TASAVVUFTA HAKİKAT
TASAVVUFTA HAKİKAT
Tasavvuf saflıktır. Saflığa varmak ve ulaşmaktır.
Dosta kavuşmaktır.
Aşk yanmaktır. Dost yolunda ölmek, Ona kavuşmamaktır.
Şems şöyle der:”Şeytanda bir şey hariç bütün insani özellikler mevcuttur. Şeytan aşkı bilmez. Aşk şeytana verilmemiştir. Aşk Âdemoğullarına verilmiştir. Şeytanın insanı kıskandığı, çekemediği aşksızlığındandır…”
Şeytan Allahı bildi ancak göremedi.
Marifetine varamadı. Ona aşık olamadı.
“Aşk bakışta kıvılcımlanır, görmek değil, bakıştır sırrı çözen.
Hz. Yusuf’u gören kadınlar onu bir an görünce sadece parmaklarını kestiler. Ya bir de
bakıştan Yusuf aşkı gönüllerine girseydi tepeden tırnağa kendilerini doğramazlar mıydı?”
Bu kirli ve kirlenilen dünyada tasavvuf, temizlenmek, temiz kalmaya çalışmaktır.
Dosta temiz olarak varmaktır.
İçindeki ateşi yakmak, koru söndürmemektir.
Gülün hatırına dikenlere katlanmaktır.
Dosta giden yolda şeytanın dikenlerinden uzak olmaktır.
Nefsin şeytanı ayartmasına kanmamaktır.
Dosta varmayı geciktirmemek ve de dostsuz kalmamaktır.
Muhabbetle olmak, muhabbeti bulmak, muhabbetle kalmak, muhabbete varmak…
Muhammedi anmak…
-Muhammed’den muhabbet oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl
“Önce sevgiyi anlayalım.
Her şeyin başı sevgidir diyenlerin kıblesinde neden sevgi yok?
Gel sevgiden yola koyulalım. Yolun sonunda ne var görelim Mevlâna’m”
Dostu bulamayanlar, dost yolunda oyuncaklarla oynayanlardır.
Oyunda oynaşta olanlar, dosta varamazlar.
Eşyadan yapılan tecerrüd, soyutlanma, terk; dost yolculuğundaki prangalardan ve ağırlıklardan kurtulmadır.
Mecdelli Meryem İsa’ya âşıktır, ondan evlilik teklifi beklemektedir. İsa durumu anlar ve der ki “Evlilik vücut işidir, boşuna bekleme bende vücut yok”
O’nunla ma-siva bir arada olmaz ve bulunmaz.
O varsa sivası yok, Ma-siva varsa O yok…
O yüklerle hedefe nasıl varılır?
O yüklerin altında ezilmeden?
Büzülmeden?
Süzülmeden?
Dökülmeden?
Bitmeden ve tükenmeden?
-Yükler, günahlar, şehvet ve gadablar o uzun yolculukta sarhoş edici, yoldan alıkoyucu, geciktirici sebeplerdir.
Ayak bağlarıdır.
Dostun yolunu kaybetmektir.
Kimin yolunda olduğunu bilmemektir.
”Elbisenin necasetinden dahi Kuddüs isminin zikri duyulur. Elbise kirlendiği zaman ise; Kuddüs isminin zikri kesilir, o elbise diğer isimleri zikre devam eder.Onun için hemen yıkanması sünnettir. Ta ki kuddüs ismini zikre devam etsin.”
Kir ve kirlilik Kudüs ismine engel.
Küfür ise en büyük kirlilik olup oda kuddüs ismine engel olmaktadır.
Güzel fikirler nur gibidir, çabuk alınmazsa, uçar gider.
“Dünyada garip bir yolcu gibi ol!”
“İmam Ahmed bin Hanbel’e; “Birinin sarhoş olduğu nasıl bilinir?” denildiğinde o; “Kendi elbisesini başkasının elbisesinden ve ayakkabısını başkasının ayakkabısından ayırt edemiyorsa…” dedi.
İmam Şafi’den -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şu (söz) rivayet edilir:
“Düzgün sözü karışıyor ve gizli sırrını ifşa ediyorsa sarhoş demektir.”
Davud el-Isfahani şöyle demiştir: “Eğer üzüntüleri dağılmışsa ve gizli sırlarını ifşa
ediyorsa, sarhoştur.”
“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir hâlde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir!” (Hacc, 1-2)
Hamdım- Piştim- Yandım.
“Madem hamı pişiremiyorsunuz. Bari pişmişi ham etmeyin…”
Sevap işleyemiyorsan da, bari günah işleme.
Sultan Veled hazretleri buyurur:
İnsan bedeni Hakk’ın dükkakınıdır, içinde Rabbin’ın sıfatları vardır. Az olsa bile bu sıfatlar aydınlatıcıdır, bu azdan çoğa doğru seyret!
“İnsanın mahiyet-i câmiasında nakışları zahir olan yetmişten ziyade esma vardır. Meselâ: Yaradılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerim, Latif isimlerini ve hâkeza… Bütün a’za ve âlâtı ile, cihazat ve cevarihi ile, letaif ve maneviyatı ile, havas ve hissiyatı ile ayrı ayrı esmanın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmada bir ism-i a’zam var, öyle de o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı a’zam var ki, o da insandır.”(bk. Bediüzzaman, Sözler, s.686)
- Mevlana bu alemi “hum” (küp) ve “hane”ye benzetip, insan-ı kamili vücudunu şehir ve nehre temsil eder ve şöyle der:
Sen de Ademoğluysan onun gibi ol, bütün zürriyetleri kendinde gör!
Testide ne var ki nehirde olmasın; evde ne vardır ki şehirde olmasın!
Bu alem bir testidir, gönül de ırmak suyuna benzer. Bu alem odadır, gönülse görülmedik ve şaşılacak şeylerle dolu bir şehir!
Hakk’ın tevhidi, Zat’ın kendi kendini tevhididir ki gerçek tevhiddir.
“Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etmiştir.” (Al-i Imran 3718) fehvasınca O, kendi kendini tevhid edicidir.
-Başka yok, bu, bu kadardır deme. Daha arayıp isteyesin diye ihsan etmiştir.
Bağcı, bostanının fidanlarını, mahsulünü bilesin diye sana birkaç elma verir.
Buğdaycı, alıcıya bir avuç buğday verir ama anbarındakini anlasın diye verir.
Bilgisini, bilgisinin çoklıığunu anlayasın diye hoca, sana birkaç ince mesele anlatır.
-Hakikat deryadır, söz seraptır. Kimse serap ile doymaz. Söze aldanma, çünkü Allah’ın
tevhidi tek görmektir, tek olduğunu söylemek değil.
-Ya güzelliği perdede cilve eden, yüz aşık ve maşuku ortaya çıkaran, senin kokun ile Leyla Mecnun’un gönlünü çaldı. Senin şevkin ile Vamık Azra’nın hasretini çekti.
-“Bütün güzelliklerin güzelliği O’nun cemalinden ödünç alınmıştır”
-“O’nu tenzih edersen kayıtlamış olursun, teşbih edersen sınırlamış olursun. Eğer her ikisini birleştirirsen, yine tenzih ve teşbih arasını cem’ edersen doğru yolu bulur, ilahi bilgilerde imam ve seyyidlerden olursun.“
–Kahr- u lutfun muzhiri ma’nada variddir veli,
Bilmedi şeytan bu tevhidi Ahad’de oldu dur.
-“Tesbih ederim onu ki cemi için nurundan başka hicab, zatı için zuhurundan başka
nikab yoktur. “
-Eğer insan, suretle insan olsaydı Ahmed’le Ebu Cehil müsavi olurdu.
-Hak uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Hak uğruna can verirsen sana da can
bahşederler.
-Besmelenin ilk harf “B”dir, diğer harflerde o yükseklik nerede? Yüksekliği terk etti, aşağıyı (tevazuu) seçti. (B’nin noktası alttadır). Bu yüce mevkiye o tevazudan ulaştı. Tevazu ile kendisini öyle aşağıda tuttu ki, Hak onun elini tutup bu yüksekliğe çıkardı. Yücelik istiyorsan, aşağıda ol, bu sana yeter; kendi payını koru ki nasibdar olasın.
-Şiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; ruhu, doğruluktan ayırır.
-Aşk o alevdir ki, parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.
“La” kılıcı, Allah’dan başka ne varsa hepsini keser, silip süpürür. Bir bak hele La’dan
sonra ne kalır?
“İllallah kalır, hepsi gider. Neşeden, sevince ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk!
-Öl dersen, baş üstüne der ölürüm; ölüm meleğine hoş geldin safalar getirdin, der.)
-Dostu dosta ulaştıran şey ölümdür, ölüm ile mutlu olmayan kimdir?
-Senin gam (aşk) kılıcınla öldürülsem zararı yok, senin yolunda öldürülenler ebedi yaşamaktadır.
-Herkesin senden bir isteği vardır. Bizim dileğimiz ise dünya ve ahirette senin rızandır.
-Gonca olursun, küçük çocuklar seni kopanr; dane olursun küçük kuşlar seni toplarlar.
-Ben varlığı yoklııkta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim.
-Allah’ın gayreti buğdaya benzer, harmandaki saman da insanların kıskançlığıdır.
Kıskançlıkların aslını Hak’tan bilin. Halkın kıskançlıkları, şüphe yok ki Allah kıskançlı
ğının fer’idir.
-Ey oğul! Bağları çöz, tez ol. Ne zamana kadar gümüşün ve altının esiri olacaksın?
-Ebediyyen bütün insanların meyli, bilseler de bilmeseler de sana doğrudur.
-İnsan gözden ibarettir. Geri kalanı deridir. Göz de, dostu gören göze derler.
-Bir zamanlar aklımın ucu bahçelere gidiyordu, senin yüzünü görünce onlar aklımdan
çıktı.
-Eğer gönüldeki bir zerreyi yararsan, ondan yüz saf deniz çıkar.
Doğru bakarsan, toprağın her cüz’ünde binlerce adem görülmektedir.
Her danenin içinde yüz harman vardır, bir dane içinde bir cihan vardır.
Eğer bir zereyi yerinden alırsan, bütün alem tümüyle bozulur.
-Perdeler kalktığı vakit sırlar ortaya çıkar, sonra nurlar görünür ve ancak Vahid-i
Kahhar olan Allah kalır”
-Her şey insanoğluna feda iken, insanoğlu ise kendine cefa olmuştur.
-“Nefsi olgunlaştırma şeytanı tökezletmedir. Toprağa tohum ekildiğinde yabancı her
şeyden arıtıldığı gibi nefis de ilâhi ümitlerle arınır ve Allah’ın lütuf ve inayetine bırakır
kendini.”
-Gençliğimde aradığımı yaşlılığımda buldum, neylersin.
Ya ben erken geldim ya sen geç kaldın vuslata, neylersin… kader!
Bütün ömür boyu yapılan seyahatte hep çekilen çileler dosta kavuşmak arzusuyladır.
Ona kavuşmak düşüncesiyle bunca sıkıntılara katlanılır.
Kısmetindir gezdiren yer yer seni,
Arşa çıksan âkıbet: yer, yer seni.
Ânın içün, ânın adı yer oldu,
Önce besler, sonra kendi yer seni…Kemalpaşazade
***************
Osmanlı tasavvuf devletidir.
Kalbi esas almıştır.
Allah-ı hizmetinin merkezine koymuştur.
Cami merkezdir.. Herşey cami mekezlidir. Şimdiki gibi avm merkezli değil.
Rahatlamak için insanlar camiye gider, Şimdi ise Avm- ye gitmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşunda ilk yapılan işlerden birisi; tasavvufun merkezleri olan tekke ve zaviyelerin kapatılması olmuştur.
En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.”A’raf.180.
-“İsmail Hakkı Bursevî Hz.lerinin Tuhfe-i Recebiyye isimli eserinden bahsedelim… Büyük Velî İsmail Hakkı Bursevî 1717 yılında gidip üç yıl kaldığı Şam’da, kendisine yakın alâka gösteren ve ilmine rağbet eden Şam Valisi Recep Paşa’ya izafeten yazdığı Tuhfe-i Recebiyye isimli eserinde Cenab-ı Hakk’ın esmâsı (isimleri) üzerinden şehirleri tavsif ederken şunları söyler: “Süleyman’ın haremi olan Mescid-i Aksa “Kuddûs” ve “Subbûh” isimlerine mazhardır. Çünkü kudsi nefisler mukaddes topraklarda ve özellikle Kudüs-i Şerif’te sakin olmalarıyla, zahir ve bâtın takdis ve tenzih olunmuştur. “Dımeşk-i Şam” on iki esmaya mazhardır. Çünkü, Süreyya yıldızının doğduğu yerdir ki var oluşun yeridir (mahall-i kevn). Onun için her yönden kesretin kaynağıdır…” Zikrolunan mazhar olma itibariyle üç mukaddes yerden sonra beldelerin önde geleni Şam’dır. Ancak mazhar olmada hakikatte kastedilen sır Hatmü’l Evliya’dır ki kararmış olan mukaddes ruhuna Şam sünbül bahçesi ve bedenine mezar olmuştur…” “Bağdat” Zâhir ismine mahsustur, çünkü doğu beldelerinin en büyüğüdür. Ve harika hadiselere sahip ricalin zuhuru orada en mükemmeldir. “ “Mısır” Bâtın isminin mazharıdır, çünkü batıdadır. Batma, güneşin zuhurundan sonra batmasıdır…. “Konya” Kâdir ismine mazhardır. Zira, İsrailoğulları çölde iken bıldırcın ve kudret helvası kudret âleminden nüzul ederdi. Bıldırcın minnet âleminden olan feyizdir ki zevki ilimdir. Kudret helvası ise kalbi teselli eden ilahî nüzuldür. Konya şehrinde sâkin olan Hatmü’l-Evliya’nın oğlu Şeyh Sadreddin hazretlerine bahşedilen ilmî ve zevkî kudret, zatî ve sıfatî tecelliler, ilâhî nüzuller Hatmü’l-Evliya’dan sonra hiçbir veliye takdir olmamıştır…” “Kıbrıs” adası Muhît ismine mazhardır. Çünkü, her tarafını Şam denizi olan Hatmü’l-Evliya’nın feyzi kuşatmıştır. Zira, Magosa Kalesi’nde muhakkiklerden olan müminlerin emiri Şeyh Seyyid Fazlı İlahî medfundur ki Şeyh Sadreddin’den sonra benzeri yoktur. ….” “Bursa” şehri “Malike’l-Mülk zü’l-Celâl ve’l-İkram” isimlerine mazhardır. Zira, Osmanlı meliklerinin atası olan Osman Gazi ve evladından mülk tahtında oturan beş adet şöhret sahibi padişah da orada vefat etmişlerdir. Zahiri celalin dışında ilahi ikram vaki olup nice evliyanın kâmilleri orada vücut bulmuş ve irşad seccadesine oturmuştur. Ezcümle Şeyh Muhammed Üftade’dir ki Üsküdar’da istirahat eden Şeyh Mahmud Hüdayî onun halifesidir. İkisi de âlemde şöhret bulmuş ve âdemoğlu içerisinde hakikate arif olmuş kimselerdir.” “Edirne” şehri Hâfız isminin mazharıdır. Çünkü, eskiden saltanat yeri olması sebebiyle İslam’ın hududunu muhafaza için sağlam bir kaledir, hatta hâlâ hudut başıdır. Zira, bin yüz otuzda ğalak sırrı vaki olup muğlak işler zuhur etti… Edirne şehrinde de bazı kudsi ve muhabbetli nefisler zuhur etmiştir….” “İstanbul” Câmi ismine mazhardır, çünkü saltanatın yeridir. Rum sultanının esması Mekke şeriflerinden ve başkalarından daha camidir… İstanbul kalbin makamıdır ki âzâlara ve hislere kuvvet kalpten sarî olduğu gibi, memleketlerin her tarafına da metanet Rum sultanından hasıl olur. ….. İstanbul da memleketlerin kalbi ve beldelerin kuvvetidir.” Bursevî hz.leri Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin şehir ve mekânlarla irtibatını kurarken, esmâ’nın şehir ve mekânlar üzerindeki tezahür ve tesirini ifade etmiştir. Bunlar, idrakleri aşan ve sarsan tavsifler… Cenab-ı Hakk’ın bütün isimlerinin varlıktaki tecellileri üzerinde duran büyük Velî’nin “Bazı şehirliler ki köylü hükmündedir. Onlar da yakın olma sahasından aşağıdadırlar” cümlesi üzerinde kitaplar yazılsa yeridir. Ammâ bu cümleyi kim okuyacak, kim anlayacak ve kim yazacak? Bursevî’nin ifadesiyle “bu feyz, sıradan iddiacının havsalasına sığmaz”. Bursevî Hz.lerinin esmâyı üzerlerine örttüğü bu şehirlerin hepsi tarih içinde taçlanmış şehirlerdir. Modern zamanların taşlaşmış şehirleri bu esmâ üzerinden okunabilir mi? Bu muazzam işe Cansever idraki gerekli! Ammâ ne yazık ki böyle bir idrak için henüz şafak sökmüş değil! Ne diyor büyük ârif Yunus Emre: “Ol imaret eylemez sen viran olmayınca!”
MEHMET ÖZÇELİK
19-08-2018