizim de geçmişimiz belli,batınınki de…Şimdi yapılacak ise herkesin müsbet yönde kendisini yeniden değerlendirmesi ve yeni bir sayfa açmasıdır.
Batı geçmişin kefaretini ödeyebilir.Bizler de samimiyetimizi sergileyebiliriz.Her iki tarafın kendi güvenilirliliğini gösterme anı ve zamanıdır.
Bediüzzamanın ifadesiyle;Dünya herkese terakki dünyası olsun da,sadece bizim için mi tedenni dünyası olsun.
İnşallah bu durum iyi gelişmelere ve hayırlara vesile olacaktır.
Bediüzzamanın asrın başında Şeyh Bahid’e söylediği gibi;Osmanlı bir Avrupa devleti ile hamiledir,günün birinde bir Avrupa devleti doğuracaktır.Avrupada bir İslam devletine hamiledir.O da bir İslam devleti doğuracaktır.
İşin birinci ciheti olan Avrupa devleti doğurmamız,sefahet ve her türlü rezaletleri işlememiz bunun birinci cihetini gösterdi.Şu anda batı doğum sancıları çekmektedir.
Doğum yakındır…
Ancak Hazırlıklımıyız?
Kanuniden bu yana inişteyiz.Hala hazırlanmadıksa bu kaybın devamıdır.Bizleri ve İslam ülkelerini bağlayan zincirlerin kopması özellikle 1950’lerden itibaren yürüyüşümüz bir hazırlık safhasını oluşturmaktadır.
Hazırlanmaya devam eder,ev ödevlerimizi de yaparız.Sıkıntı ve engellerle beraber yine de yapmaktayız.
Avrupa Laik ve Demokrat olduğunu ifade etmektedir.Şimdi ise bu o sözünün tescili olacaktır.Her ne kadar bir kesim bunun bir hristiyan birliği olduğunu söylese de,bu durumda onların kendi içlerinde tamamen netleşmediklerini göstermektedir.
Avrupa da kendi içinde netleşmeli ve samimileşmelidir.
ABD’nin tek başına kurduğu yeni dünya düzenine,Türkiyeyi de alarak daha güzel bir şekil verebilir ve de inandırıcı olabilir.
Kim bir koyup üç alacak.Sermayesi ve işi olan ve de işini bilen..Karşılıklı kazanç çerçevesi içerisinde.
Vizyonumuz ne?Vizyon sahibimiyiz.Vizyonumuz değişecek mi?
Geçmişten gelen bir vizyona sahibiz.Kabul edilse de edilmese de bu böyledir.Doğulusu da batılısı da bizi böyle bilmektedir.Temennimiz iyi yönde değişimdir.Hatalarımızı düzeltmektir.
Avrupaya giriş bizim için bir son olmayıp belki yeni bir başlangıçtır.Asıl geçmişin tecrübeleriyle geleceğe yapılacak atılım ve koşunun ilk adımını resmen atmış olmaktayız.
Nasreddin Hocanın;madem un,şeker ve su var,neden helva yapmıyorsun?dediği gibi,Çayla şeker var,neden çay yapılmıyor.Ancak kim çay kim şeker olacak?Kim kimi eritecek?Kim kimde eriyecek?Çayın demini verebilecek mi?
Bütün bunları o dem süresinde,bekleme anında zaman tefsir edecek ve gösterecektir.Zaman en büyük müfessirdir.
Ancak temenni ve gayretimiz iyi bir çay oluşturmaktır.
Asıl imtihanı değerlerimizden taviz vermeden onları korumak ve pazarlamasını yapmak olacaktır.Hassasiyetlerimiz ve değerlerimiz ortaya konulmalı ve anlatılmalıdır.
Gerek batı ve gerekse de biz Hazımsızlık çekermiyiz?İster istemez ilk etapta bazı hazımsızlıklar olsa da zaten dediğimiz gibi yıllardır onun mücadelesi verilmektedir.
Toplumca duygu ve hassasiyetlerimizi canlandırmamız gerekir.Beiüzzamanın tesbiti gibi;Eğer biz İslamın hakikatlarını fiillerimiz ile yaşasak,sair dinlerin mensubları fevc fevc yani bölük bölük İslamiyete gireceklerdir.
Önemli olan kaybetme tehlikesi değil,yaşamama tehlikesidir.Örnek olmama korkusudur.
Dışarıda kalmakla şekillendiren değil,şekillenenlerden oluruz.Dünya belli bir şekillenmeye doğru gitmektedir.Bu şekillenmeyi uyum ve barış yönünde değerlendirebiliriz.
Şu anda alma yönünde karar çıktı.Ancak diğer bir alternatif olarak,almamaları durumunda bir B planı olabilirmi?
B planı İttihad-ı İslam.İslam Birliği.İslam ülkeleriyle yakınlaşma ve bir birlik kurma.Batı bizi içine almak mecburiyetinde.En azından bizi böyle hayırlı bir işe gitmekten vaz geçirip alı koymak için dahi olsa…
AB’ne girmenin beklide en hayırlı yönü;askerin kendi kışlasına çekilerek,darbeler döneminin kapısının kapatılması yönünde olacaktır.Zira her darbe bizleri maddi ve manevi olarak yıllarca geriye götürmektedir.
Siyasetten uzaklaşan ordu,adam gücüyle değil,teknik donanımda kendisini büyütecektir.
Düşünmek gerekmez mi?Acaba bizmi Avrupaya talibiz yoksa Avrupa mı bizlere talib?Zahiren ve resmen talib olan biziz.Ancak genç nüfusu yok olan,iş gücü biten,sefahet ve rezaleti kanal boyu akan,geleceğini garantiye almayan Avrupa bize muhtaç ve bize talibdir.
Avrupa tüm sermayesini kullanmıştır.Bizde ise ise gerek Mor madeni gerekse açılıp kullanılmayan petrol ve yer altı zenginlikleri kullanılmamış sermayelerimizdir.Bir yandan da Avrupa buna talib.Kendisi için iyi bir Pazar.O da iştah kabartacak.
Türkiye doğu-batı ekseninde bir köprü görevini yapmaktadır.Doğuya geçecek olan Avrupanın bize uğraması gerekmektedir.Akıllı olan batı köprüleri yıkmaz.
18.asırda kilisenin taassubu bir derece kırıldı.Haçlı ruhunu canlandıracak canlılıkda değil,hristiyanlık ve kilise inancından gelen Türk ve Müslüman düşmanlığı kaldırılmalıdır.
1856’dan beri Avrupalıyız,diyen Prof.Selami Kılıç;”Osmanlı devleti 1856’da imzalanan Paris Barış Anlaşmasında Avrupalı olarak kabul edilmiştik.Fransa kralını –Alman kralı Şarlken tarafından esir alınıp annesinin ricası üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından bir Osmanlı hükümdarı kurtarmıştı,der.[2]
Bir tesbitte;Doğuyu emniyete alan Osmanlı batıya yürürken,bugün Türkiye batıyı emniyete alarak doğuya yürükemtedir.
Böylece asırlardır kavgalı olan doğu batı doku uyuşmazlığını bu yakınlaşma ile çözme
imkanına sahib olmaktadır.Her devletin fanatikleri bulunur.Mesele ise yanlışların ısrarında değil,doğruların tesbitindedir.
Dünyada olduğu gibi Türkiyedede taşlar yerinden oynamaktadır ve de oynamalıdır da.Birilerinin yanlış yere koyduğu taşlar,bir çok baş yarmaktadır.
Bir nükte ve nokta;Avrupa birliği ile beraber aynı günde ben de ADSL’ye girdim.Ancak sınırlısına girdim,darısı sınırsızına…
18-Aralık-2004 Dünya basınından:
-Alman Basını:”Üyeliğin mimarı Erdoğan.”
-Rum Basını:”Erdoğan Fatih gibiydi.”
-Fransız basını:”Türkiye boyun eğmedi.”
-İngiliz basını.”Türkiye 500 yıl uzak durduğu kıtaya dönüyor.”
-İtalyan Basını.”Robin hood Erdoğan”
-Türkiye gazetelerinden:
-Türkiye:”Restle gelen çözüm”
-Halka ve olaylara Tercüman:”En kritik dönemeç”
-Birgün:”Şartlara makyaj”
-Posta:”Büyüksün Türkiye”
-Radikal:”Kolay gelsin Türkiye”
-Vatan:”Bambaşka bir dönem”
-Hürriyet:”Başardık”
-Sabah:”Avrupa ihtilali”
-Milliyet:”bye bye dönüyoruz”
-Dünden bugüne Tercüman:”Yeni yıldız.Başbakan Erdoğan kararlı durdu”
-Akşam:”Yeni bir dünya”
-Zaman:”Yeni Avrupa,yeni Türkiye”
-Cumhuriyet:”Kıbrısa karşılık tarih”
-Yeni Şafak:”Başardık”
-Devletlerin Bakışı:
-Fransa:”Türkiye boyun eğmedi”
-Belçika:“Bu süreç durdurulamaz”
-İngiltere:”500 yıl sonra dönüyorlar”
-Hollanda:”Uzun ince bir yol”
-ABD:”Almanya’dan güçlü olacak”
-Avustralya:”Konuşan Türkiye”
-Grcistan:”Erdoğan taviz vermedi”
-İtalya:”Robin Hood Erdoğan,Brüksel’de her satır için pazarlık etti.Türkiye büyük bir hazine”
-Yunanistan:”Atina istediğini aldı”
En güzel başlayan gelişme ve uyumlu olacağının,bizdeki bir çoklarondan daha anlayışlı olan bir jest ise:
“AB liderleri Erdoğan’a ‘Şampanya’jesti yaptı:İtalyan II Messaggero gazetesi de,”AB Türkiye’ye buyrun dedi’başlığıyla verdiği haberde,25 AB liderinin Erdoğan’ın Müslüman olduğunu ve içki içmediğini bildikleri için geleneksel şampanya merasimini yapmadıklarını iddia etti.Türkiye’ye karşı olan Avusturya ve Danimarka’nın “veto etme cesareti gösteremediğini” yazan gazete,Chirac’ın”Her ülke her an veto hakkını kullanabilir”sözleriyle şimdiden Türkiye’yi frenlediğine işaret etti.”[3]
Mehmet ÖZÇELİK
19-12-2004
[1] Lem’alar.115-116.
[2] Bak.Yeni şafak.8-12-2004.
[3] Yeni Şafak gazetesi.19-12-2004.