MAHREMDİR

MAHREMDİR
Risale-i nurda asrın her türlü meselelerine ve toplumun her kesimine yönelik konuları görebiliriz.
Bunların bazıları ise;-İnna a’teynanın sırrı-,Mâidetül Kuran-,-5.Şua-,-Münafıklar hakkındaki bahis-,-Vehhabiler hakkında,-Has dairedekilere mahsus konular ve burada da ele almış olduğumuz –Mahremdir- başlığındaki konulardır.
*”Eğer, faraza, laik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: “Senin risalelerin, kuvvetli bir dînî cereyan veriyor, ladînî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor. ”
Elcevap: Hükûmetin laik cumhuriyeti dîni dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dîni reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder.
Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslümandır. Sair anasır-ı İslamiyenin küçük de olsa yine bir kısmı İslamiyet haricindedir. Böyle pek ciddi ve hakîki dindar ve bin sene kadar Hak Dîninin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i dîniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, “Dîni reddeder veya dinsiz olur” diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennemin esfel-i safilîn tabakasında ceza görmeye müstehak olurlar.
Halbuki, Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dînin geniş dairesinden bahsetmez; belki asıl mevzuu ve hedefi, dînin en has ve en yüksek kısmı olan îmanın erkan-ı azîmesinden bahseder. Hem, ekseriyetle, muhatabım evvel kendi nefsim, sonra Avrupa feylesoflarıdır. Böyle mesail-i kudsiyeden, doğru olmak şartıyla, zarar tevehhüm eden, yalnız şeytanlar olabilir tasavvurundayım. Yalnız üç-dört risale, tenkitkarane şekva sûretinde bir kısım memurlara bakmış; fakat o risaleler hükûmetle mübareze ve tenkit için değil, belki bana zulmeden ve memuriyetini sû-i istimal eden bir kısım memurlara karşıdır: Hem, sonra da, sû-i tefehhüme medar olmamak için, o üç-dört risalelere “Mahremdir” deyip, neşrini menetmişiz. Sair risalelerin ekser-i mutlakası, dört-beş sene evvel ve bir kısmı sekiz sene evvel, bir kısmı on üç sene evvel telif edilmişler. Yalnız İktisad ve İhtiyarlar ve Hastalar Risaleleri geçen sene telif edilmişler. Ve bununla beraber, risaleler, hükûmetin kanunlarına mugayir olmadığı ve asayişi ihlal ve halkı idlal mahiyetinde bulunmadığını ve bilakis hükûmetçe takdirlerle karşılanması lazım geleceğini, zerre miktar aklı bulunan, risaleleri bîtarafane tetkik eden, tasdik eder. Ve eğer, farz-ı muhal olarak, hükûmetin nokta-i nazarına çok noktaları muhalif olsa bile, 28 Temmuz 933 tarihinde, evvelki cürümlerin bu kısımlarını affetmekte olan ve ahiren neşredilen Af Kanunu mûcibince, o risaleleri takibe mahal kalmadığını iddia edip, bize edilen haksızlığın bir an evvel defedilmesi ve risalelerin iade olunmasını talep ederim.”
*”İşarat-ı Selâse:
On yedinci Lem’anın On yedinci Notasının Üçüncü Mes’elesi iken, suallerinin şiddet ve şümulüne ve cevaplarının kuvvet ve parlaklığına binaen, Otuz Birinci Mektub’un Yirmi ikinci Lem’ası olarak lemeât’a karıştı. Lem’alar bu Lem’aya yer vermelidirler. Mahremdir; en has ve hâlis ve sâdık kardeşlerimize mahsustur.”
*”Beşinci Şuanın meselelerini herkese göstermek caiz değildir, mahremdir” ihtarını yapmayı unutmamıştır.
Her bahaneyle bizi perişan etmek isteyen gizli düşmanlarımızın şerlerinden tahaffuz ve müddeî gibi sathîce mânâlar verilmemek için, “Bu mahremdir, herkese gösterilmesin” denilmesini bir suç sayıp ve suçunu ikrar ediyor mânâsına çevirmek zâhir bir yanlıştır.”
*”Yirmi Dokuzuncu Mektubun Yedinci Kısmından bir suret Abdülmecid Efendi kardeşimize göndermiştim. Cevabında ezcümle diyor ki: “Seydânın bintü’l-fikri o güzel kıza, Hulûsi ile Abdülmecid’den maadâ her kim bakarsa câiz değildir. Mahrem olanlar da, bu hususta nâmahremdir. Bu gibi kızların dışarıya çıkmaları, hiçbir menfaati temin etmediğini ve bilâkis büyük bir mazarratı intâç edeceği ihtimali kavlini Seydâya yazsan iyi olur. Eski Said’in hiddeti, yenisinde de vardır. Halbuki, Yeni Said, insanoğullarıyla izâa-i vakit etmemeli. Meslek ve meşrebi öyle iktiza ediyor. Her ne ise… Cenab-ı Hak Hâfız-ı Hakikîdir.”
Bendeniz de kısaca şu mealde cevap vermiştim:
Bu mütalâa bizler için doğrudur. Fakat dünyaya arkasını çeviren ve mânevî vazife-i memuresini ifa ederken insanlarla-Nurlarla alakadar olanları vasıtasıyla-meşgul olan Üstad Hazretleri için bu fikri muvafık bulmuyorum. Çünkü, o zatı bu emr-i azîmde istihdam eden, elbette muhafaza buyurur. Bana öyle kat’î kanaat gelmiş ki, eğer bizler Nurlarla alâkamızı kesersek, Üstad Hazretleri bize arkasını çevirir.
Aziz kardeşimizin endişesi, zahire bakılırsa haklı ve çok samimîdir. Fakat zaten cemaati çok mahdut olan Nurlarla alâkadar zevâtın bu hakaikten mahrum edilmelerini ve bu kudsî eserin tamamen hapsedilmelerini lâyık görmüyor ve esasa mugayir buluyorum. Nâsırımız, hâmimiz, muînimiz, hâfızımız Allah’tır. Bütün desâisi bertaraf ederek, muhterem Üstadın vazife-i kudsiyesine sâfi niyet, samimî his ve ciddî şevkle yardım etmekte olan kardeşlerime selâm ve muvaffakiyetlerine dua eder, dualarını rica ederim. Pederim, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman Efendi, sâbık Müftü Kemaleddin Efendi, imam Hâfız Ömer Efendi ve diğer Sözler’le alâkadar olanlar selâm ve dua ediyor, hayır duanızı istiyorlar.
Devam-ı âfiyet ve muvaffakiyetinizi tekrar eltaf-ı İlâhiyyeden tazarru ve niyaz eyler, mübarek ellerinizi kemal-i hürmet ve tâzimle takbil eyler, kusurumun affını ve hayır duanızdan bu biçare sıddîkınızı çıkarmamanızı hâssaten arz ve istirham eylerim.
Hulûsi
*”Hüsrev kardeş, kasem ederim, benim elimden gelseydi, yalnız bu defa altın yaldızla yazdığın Mucizat-ı Ahmediyeye mukabil herbir sayfasına, yalnız maddî bir ücret olarak birer altın hediye edecektim. Hakikaten ebedî bir gül fabrikasına kâtip tayin edildiğinize kanaatim kat’iyet kesb etti. Rabb-i Rahime hadsiz hamd ü sena olsun. Tasavvurumda Hüsrev, Rüştü birtek isim gibi olmuş. İkinizi, Risale-i Nur’a ait herşeyde beraber biliyorum ve buluyorum. Size -Ölü iken… – ayetine ait ve birden hatıra gelen ve Sabri’nin iki mektubunun daha gelmeden manevi tesiriyle yazılan bir tetimmeyi gönderdim. Bir derece mahremdir, has ve eminlere mahsustur. Şamlı Tevfik, Âyetü’l-Kübrâ Şuasını, Hafız Ali’nin otuz üç ile tevafuklu tarzda bana yazsa iyi olur. Kardeşlerime birer birer selam.
Duanıza muhtaç -Said Nursî
*”Ezcümle: Acip bir tesadüfle işittim ki, dört risalemle bu iki sene zarfında yazdığım mektupların suretini taharri memurları şimendiferde tutmuşlar.
O risalelerin ikisi, “İhlas”tır. Gerçi bir derece mahremdir; fakat mahkeme, hem Ankara ehl-i vukufu tetkikten sonra zararsız görmüşler ki, bize iade ettiler. Hem, sansüre ve büyük muharrirlere göstermek için İstanbul a gönderilmiş.
“İktisat” ise, bu zamanda herkese lazımdır. On Sekizinci Lem a olan keramet-i Aleviye ise, yanlışlıkla onlara, beraber gönderilmiş. Değil o risaleyi tab etmek, belki en mahrem kardeşlerime de ancak okumasına izin veriyorum. Hem o, dünyaya bakmıyor. Hem ehl-i vukuf ve mahkeme tetkik etmiş, bize iade etmişler. “
*”Bir derece mahremdir.
Geçen kışta bana karşı suikastlerin, inayet-i İlahiye ile ve duanızın yardımıyla gelen sabır ve tahammülüm neticesinde akim kalan planı pek geniş bir tarzda olduğuna delil ise, bu yakında reisicumhur Afyon da demiş: “Bu vilayette din cihetinde bir karışıklık çıkacağını zannederdik.”
Demek, gizli komite beni sıkıştırmakla bir hadise çıkarmak istiyordular. Bir ecnebi müdahelesi hesabına ve Müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfi bir tarzda, damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tazipleri, onlara dünyada tam zarar, ahirette Cehennem ve sakar; ve bize, dünyada mükemmel sevap ve zafer, ve ahirette, inşaallah Cennet ve ab-ı kevseri kazandırır. Demek bu gizli planı Heyet-i Vekile ve Reis hissetmiştiler ki, buralarda umum me murlar, hatta vali ve kaymakam, zabıta benimle görüşmekten kaçıyor ve ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat, elimizde yalnız Nur bulunduğunu ve siyaset topuzu bulunmadığını, zerre kadar aklı bulunanlar anladılar.
Gariptir ki, en ziyade lehime çalışması lazım olan bazı vazifedarlar, aleyhimde istimal ve istihdam edildi. Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lazımdır. Çünkü, manevi fırtınalar var; bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer, ta onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin.
Hem Salahaddin in, Asa-yı Musa yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz:
Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekar ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.
Her neyse, bu defa sizin hatırınız için kaidemi bozdum, dünyaya baktım.Said Nursi”
”BU FIKRA BİR DERECE MAHREMDİR
YALNIZ HASLARA MAHSUSTUR

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Çok defa hatırıma geliyordu ki: “Neden herkesten ziyade medreseden çıkanlar Risale-i Nur’a sarılmaları lazımken, en ziyade çekinen, onlardan resmi vazifeyi alanlardır?”
Şimdi birden hatıra gelen cevabın biraz kısmını beyan etmek lazım geldi.
Evvela: Gizli münafıklar, aleyhimizde büyük makamlarda olanların bir kısmını istimal ederek resmi bir tarzda şiddetli propaganda etmelerinden, bütün resmi memurlar ürkmeye ve çekinmeye mecbur olmuşlar. Onlar içinde dahi enaniyetli ve evhamlı ve bid aları kabul eden hocalar, daha ziyade çekinmeye başlamışlar, kendilerine bir özür, bir bahane aramışlar.
Risale-i Nur dan İşarat-ı Sebanın bidacılara şiddetli tokadı ve Sekizinci ve On sekizinci Lemada İmam-ı Ali’nin (r.a.) Ercüze de, ulemaü’s-su hakkında dehşetli tokadı; ve bidalara bir derece ve bir cihette müsait olan Vehhabilik mezhebini perde altında kabul edenler, Yirmi Sekizinci Mektubun, Vehhabiler hakkındaki meselenin tokadı; ve Kur’ân tercümesini yapan ve Kur’ân yerinde tercümesinin okunmasına cevaz gösterenlere Risale-i Nur’un şiddetli tokatları, ve derd-i maişet zarureti ve mevki-i içtimaide haysiyetini düşünmeleri sebebiyle hocalar, hatta İstanbul un eskide dost hocaları, kaçmaya ve az bir kısmı, tenkide çalışmaya, hatta, Al-i Beyt ve İmam-ı Ali’ye adavetleri bulunan müfrit Vehhabilik hesabına Risale-i Nur’un Al-i Beyt ve İmam-ı Ali’nin bir manevi hediyesi ve eseri olmasından, itiraz etmeye başlamışlar. Fakat biz, İstanbul alimlerinden kızmıyoruz, belki bir cihette memnunuz. Çünkü başkalara nisbeten ilişmiyorlar. “
*”[Mahremdir. Şimdilik Medresetü’z-Zehra erkânlarına mahsustur.]

İhtiyar kadınlara ehemmiyetli bir müjde
ve bekâr ve mücerret kalmak isteyen genç kızlara bir ihtar.
Hadîs-i şerifte – -gösteriyor ki âhir zamanda kuvvetli iman, ihtiyar kadınlarda bulunur ki, “Dindar ihtiyar kadınların dinine tâbi olunuz” diye hadis-i şerif ferman etmiş. Hem Risale-i Nur’un dört esasından bir esası şefkattir. Ve kadınlar şefkat kahramanı bulunmasından, hattâ en korkağı da kahramancasına ruhunu yavrusuna feda eder. Ve bu zamanda o kıymettar valideler ve hemşireler, büyük bir hâdise ile karşılaşıyorlar. Mahremce ve ifşâsı münasip olmayan bir hakikat-i fıtriyesini, Nur şakirtlerinden mücerred kalmak isteyen veya mecbur kalan kızlar kısmına beyan etmek lâzım gelir diye ruhuma ihtar edildi. Ben de derim ki:
Kızlarım, hemşirelerim,
Bu zaman, eski zamana benzemiyor. Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye, yarım asra yakın hayat-ı içtimaiyemize yerleştiği için, bir erkek bir kadını ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı dünyeviyeye medar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâzım gelirken; o biçare zaifeyi daim tahakküm altında, yalnız dünyevi, muvakkat gençliğinde sever. Ona verdiği rahatırı bazı on misli onu zahmetlere sokar. Eğer şer’an “küfüv” tâbir edilen birbirine denk olmazsa, hukuk-u şer’iye nazara alınmadığından, hayatı daima azap içinde geçer. Kıskançlık da müdahale ederse daha berbat olur.
İşte bu izdivaca sevk eden üç sebep var:
Birisi: Tenasülün devamı için, hikmet-i İlâhiyece o fıtrî hizmete bir ücret olarak bir fıtrî meyil ve şevk vermiş. Halbuki o zevk, on dakikada bir lezzet verse de, eğer meşru ise, erkek bir saat meşakkat çekebilir. Fakat kadın, on dakikalık o zevk için on ay çocuğu kendi vücudunda zahmetini çekmekle on sene çocuğun hayatına yardımla meşakkat çeker. Demek, o on dakikalık fıtrî meyil, bu uzun meşakkatlere sevk ettiği için, ehemmiyeti kalmaz. His ve nefis, onunla onu izdivaca tahrik etmemeli.
İkincisi: Fıtraten kadın, zaafı için maişet noktasında bir yardımcıya muhtaçtır. O ihtiyaç için şimdiki terbiye-i İslâmiyeden ders almayan, serseriliğe, tahakküme alışanlardan o küçük bir iaşesi hatırı için tahakkümler altına girip riyakârâne kocasının rızasını tahsil etmek yolunda hayat-ı dünyeviye ve uhreviyesinin medarı olan ubudiyetini ve ahlâkını bozmak bedeline, köy kadınları gibi kendi nafakasını kendi çalışmasıyla kazanmak, on defa daha kolaydır. Rezzak-ı Hakikî çocukların rızkını sütle verdiği gibi, onların da rızkını o Hâlık-ı Rahîm veriyor. O rızık hatırı için namazsız ve ahlâkını kaybetmiş bir zevci aramak, riyakârâne çalışıp tahakkümü altına girmek, elbette Nur talebesinin kârı değil.
Üçüncüsü: Kadınlığın fıtratında çocuk okşamak ve sevmek meyelânı var. Ve bir evlâdının dünyada ona hizmeti ve âhirette de şefaati ve validesi öldükten sonra ona hasenatıyla yardımı, o meyl-i fıtrîyi kuvvetlendirip evlendirmeye sevk etmiş. Halbuki şimdi terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye ile on taneden bir iki hakikî evlât, kendi validesinin şefkatine mukabil fedakârâne hizmet ve dindârâne dualarıyla ve hasenatlarıyla validesinin defter-i a’mâline haseneler yazdırmak ve âhirette salih ise validesinin şefaat etmek ihtimaline mukabil, ondan sekizi o hâleti göstermediğinden, bu fıtrî meyil ve nefsânî şevkle o biçare zaifeler böyle ağır bir hayata kat’î mecbur olmadan girmemek gerektir. İşte bu işaret ettiğimiz hakikate binaen, bekâr kalmak isteyen Nur şakirtlerinden olan kızlara derim ki:
Tam muvafık ve dindar ve ahlâklı bir zevc bulmadan, kendilerini açık saçıklıkla satmasınlar. Eğer bulunmadı; Nurun bir kısım fedakâr şakirtleri gibi mücerret kalıp tâ ona lâyık ve ebedî bir arkadaş olacak ve terbiye-i İslâmiyeyi almış vicdanlı bir müşteri ona çıksın. Ve saadet-i ebediyesi, muvakkat bir keyf-i dünyevî için bozulmasın. Ve medeniyetin seyyiatı içinde boğulmasın.Said Nursî
• • •
Haşiye Hemşireler ve genç kızlar Tesettür Risalesini okumalıdırlar.”
MEHMET ÖZÇELİK
25-09-2014

Loading

No ResponsesOcak 2nd, 2015