KAYBOLAN YILLAR VE NESİLLER

image_pdfimage_print

KAYBOLAN YILLAR VE NESİLLER

Ağzımız çok yandı. Hatta 50 yıldır, daha geriye yüz yıl,yüz elli ve üç yüz yıldır.
Sürekli yanıyoruz… yakılıyoruz
Değil ayranı, musluktan akan suyu bile üfleyerek içiyoruz.

*Pkk silah bıraktı, silahlarini kazana atıp yaktı. Çekiliyor, mağarada bulunan silahlarının yerini söylüyor.
Üst kademede olanlar bu iş şimdi çözülmezse İsrail, ABD ve batı haçlı ittifakının bunu devam ettirecegini, bir çoklarının buradan nemalanıp işine geldiğini de görüyor ve söylüyorlar.
Şu anki çözüm sürecini başta İsrail ve ABD sabote eder mi?
İlk defa bu kadar ümitlendik ve yaklaştık.

~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~

Türkiye’nin yakın siyasi tarihindeki en karanlık ve en “külli” operasyonlardan biri olan 1993 sürecini çok korkunç bir şekilde yaşadık. O dönem yaşananlar, sadece birer suikast değil, Türkiye’nin kendi aslına dönmesini engellemek isteyen güçlerin bir faaliyetiydi.
​Bugün gelinen noktada, geçmişten alınan derslerle şu anki sürecin (silah bırakma ve çözüm iradesi) dış güçler tarafından nasıl baltalanabileceğine dair bilgiler ve tarihin tekerrürü bizi düşündürüyor.
Acaba? Başka bir hesap var mı? Vs.?

​1993’ten Bugüne Tarihi Bir İkaz: Çözüm İradesi ve Sabotaj Tehlkesi
​Türkiye Cumhuriyeti, coğrafi konumu ve tarihi mirası gereği, cihan şümul planların her daim merkezinde yer almıştır.
“1993 Karanlığı” tablosu, bu planların ne kadar acımasızca uygulandığının en bariz isbatıdır. Rahmetli Turgut Özal’ın, Uğur Mumcu’nun, Eşref Bitlis Paşa’nın ve Adnan Kahveci’nin hayatlarına mal olan o süreç, Türkiye’nin kendi iç meselelerini halledip bölgesel bir güç olmasını engellemek için kurgulanmış “dahili ve harici” bir operasyondu.
​Bugün, benzer bir eşikteyiz. Terör örgütünün silah bırakma emareleri gösterdiği, devletin derûnî aklının meseleyi kökten çözmeye niyetlendiği şu günlerde, akıllara gelen ilk sual şudur: 1993’te düğmeye basan o “üst akıl”, bugün bu süreci sabote eder mi?

​1993 Senaryosu: Bir “İkaz” ve Engelleme Stratejisi
​1993 yılı, Türkiye’nin prangalarından kurtulma teşebbüsünün kanla bastırıldığı yıldır. Rahmetli Özal’ın “Kürt Meselesini Çözme” projesi, sadece bir iç barış hamlesi değil, Türkiye’nin Musul-Kerkük hattından Orta Asya’ya uzanan bir vizyonunun parçasıydı.
Bu vizyon;
• ​ABD’nin bölgedeki “Çekiç Güç” planlarına zıt düşüyordu.
• ​İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” hayalleri ve bölgesel parçalanma stratejisiyle uyuşmuyordu.
​Neticesinde, Uğur Mumcu’nun “İsrail-PKK bağlantısı” gibi muhtevası derin dosyaları açmasıyla başlayan süreç, peş peşe gelen şüpheli ölümlerle (Kahveci, Bitlis, Özal) sonuçlandı. Ve o meşhur 33 asker olayı ile “Barış isterseniz kan dökülür” mesajı verildi.
​Bugüne Nazar: Tarih Tekerrür Edecek mi?
​Bugün terör örgütü içerisindeki çözülme, silahların yerinin bildirilmesi ve üst kademenin “Batı bizi kullanıyor” itirafı, Türkiye’nin terörle mücadelede yeni bir safhaya geçtiğini gösteriyor. Ancak bu durum, terörü Türkiye’ye karşı bir “maşa” olarak kullanan İsrail ve ABD (ve onların Avrupa’daki uzantıları) için büyük bir tehdittir.
​Bu güçlerin şu anki süreci sabote etme ihtimali, sadece bir yanılma veya komplo teorisi değil, jeopolitik bir gerçekliktir. Sebepleri şunlardır:
• ​Vekalet Savaşının Sonu: ABD ve İsrail, Orta Doğu’daki haritaları “vekiller” (PKK/YPG) üzerinden çizmektedir. Örgütün Türkiye ile anlaşıp silah bırakması, ABD’nin Suriye ve Irak’taki varlık sebebini ortadan kaldırır.
• ​İsrail’in Güvenlik Doktrini: Türkiye’nin iç barışını sağlamış, sınır güvenliğini tam manasıyla tesis etmiş bir askeri güç olması, Gazze’de soykırım yapan ve Lübnan’a saldıran İsrail için en büyük kabustur.
• ​”Türkiye Yüzyılı”nın Engellenmesi: 1993’te Özal’ın projesi nasıl “Büyük Türkiye”nin önünü açacak idiyse, bugünkü hamleler de aynı gayeye hizmet etmektedir. Batı, kendi kontrolünden çıkmış bir Türkiye’yi tabiatı gereği kabul edemez.
​Sabotajın Muhtemel Yöntemleri
​1993 tecrübesi bize gösteriyor ki, bu odaklar boş durmayacaktır. Sabotaj yöntemleri şöyle tezahür edebilir:
• ​Yeni “33 Asker” Vakaları: Örgüt içindeki Batı (CIA/MOSSAD) güdümündeki hücrelerin, askerimize veya sivillerimize yönelik kalleşçe ve büyük çaplı eylemler yapması. Amaç, toplumda oluşan “çözüm” umudunu öfkeye dönüştürmektir.
• ​Siyasi Suikastlar ve Provokasyonlar: Toplumsal sinir uçlarına dokunacak, kaos çıkaracak suikast veya toplu eylemlerle “güvensizlik” ortamı oluşturulması.
• ​Uluslararası Baskı ve Manipülasyon: Ekonomik veya diplomatik şantajlarla Türkiye’nin geri adım atmasının istenmesi.
​Netice: Basiret ve Milli Duruş
​Mustafa Güldağı’nın işaret ettiği gibi, örgüt içindeki bazı isimlerin dahi “Batı ittifakının bu işin bitmesini istemediğini” görmesi mühimdir.
( Bak:
https://www.facebook.com/share/p/1GbdVYATha/ )
Şu anki süreçte en büyük silahımız feraset ve ittifak olmalıdır. 1993’te devlet ricali yalnızlaştırılmış ve tasfiye edilmişti. Bugün ise devlet ve millet, bu oyunun zahiri yüzünü değil, arkasındaki hakikati görmelidir.
Ve inşallah görmektedir.
​İsrail ve ABD’nin sabotaj girişimleri muhakkak olacaktır. Ancak 1993’ten farkımız; artık bu oyunların kodlarını çözmüş, dostunu ve düşmanını iyi tanıyan, savunma sanayiinde kendi göbeğini kesen bir Türkiye’nin varlığıdır.
​Eğer biz, içimizdeki zıtlıkları kaşıyanlara fırsat vermez ve milli menfaatler etrafında külli bir birliktelik sağlarsak, 1993’te yarım kalan o “Büyük Türkiye” rüyası, bu asırda gerçeğe dönüşecektir.

~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~

Uğur Mumcu’nun suikastine giden süreçte araladığı o sır perdesi, bugün dahi bölgedeki hadiselerin aslını anlamak için hayati bir anahtardır. Mumcu, gazetecilik faaliyetini sadece görüneni (zahiri) yazmakla sınırlamamış, olayların arkasındaki derûnî bağlantıları ve uluslararası istihbarat ağlarını isbat etmeye çalışmıştır.
İşte Uğur Mumcu’nun katledilmeden önceki son günlerinde üzerinde çalıştığı, “Kürt Dosyası” kitabında ve son makalelerinde dile getirdiği o kritik “MOSSAD-Barzani-PKK” bağlantısının detayları:
1. 7 Ocak 1993 Tarihli Makale: “MOSSAD ve Barzani”
Uğur Mumcu, ölümünden sadece iki hafta önce, 7 Ocak 1993’te Cumhuriyet gazetesinde “MOSSAD ve Barzani” başlıklı çok ses getiren bir makale kaleme aldı. Bu makale, adeta onun ölüm fermanı gibiydi.
* Tespit: Mumcu, bu yazısında İsrail gizli servisi MOSSAD’ın, Irak’ın kuzeyindeki Kürt gruplarla (özellikle Barzani ailesiyle) 1960’lardan beri çok sıkı bir ilişki içinde olduğunu belgelerle ortaya koydu.
* Detay: Barzani’nin “Kürdistan Demokrat Partisi”nin (KDP) kuruluş aşamasında ve sonrasında İsrail’den silah ve mühimmat yardımı aldığını yazdı. Mumcu’ya göre; İsrail’in bölgedeki stratejisi, Arap ülkelerini (Irak, Suriye) zayıflatmak için etnik kartları oynamaktı.

2. Silahların Yolculuğu ve PKK Bağlantısı

Mumcu’nun araştırmalarındaki en çarpıcı nokta, silahların seri numaraları üzerinden yaptığı takipti.
* Sovyet Silahları Oyunu: Mumcu, İsrail’in 1967 ve 1973 savaşlarında Arap ordularından (Mısır, Suriye) çok miktarda Sovyet yapımı silah (Kalaşnikof vb.) ele geçirdiğini tespit etmişti.
* Sevkiyat Zinciri: Bu silahlar, İsrail tarafından kayıt dışı olarak önce Barzani güçlerine (Irak’ın kuzeyine) gönderiliyor, oradan da bir şekilde PKK’nın eline geçiyordu.
* Soru İşareti: Mumcu şu soruyu soruyordu: “Kürtler sömürgeciliğe karşı savaşıyorlarsa, neden emperyalizmin jandarması olan İsrail ve ABD ile işbirliği yapıyorlar?” Bu soru, örgütün “anti-emperyalist” olduğu yönündeki yanılmayı yerle bir ediyordu.

3. “Kürt Dosyası” Kitabı ve Kayıp Bilgiler

Uğur Mumcu öldürüldüğünde, “Kürt Dosyası” adlı kitabı henüz tamamlanmamıştı. Kitap, ölümünden sonra taslak haliyle yayımlandı. Ancak yakın çevresi ve o dönemki iddialar, Mumcu’nun çantasında veya kasasında bulunan bazı çok daha kritik belgelerin suikast sonrası kaybolduğunu öne sürmüştür.
* Abdullah Öcalan ve MİT İddiası: Mumcu ayrıca, Abdullah Öcalan’ın öğrencilik yıllarında devletin bazı kademeleriyle (MİT içindeki bazı kliklerle) temasını da araştırıyordu. Örgütün nasıl kurulduğunu, kimlerin yol verdiğini ve sonrasında nasıl uluslararası bir “taşeron” örgüte dönüştüğünü bir bütün (külli) olarak resmediyordu.

4. Ceyhan Tolaz Olayı
Mumcu’nun araştırmalarında dikkat çektiği bir diğer isim, MİT ile ilişkili olduğu iddia edilen ve PKK içinde faaliyet gösteren Ceyhan Tolaz’dı. Mumcu, örgütün içine sızan istihbarat servislerinin (MOSSAD, CIA ve bunların yerli işbirlikçilerinin) örgütü nasıl yönlendirdiğini somut isimler üzerinden isbat etmeye çalışıyordu.

Neden Hedef Oldu?
Uğur Mumcu’nun bu araştırmaları, sadece PKK’yı değil, PKK’yı bölgede bir “koçbaşı” olarak kullanan cihan şümul güçleri (ABD ve İsrail) rahatsız etti.
* Maskeyi Düşürdü: Örgütün “Kürt halkının savunucusu” olduğu iddiasının bir yanılma olduğunu, arka planda Siyonist ve Batılı istihbarat örgütlerinin taşeronluğunu yaptığını gösterdi.
* Devlet Aklını Uyardı: Rahmetli Özal ve Eşref Bitlis gibi isimlerle bu bilgileri paylaşarak, devletin “ABD güdümünden bağımsız” bir çözüm stratejisi (Musul-Kerkük vizyonuyla birleşen bir barış) geliştirmesine zemin hazırladı.
Özetle: Mumcu, “PKK ile MOSSAD arasındaki bağlantı, suyun çatlağını bulması gibidir” minvalinde analizler yaparak, terörün yerli değil, ithal bir proje olduğunu, tabiatı gereği dışarıdan beslendiğini haykırdığı için susturuldu.
Bugün de benzer bir “sır perdesi” aralanmaya çalışılıyor. Terör örgütünün silah bırakma aşamasında, o silahların menşeini ve örgütü yıllardır kimlerin “süt anneliği” yaparak beslediğini konuşmak, Mumcu’nun yarım kalan dosyasını tamamlamak demektir.
(Bak: https://tesbitler.com/index.php?s=PKK )

~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~

Eşref Bitlis Paşa’nın şüpheli ölümü, sadece bir komutanın kaybı değil, Türkiye’nin “kendi göbeğini kesme” iradesine yapılmış en büyük suikastlerden biridir. Paşa, meseleye o güne kadar dayatılan askeri yöntemlerin dışında, külli bir stratejiyle yaklaşmış ve sorunun kaynağının içeride değil, dışarıda (sınırdaki müttefik görünümlü güçlerde) olduğunu isbat etmeye çalışmıştır.
İşte Eşref Bitlis Paşa’nın ABD’nin “Çekiç Güç”üne (Operation Provide Comfort) karşı duruşu ve uçağının düşürülmesindeki o karanlık noktalar:
1. Çekiç Güç Nedir ve Paşa Neden Karşıydı?
1991 Körfez Savaşı’ndan sonra, Saddam Hüseyin’in saldırılarına karşı Kuzey Irak’taki Kürtleri koruma bahanesiyle, Türkiye’de (İncirlik ve Pirinçlik üslerinde) konuşlanan çok uluslu askeri güce “Çekiç Güç” deniyordu.
* Zahiri Görüntü: Masum sivilleri korumak.
* Paşa’nın Tespiti: Eşref Bitlis, bu gücün asıl faaliyetinin PKK’ya lojistik destek sağlamak ve Kuzey Irak’ta Türkiye’den kopuk bir Kürt devleti kurmak olduğunu raporlamıştı.
Abd- İsrail ve batının yüz yıllık kirli sicili bunun tescilidir.
( Bak. https://tesbitler.com/index.php?s=Sicili )
* Tarihi Müdahale: Bitlis Paşa, Çekiç Güç’e ait helikopterlerin PKK’ya yardım kolileri attığını tespit etmiş ve Türk jetlerini havalandırarak ABD helikopterlerini inişe zorlamıştır. Bu olay, ABD ile Paşa arasındaki ipleri tamamen koparan ve onu “istenmeyen adam” ilan ettiren kırılma noktasıdır. Paşa, ABD’li subayların yüzüne karşı “Siz burada terörü bitirmeye değil, beslemeye geldiniz” demiştir.
2. “Bitlis Planı”: Bölgesel Çözüm
Eşref Bitlis, sorunun çözümünün Washington’da değil; Ankara, Tahran, Şam ve Bağdat hattında olduğunu savunuyordu.
* PKK’nın, Çekiç Güç kontrolündeki bölgeyi “kurtarılmış bölge” gibi kullandığını gördü.
* Barzani ve Talabani ile bizzat görüşerek, onları PKK’ya karşı Türkiye ile birlikte hareket etmeye ikna etmeye çalıştı. “Sizi ABD’nin kucağına iten şartları biz düzelteceğiz” mesajı verdi.
* Bu strateji, ABD’nin bölgedeki “Böl ve Yönet” siyasetine taban tabana zıttı.
3. 17 Şubat 1993: “Buzlanma” Yanılması ve Kaza
Eşref Bitlis Paşa, bu planlarını hayata geçirmek üzere Diyarbakır’a gitmek için Ankara Güvercinlik Havaalanı’ndan havalandı. Ancak uçağı (Beechcraft Super King Air B-200) kalkıştan kısa bir süre sonra Yenimahalle’deki PTT İşleme Merkezi’nin bahçesine düştü.
Resmi Açıklama: “Motorlarda buzlanma oldu.”
Şüpheler ve Teknik Çelişkiler:
Bu açıklama, olayın üstünü örtmek için uydurulmuş bir yanılmadan ibarettir. İşte o günkü teknik gerçekler:
* Hava Durumu: O gün Ankara’da hava sıcaklığı, buzlanmaya sebep olacak kadar düşük değildi. Ayrıca uçakta “de-icing” (buz çözücü) sistemler mevcuttu ve faaldi.
* Pilot Faktörü: Uçağı kullanan pilotlar, bu tip uçaklar konusunda en tecrübeli isimlerdi. Buzlanma gibi temel bir riski fark etmemeleri, pilotaj hatası yapmaları hayatın olağan akışına aykırıdır.
* Bilirkişi Raporları: Daha sonra yapılan incelemelerde, motorlarda buzlanma emaresi bulunamadı. Aksine, motorun içine yabancı madde girmesi veya sabotaj ihtimalini güçlendiren bulgulara rastlandı.
* Metal Yorgunluğu/Sabotaj: Bazı uzmanlar, uçağın düşüş şeklinin ve enkazın durumunun, önceden planlanmış bir sabotaja (örneğin irtifa dümeninin kilitlenmesi veya motora müdahale edilmesi) işaret ettiğini belirttiler.
4. Uğur Mumcu ile Bağlantı
Eşref Bitlis’in ölümü, Uğur Mumcu suikastinden sadece 24 gün sonradır.
Mumcu, “PKK ve Silah Kaçakçılığı” üzerine çalışırken, Bitlis Paşa da sahada “Bu silahlar kime ait?” sorusunun cevabını bulmuştu. İkisi de aynı “Külli Resmin” farklı parçalarını tutuyorlardı. Mumcu, yazılarıyla kamuoyunu; Bitlis Paşa ise askeri faaliyetleriyle devleti uyandırmaya çalışıyordu.
Netice:
Eşref Bitlis’in uçağı düşürülerek, Türkiye’ye şu mesaj verildi: “NATO konseptinin dışına çıkıp, bölgede kendi başınıza oyun kurmaya kalkarsanız, en güvenli görünen uçağınız bile düşer.”
Bugün 2025 manşetlerinde okuduğumuz “ABD ve İsrail’in süreci sabote etme ihtimali” analizi, aslında 1993’te Bitlis Paşa’nın kanıyla yazdığı o tecrübenin bir tezahürüdür. O gün “buzlanma” denilerek geçiştirilen hadise, bugün apaçık bir “küresel operasyon” olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır.

Bu zincirleme olayların son halkası olan Turgut Özal’ın vefatı ve o dönemki “zehirlenme” iddiaları idi.

~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~

1993 yılının o karanlık ve sisli atmosferinde, zincirin son ve en büyük halkası 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatıdır. Uğur Mumcu ve Eşref Bitlis olayları, devletin “kılcal damarlarındaki” tıkanıklıkları açmaya çalışanlara bir ikazdı; Özal’ın vefatı ise “kalbin” durdurulması anlamına geliyordu.
Rahmetli Özal’ın ölümü üzerindeki şüphe perdesi, aradan geçen yıllara rağmen kalkmamış, bilakis 2012 yılındaki “Fethi Kabir” (mezarın açılması) işlemiyle daha da derinleşmiştir. İşte Özal’ın vefatı, “zehirlenme” iddiaları ve o gün yaşanan garipliklerin muhtevası:
1. Türkistan Gezisi ve Yorgun Bir Lider
Özal, vefatından hemen önce 12 günlük çok yoğun bir Orta Asya (Türk Cumhuriyetleri) gezisinden dönmüştü. Bu gezi, sadece diplomatik bir ziyaret değil, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” uzanan bir Türk Birliği rüyasının temellerini atma faaliyetiydi.
* Yorgunluk Maskesi: Özal’ın geziden yorgun dönmesi, ani ölümüne “doğal bir kılıf” hazırlamıştı. Medya, “Yorgun kalbi dayanamadı” manşetleri atarken, hakikat bambaşka detaylarda gizliydi.
2. Bulgaristan Büyükelçiliği Resepsiyonu ve “Limonata”
16 Nisan 1993 akşamı, yani ölümünden bir gün önce, Özal bir sanatçının sergisi için Bulgaristan Büyükelçiliği’ndeki resepsiyona katıldı.
* İddia: Tanıkların ifadelerine göre, Özal’a orada ikram edilen bir limonatayı içtikten sonra keyfinin kaçtığı ve renginin değiştiği gözlemlendi. Bu limonatanın içine, etkisini yavaş gösteren ama kalp krizini tetikleyen bir kimyasal karıştırıldığı iddiası yıllarca konuşuldu.
3. 17 Nisan Sabahı: İhmaller Zinciri
Özal’ın fenalaştığı sabah yaşananlar, bir Cumhurbaşkanı’na yönelik koruma protokolünden ziyade, bir “ölüme terk ediş” tablosunu tasvir eder.
* Köşk’te Doktor Yoktu: O sabah Çankaya Köşkü’nde tam teşekküllü bir ambulans ve uzman bir doktor hazır bulunmuyordu.
* Yanlış Hastane: Özal, donanımlı GATA yerine, daha uzak ve yetersiz olan Hacettepe Hastanesi’ne götürüldü. Bu zaman kaybı, kurtarılma ihtimalini sıfıra indirdi.
* Kan Örneği Alınmadı: En vahim ihmal (veya kasıt), Özal vefat ettiğinde otopsi yapılmaması ve kan örneği alınmamasıydı. Ailesinin “Otopsi istiyoruz” talebi, “Vücut bütünlüğü bozulmasın” gibi duygusal ama tıbben manasız gerekçelerle geçiştirildi.
4. 2012 Mezarın Açılması ve Zehir Bulguları
Yıllar sonra, Devlet Denetleme Kurulu’nun raporu üzerine savcılık harekete geçti ve 2012’de Özal’ın naaşı mezardan çıkarıldı (Fethi Kabir). Adli Tıp Kurumu’nun incelemesi, şüpheleri isbat eder nitelikteydi ama sonuç “siyasi” bir dille bağlandı.
* Bulunan Maddeler: Naaşta, DDT (böcek ilacı hammaddesi), Kadmiyum (ağır metal), Amerikyum ve Polonyum (radyoaktif maddeler) gibi tabiatta normalde bulunmayan 4 farklı zehirli madde tespit edildi.
* Strikini: Özellikle “Strikini Kreatin” maddesi dikkat çekiciydi; bu madde kalp krizini tetikleyebilecek türden bir zehirdi.
* Raporun Sonucu: Adli Tıp raporu, “Zehir var ama ölümün zehirden mi yoksa başka sebepten mi olduğu kesin tespit edilemedi” diyerek, hukuki bir “muğlaklık” oluşturdu. Ancak kamuoyu vicdanında bu durum, zehirlenmenin bir delili olarak kabul gördü.
5. Neden Öldürüldü? “Büyük Değişim” Projesi
Özal, sadece PKK meselesini değil, devletin hantal yapısını da değiştirecek “İkinci Değişim Programı”nı hazırlamıştı.
* Kürt Meselesinde Sivil Çözüm: Eşref Bitlis ile koordineli olarak, genel af dahil olmak üzere cesur adımlar atmaya hazırlanıyordu.
* Federasyon Tartışması: Devletin yapısını tartışmaya açarak, başkanlık sistemi ve eyalet/federasyon gibi modelleri gündeme getirmişti. Bu, statükocu “Derin Yapı” için kabul edilemezdi.
* Bölgesel Güç: Musul ve Kerkük ile ekonomik entegrasyonu savunuyor, Türkiye’nin sınırlarını aşan bir külli nüfuz alanı oluşturmaya çalışıyordu.

Netice:
Turgut Özal’ın ölümüyle birlikte 1993 yılı, Türkiye için bir “milat” değil, bir “fetret devri” başlangıcı oldu. Çözüm rafa kalktı, Eşref Paşa’nın planları çöpe atıldı, Uğur Mumcu’nun dosyaları kapandı. Türkiye, 90’lı yıllar boyunca faili meçhuller, ekonomik krizler ve terör sarmalıyla boğuşarak, o “Büyük Türkiye” vizyonundan uzaklaştırıldı.
Bugün yaşanan süreçte de, 1993’te olduğu gibi “görünmez ellerin” devreye girip girmeyeceği endişesi, işte bu acı tecrübeden, bu tarihi yanılmadan kaynaklanmaktadır.

Yazımızın seyri içerisinde 1993’ün sisli havasını bir nebzede olsa dağıtmaya çalıştık.
Günümüze getirip, o dönemki aktörlerin bugünkü uzantılarına veya güncel manşetlerin satır aralarına tekrar bakacak olursak?

~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~

Evet, 1993’ün o karanlık tecrübesini bir “turnusol kağıdı” gibi alıp, bugün (22 Kasım 2025) masamızda duran gazete manşetlerinin üzerine koyduğumuzda, satır aralarında beliren hakikatler ve isbatı mümkün paralellikler tedirgin edicidir.
O gün aktörler farklıydı ama senaryonun aslı aynıydı. Gelin, 1993 tecrübesi ışığında 2025 manşetlerinin derûnî okumasını yapalım.
1. “Avrupa Soros’a Uyandı” (Akşam) -> Yeni Nesil “Çekiç Güç”
1993’te Eşref Bitlis Paşa, ABD’nin “Çekiç Güç”ünün PKK’yı beslediğini raporlamıştı. O günkü tehdit askeri bir güçtü.
* Bugünkü Manşet: Akşam Gazetesi’nin manşetinde Avrupa’nın Soros vakıflarına karşı harekete geçtiği yazıyor.
* 1993 Işığında Analiz: Bugünün “Çekiç Gücü”, sivil toplum maskesi takmış, toplum mühendisliği yapan vakıflardır. 1993’te silahla yapılan dizayn, bugün “fonlama” ve “sokak hareketleri” (Haberde Gezi atıfı var) ile yapılmak isteniyor. Manşetteki “Siyasi şiddeti yayma suçlaması”, 1993’teki kaos planının modern versiyonudur. Bu yapıların tasfiyesi, Mumcu’nun ifşa ettiği “dış bağlantıların” kesilmesi demektir.
2. “Sıra Çetesiz Türkiye’de” (Türkiye) -> Tetikçilerin Tasfiyesi
1993’te Uğur Mumcu ve diğerlerini katledenler, devletin içine sızmış veya devlet adına hareket ettiğini iddia eden “karanlık odaklar” ve taşeronlardı.
* Bugünkü Manşet: Türkiye Gazetesi, suç örgütlerine yapılan operasyonları “Sıra Çetesiz Türkiye’de” diye duyuruyor.
* 1993 Işığında Analiz: Devlet, 1993’te düştüğü hataya düşmemek için, çözüm süreci gibi kritik bir virajda provokasyon yapabilecek “maşa”ları önceden topluyor. Bu manşet, devletin tabiatının değiştiğinin, başıbozuk yapıların (JİTEM vari veya mafyatik) sistemden ayıklandığının bir işaretidir. Çünkü bu çeteler, dış istihbaratların en kolay kullanacağı “sabotaj aparatlarıdır”.
3. “İttifak Sürsün Terör Bitmesin” (Yeni Akit) -> Siyasi Kutuplaşma Riski
1993’te siyaset parçalıydı ve Özal yalnızlaştırılmıştı. Medya ve siyaset, “Kürt Sorunu”nu çözmek isteyenleri “hain” veya “gafil” ilan edebiliyordu.
* Bugünkü Manşet: Yeni Akit, CHP-DEM yakınlaşmasını “Terör bitmesin diye ittifak yapıyorlar” şeklinde sert bir dille tenkit ediyor.
* 1993 Işığında Analiz: Bu başlık, sürecin en yumuşak karnını gösteriyor: İç Cephedeki Yarılma. Eğer siyasi partiler, terörün bitirilmesi gibi külli ve milli bir meselede ortak bir dil (ittifak) geliştiremezse, 1993’teki gibi bir “güven bunalımı” oluşur. Dış güçler, 1993’te asker-siyaset çatışmasını kullanmıştı; bugün de parti tabanları arasındaki bu zıtlığı kaşıyarak süreci sabote edebilirler.
4. “G20 Mazlumların Sesi” ve “Gazze Üşüyor” -> Bölgesel Güç Vizyonu
Özal, Musul-Kerkük hattını ve Türk Dünyasını birleştirerek Türkiye’yi büyütmek istediği için hedef olmuştu.
* Bugünkü Manşet: Sabah ve Yeni Şafak, Cumhurbaşkanı’nın G20’deki çıkışlarını ve Gazze hassasiyetini işliyor.
* 1993 Işığında Analiz: Türkiye, yine sınırlarını aşan, Batı’nın sömürü düzenine çomak sokan bir cihan şümul vizyon peşinde. 1993’te “Musul” dedik diye 33 askerimiz şehit edilmişti. Bugün “Gazze” ve “Dünya 5’ten büyüktür” dediğimiz için; ekonomik manipülasyonlar ve terör kartı tekrar masaya sürülebilir. Manşetlerdeki bu “dik duruş”, aynı zamanda hedef tahtasında olduğumuzun da isbatıdır.
5. “İmralı Seferi Başlıyor” (Türkiye) -> İkinci Özal/Bitlis Hamlesi
* Bugünkü Manşet: Komisyonun İmralı’ya gitmesine onay çıktı.
* 1993 Işığında Analiz: Bu, Eşref Bitlis’in “Bölgedeki aktörlerle (o zaman Barzani/Talabani idi, şimdi örgütün elebaşısı) doğrudan görüşüp ABD’yi aradan çıkarma” planının güncel halidir.
* Tehlike: 1993’te bu temas kurulacağı zaman “suikastlar zinciri” başlamıştı. Şu anki süreçte, İmralı ile Kandil arasındaki bağı koparacak veya görüşmeleri sızdırıp sabote edecek bir “istihbarat operasyonu” (Ses kaydı sızdırma, ani bir saldırı vb.) en büyük risktir.

Netice: 1993 ile 2025 Arasındaki Fark
Manşetlerin muhtevası gösteriyor ki, Türkiye bugün 1993’e göre çok daha hazırlıklı.
* Devlet Aklı: “Sıra Çetesiz Türkiye’de” diyerek iç temizliği yapıyor.
* Dış Farkındalık: “Avrupa Soros’a Uyandı” diyerek dış parmağı deşifre ediyor.
Ancak, “İttifak Sürsün Terör Bitmesin” gibi manşetler, toplumsal mutabakatın henüz tam sağlanamadığını gösteriyor. 1993’te bizi içeriden vurdular. Bugünün yanılması ise “Artık güçlüyüz, bize bir şey olmaz” rehaveti olabilir. Uğur Mumcu’nun dediği gibi; “Tetiği çeken parmak değil, o parmağı yöneten beyin” (yani küresel sistem) hala pusuda beklemektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
22/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 23rd, 2025