ALÇALIŞIN ADI KİBİR
ALÇALIŞIN ADI KİBİR
Sözüm kibirli insana.
Başlangıcı –Atılmış bir damla (pis) su- dan,sonu cife-leş ve gübre olan, yedikleriyle gübre üreten,içine giren en lezzetli yemeklerin en necis bir hal aldığı bu insanın bu gururu nedir? Nedendir?
O insan ki;kanallarından kirli şeyler akar.
Adeta çöp üreten bir makine ve bir fabrika.
-Bilgi ve seviyeleriyle muhatablarını alt edemeyenler,tehdit ile üstün gelmeye çalışmaktadırlar.
Kibir insanın alçalışının bir başlangıcıdır.
İnsanın yükselişi kibrin terk edilip,tevazu gömleğinin giyilmesi iledir.
O halde gurur hortumunu kırmalıdır.
*Kibirli insanlarla beraber oturup kalkanlar,Behlül-ün tarifine uyan kimselerdir.Şöyle ki;
-Bir gün Harun Reşid danışmanlığını yapan Behlül-e vezirlik teklif ederek,yalnız yaşamamasını,insanların içine karışmasını söyler.
Behlül, bir danışayım der.
Tekrar karşılaştıklarında Harun Reşid ne olduğunu sorar.
Behlül,hayır cevabını verir.
Merak eden Harun Reşid,kime danıştığını sorar.
Behlül de;tuvalettekilere,cevabını verir.
Merakı daha da artan Harun Reşid,ne dediklerini sorar.
Behlül cevabında;Bana dediler ki,Behlül aklını başına al.Bak bizler bir zamanlar en lezzetli yiyecekler,baklavalar,vs idik.
İnsanların içine girdik,böyle olduk,der.
Harun Reşide susmak düşmüştür.Dersini almıştır.
*Mevlana da;” Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”der.
-Yine bir gün Mevlana müridleriyle beraber giderken,kaba ve kabadayı birisi Mevlana-ya, üzerinde giymiş olduğu şatafatlı ve değerli elbisesiyle sorar;
-Hocam benim değerim ne eder?
-Mevlana cevaben;300 akçe ettiğini söyler.
Hiddetlenen kabadayı Mevlanaya kükreyerek;
-Hop hop hoca,sadece üzerimdeki aba 300 akçeden fazla eder.
-Oğlum,bende zaten ona değer biçtim!,der.
-1970-lerde laboratuvarda insanda mevcut olan kimyevi maddelerin birim fiyatı hesap edilir.
Çıkan sonuç;500 liradır.
Şimdiki fiyat itibarıyla ise varın siz hesaplayın;
-İnsanın vücudunda;bir ramazan topunun atımına yetecek kadar barut,7 kalıp sabun yapacak kadar yağ,bir büyük çivi yapacak kadar demir,küçük bir tavuk kümesini badanalayacak kadar kireç vardır.
Hepsi bir kuzu fiyatı bile etmemektedir.
Bunları çıkartmak için harcanacakları da hesaba katmıyoruz.
-Ölmüş olan çok sevdiğiniz bir yakınınızın yanında bir gece kalır mısınız?
Yüzünüzü ekşittiniz değil mi?
*Çıplak olarak bu dünyaya gelen şu insan,bir kundağa sarılıyor.
Kundak kabuğunu kırıyor,dünya pazarında maddi manevi alış verişini yapıyor.
Sonuçta tekrar üstüne aldığı tüm giysilerden soyunarak,büyük bir kundak olan kefene sarılıyor.
Bir şey getirmediği gibi,bir şeyde götüremiyor.
*Anne karnına sığan,kucakta kaybolan şu insan;dünyaya değil,kâinata sığmaz hale geliyor.
Duygular açıldıkça,o da açılıyor.
Neredeyse cennet bile ona dar geliyor.
O’nu,rü’yetullahı istiyor.
*Şeytanı ulvi makamından en aşağı derekeye sukut ettiren kibirdir.
*”Büyük görünme, küçülürsün.
Ey enesi çifteli, kafası da kibirli! Şu mîzanı bilmeli: Her adam için elbet cemiyet-i beşerde, içtimâî binada,
Görmek görünmek için, şu mertebe denilen bir penceresi var. Ger pencere kâmet-i kıymetinden yüksekse, tekebbürle tetâvül edecek,
Uzanacak. Ger pencere, kâmet-i himmetinden alçaksa, tevâzuyla tekavvüs edecek, eğilecek.
Kâmillerde, büyüklük mikyâsıdır küçüklük; nâkıslarda, küçüklük mîzanıdır büyüklük. “
-“Zaaf, gururun madenidir. sığar-ı nefs, tekebbürün menbaıdır.”
-“ İslâmiyet, tevhid-i hakikî dinidir ki; vasıtaları, esbabları ıskat ediyor. Enaniyeti kırıyor, ubûdiyet-i halise te’sis ediyor. Nefsin rubûbiyetinden tut, ta her nevi rubûbiyet-i batılayı kat’ediyor, reddediyor. Bu sır içindir ki; havasdan bir büyük insan tam dindar olsa, enaniyeti terk etmeye mecbur olur. Enaniyeti terk etmeyen, salabet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder.
Şimdiki Hıristiyanlık dini ise; “Velediyet Akîdesi”ni kabûl ettiği için, vesait ve esbaba te’sir-i hakikî verir. Din namına enaniyeti kırmaz; belki Hazret-i İsa Aleyhisselamın bir mukad-des vekili diye, o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hıristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hatta Amerika’nın esbak Reis-i Cumhuru Wilson ve İngilizlerin esbak Reis-i Vükelası Lloyd George gibi çoklar var ki, mutaasıb birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise, öyle makamlara girenler, nadiren tam dindar ve salabetli kalırlar. Çünkü, gururu ve enaniyeti bırakamıyorlar. Takva-yı hakîki ise, gurur ve enaniyetle içtima edemiyor.”
– “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.”
-“ Üçüncü hastalık: “Gurur”dur.
Evet, gururla, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izâmın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama mâruz kalarak, bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki, eslâf-ı izâmın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar. “
-“ Arkadaş! İnsanın vücudu, bedeni, emvâl-i mîriyeden bir neferin elinde bulunan bir hayvan gibidir. O nefer, o hayvanı beslemeye ve hizmetine mükellef olduğu gibi, insan da o vücudu beslemeye mükelleftir.
Aziz kardeşlerim! Burada bana bu sözü söylettiren, nefsimle olan bir münakaşamdır. Şöyle ki:
Mehâsiniyle mağrur olan nefsime dedim ki:
“Sen birşeye mâlik değilsin, nedir bu gururun?”
Dedi ki: “Madem mâlik değilim, ben de hizmetini görmem.”
Dedim ki: “Yâhu, bu sineğe bak. Gayet küçücük zarif elleriyle kanatlarını, gözlerini siler süpürür. Her işini görür. Sen de lâakal onun kadar vücuduna hizmet etmelisin” diye ikna ettim.
Takdis ederiz o Zâtı ki, bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstad yapar. Ben de onunla nefsimi ikna ve ilzam ederim. “
-“ Nedir bu gurur ve nedir bu gaflet? Nedir bu haşmet, nedir bu istiğna, nedir bu azamet? Elindeki ihtiyar bir kıl kadardır ve iktidarın bir zerre kadardır. Ve hayatın söndü, ancak bir şûle kaldı. Ömrün geçti, şuurun söndü, bir lem’a kaldı. Şöhretin gitti, ancak bir an kaldı.
Zamanın geçti; kabirden başka mekânın var mı? Bîçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? Emellerin nihâyetsizdir, ecelin yakındır. Evet, böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hali bir insanın ne olacak hali? Hazâin-i rahmet sahibi Hâlık-ı Rahmânü’r-Rahîme, böyle bir aczle itimad etmek lâzımdır. Odur herkese nokta-i istinad. Odur her zaife cihet-i istimdat. “
MEHMET ÖZÇELİK
07-01-2015