NUR ALEMİNİN BİR ANAHTARI

image_pdfimage_print

NUR ALEMİNİN BİR ANAHTARI

Eser, Bediüzzaman Said Nursi tarafından yazılmış ve farklı zamanlarda talebelerine gönderilmiş mektuplardan/derslerden oluşmaktadır. 1960 yılında İstanbul’da Sinan Matbaası’nda basılmıştır.
Kitabın genel muhtevası, Tevhid (Allah’ın birliği) hakikatini, hususiyetle “hava” unsurunun ve radyo teknolojisinin bir delil olarak kullanıldığı dersler vasıtasıyla isbat etmektir. Eser, Risale-i Nur’un diğer bölümlerinden (Hüve Nüktesi, On Dördüncü Sözün Zeyli, Siracunnur’un başındaki münâcât gibi) iktibaslar ve bunlara dair izahlar ihtiva eder.
İşte eserin muhtevasının bölümlere göre izahı:

1. Bölüm: “Tahiyyat”ın Dört Unsur ile İzahı (s. 3-16)
Bu bölüm, Medresetüzzehra erkânlarının arzusuyla verilen bir dersin hülasasıdır. Namazdaki “Tahiyyat” duasının küllî manasını izah eder.
• Dersin Mevzuu: Peygamber Efendimiz’in (Aleyhissalâtü Vesselâm) Miraç Gecesi’nde , bütün mahlûkat namına selam yerinde “Ettehiyyâtü’l-mübârekâtü’s-salevâtü’t-tayyibâtü lillâh” demesidir.
• Dört Unsur ile İzah: Müellif, teşehhüdde “Ettehiyyâtü” 8derken, kendi hususî dünyasının dört unsuru olan toprak, su, hava ve nur (nar) unsurlarının lisan-ı hal ile bu kelimeleri nasıl söylediklerini hayalen gördüğünü belirtir:
• Toprak Unsuru (Ettehiyyâtü): Toprak unsurunun her bir avucu, bütün zîhayatlara (canlılara) menşe ve saksılık etmesi cihetiyle, bütün zîhayatların hayat hediyelerinin Allah’a mahsus olduğunu lisan-ı hal ile söyler. Bu, ancak bir Kadîr-i Mutlak’ın kudretiyle mümkündür.
• Su Unsuru (El-Mübârekât): Su unsurunun katreleri, nutfelerin, çekirdeklerin ve tohumların intibahında (uyanmasında) gördükleri harika vazifelerle “El-Mübârekât” derler. Bu vaziyetler, su zerrelerinin hadsiz ilim ve hikmet sahibi olmasını gerektirir ki bu muhaldir; öyleyse bu, bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudret ve rahmetiyle olur.
• Hava Unsuru (Es-Salevât): Hava unsurunun her bir zerresi, bütün duaları, salavatları ve ibadetleri nakletme vazifesiyle “Es-Salevâtü lillâh” der. Her zerrenin umum dilleri bilmesi, her şeyi işitmesi ve görmesi ancak Sâni-i Hakîm’i göstermesiyle mümkündür.
• Nar ve Nur Unsuru (Et-Tayyibât): Maddi ve manevi nur unsuru (hararetli ve hararetsiz) , bütün güzel manaları, Esmâ-i Hüsnâ’nın cilvelerini, ehl-i imanın hamd, şükür ve tesbihlerini lisan-ı hal ile “Et-Tayyibâtü lillâh” diyerek takdim eder.
• Selam Bahsi: Peygamberimiz’in (A.S.V.) bu dört kelimeyi söylemesinden sonra, Cenab-ı Hakk’ın “Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü” demesi ve Resûl-ü Ekrem’in (A.S.V.) “Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn” diyerek selamı ümmetine ve bütün salih kullara tamim etmesi izah edilir. Ümmetin her namazda bunu tekrar etmesi, o selam-ı İlâhî’ye bir imtisal, biat tazelemesi, tebrik ve teşekkürdür.

2. Bölüm: “Hüve Nüktesi” ve Radyo Delili (s. 17-25)
Bu bölüm, gizli dinsizlerin “Hüve Nüktesi”ni hedef almalarının sebebini ve bu nükteden “Üç Nokta”yı izah eder.
• Birinci Nokta (Havanın Kudsî Vazifesi): Havanın en mühim vazifesi, “İleyhi yes’adu’l-kelimü’t-tayyib” (Güzel sözler O’na yükselir) ayetinin sırrıyla, kelimat-ı tayyibeyi (başta Kur’an) bütün küre-i havada neşretmektir. Radyo , bu büyük nimete karşı şükür olarak, en başta Kur’an, iman ve ahlak dersleri için kullanılmalıdır. Eğer böyle olmazsa, nimet nikmete (azaba) dönüşür.
• İkinci Nokta (Zerre ve Kâinat): “Kâinatı halk edemeyen bir zerreyi halk edemez” hakikatinin bir delili radyodur. Bir avuç havanın , yüzlerce merkezden gelen farklı sesleri, şiveleri ve harfleri karıştırmadan, bozulmadan kulağımıza getirmesi, o havanın her zerresinin hadsiz bir ilim, irade, kudret, göz ve kulak sahibi olmasını gerektirir. Bu ise muhaldir. Demek ki bu, bütün kâinatı ihata eden bir Kadîr-i Mutlak’ın ilim ve iradesiyledir.
• Üçüncü Nokta (Marifetullah ve Huzur-u Daimî): Havadaki her bir zerre, Cenab-ı Hakk’ı sıfatıyla isbat eder. Bir cam zerreciğinin güneşi göstermesi gibi , havadaki her zerre de tevhidin cilvesini gösterir. Risale-i Nur bu hakikati isbat ettiği için, bir Nurcu daimî huzuru kazanmak için “Lâ mevcûde illâ Hû” (O’ndan başka varlık yoktur) veya “Lâ meşhûde illâ Hû” (O’ndan başka görünen yoktur) demeye mecbur olmaz. Belki, “Ve fî külli şey’in lehû âyetün tedüllü alâ ennehû Vâhidün” (Her şeyde O’nun bir olduğuna delâlet eden bir ayet/işaret vardır) hakikatiyle, her şeyde doğrudan doğruya Allah’ı bilen bir tevhid penceresi bulur.

3. Bölüm: Ondördüncü Söz’ün Zeylinden Bir İlâve (s. 25-28)
Bu bölüm, ehl-i dalâletin (inançsızların) temerrüdünü (inatçılığını) ve hamakatını (ahmaklığını) tenkit eder.
• Ehl-i Dalâletin Hamakatı: Kâinat Sultanı’nın, insanları dehşetli isyanlarından vazgeçirmek için su, hava, elektrikten gelen zelzele, fırtına ve harp-i umumî (dünya savaşı) gibi dehşetli afetleri yüzlerine çarptığı halde, insan suretindeki ahmak şeytanların (inançsızların) buna “tabiattır, tesadüfîdir, bir madenin patlamasıdır” demelerini eleştirir.
• Esbab (Sebepler) Perdesi: Sebeplerin yalnız birer bahane ve perde olduğunu ; dağ gibi bir çam ağacını küçücük bir çekirdekten çıkaran Sâni’in (Sanatkâr’ın) fiilini, sebeplere isnat etmenin büyük bir hamakat olduğunu belirtir.
• İsim Takmakla Hakikati Gizlemek: Gayet derin ve hikmetli bir hakikate “elektrik çarpmasıdır” gibi fennî bir isim takarak, güya mahiyeti anlaşılmış gibi âdileştirip hikmetsiz, mânasız tesadüfe ve tabiata havale etmelerinin Ebu Cehil’den daha büyük bir cehalet olduğunu vurgular.

4. Bölüm: Siracunnur Münâcâtı ve Radyo Hakikati (s. 28-33)
Bu bölüm, müellifin bir tesemmüm (zehirlenme) vesilesiyle yakalandığı “nisyan-ı mutlak” (tam unutkanlık) hastalığı sırasında, Siracunnur’un başındaki münâcâtı yeniden okumasıyla ülfet (alışkanlık) perdesi altında gizlenen hakikatleri nasıl gördüğünü anlatır.
• Ülfet Perdesi: Ehl-i gaflet ve ehl-i tabiatın, “âdetullah kanunları” perdesi altında kudret mucizelerini görmeyip, dağ gibi hakikatleri zerre gibi âdi sebeplere isnat ettiklerini belirtir.
• Radyo ve Hakikat: Radyo namı verilen hakikatin, havadaki her bir zerrenin hadsiz ayrı kelimeleri karıştırmadan, bozulmadan alıp vermesiyle, içinde hadsiz ilim ve irade bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesi olduğunu ispat ettiğini söyler.
• Nimet ve Küfran (Nankörlük): Çam veya incir ağacı gibi binler harika sanatı ihtiva eden bir mucize-i kudreti, nohut gibi iki çekirdeğe isnat etmek ne kadar hamakat ise; küre-i havayı bir dershane hükmüne getiren bu Rahmanî hediyeye “radyo” veya “elektrik temevvücatı” (dalgalanması) namını takıp âdileştirmenin ve nimete karşı küfran (nankörlük) perdesini çekmenin , maddiyyunların hadsiz bir divaneliği olduğunu ifade eder.
• Hücumun Sebebi: Gizli düşmanların, Rehber’deki “Hüve Nüktesi” gibi, Siracunnur’un başındaki bu “Münâcât”ın da intişar etmemesine (yayılmamasına) çalışmalarının sebebinin, bu tevhid hakikatlerini güçlü bir şekilde isbat etmesi olduğunu belirtir.

5. Bölüm: “Hüve Nüktesi” (Tevhidin Kolaylığı, Şirkin İmkansızlığı) (s. 33-41)
Bu bölüm, “Hüve” lafzındaki tevhid nüktesini, yine hava unsurunu kullanarak izah eder. İman yolunun ne kadar kolay, şirk ve dalâlet yolunun ise ne kadar müşkilatlı ve imkansız olduğunu gösterir.
• Toprak ve Hava Misali: Bir avuç toprağın yüzlerce çiçeğe saksılık etmesi , eğer tabiata havale edilse, o topraktaki her bir zerrenin bir ilah gibi hadsiz ilim ve iktidara sahip olmasını gerektireceği gibi; bir “Hû” nefesteki havanın da bütün dünyadaki telefon, telgraf ve radyoların merkezleri gibi iş görmesi, eğer Sâni-i Zülcelâl’e verilmezse, her bir zerrede hadsiz kabiliyetlerin bulunmasını gerektirir. Bu ise, zerreler adedince muhaldir.
• Tevhidin Kolaylığı: Eğer hava, Sâni-i Zülcelâl’e verilse, bütün zerreleriyle O’nun emirber bir neferi olur. Bir tek zerrenin vazifesi kadar kolayca, hadsiz küllî vazifelerini Hâlık’ının izni ve kuvvetiyle yapar. Hava, kalem-i kudretin bir sahifesi , zerreler o kalemin uçları olur.
• Hava Unsurunun Şehadeti: Müellif, hava unsurunda yaptığı fikrî seyahatte, her bir zerreye binler kelime girdiği halde karışmadığını , ağır yükler altında zaaf göstermediğini ve fırtınalar içinde vazifesini şaşırmadığını aynelyakîn müşahede ettiğini söyler. Bu durum, o zerrelerin “Lâ ilâhe illâ Hû” ve “Kul hüvallâhü ehad” dediklerini isbat eder.
• Havanın Diğer Vazifeleri: Havanın sadece sesleri değil; elektrik, câzibe, ziya gibi letaifi nakletmesi , aynı zamanda bitki ve hayvanlara teneffüs (solunum) ve telkih (döllenme) gibi hayatî vazifeleri de intizamla görmesi, onun “emir ve irade-i İlâhiyenin bir arşı” olduğunu kat’î surette isbat eder.

6. Bölüm: Nur Anahtarının Bir Haşiyesi (Radyo ve Melek Tesbihatı) (s. 41-47)
Bu bölüm, bir otomobilde iki üniversiteli Nur talebesiyle radyo dinlerken yapılan bir sohbeti ve izahı ihtiva eder.
• En Cüz’î En Küllî Olur: Tırnak kadar bir havanın , sadece dinlenilen mevlüdü değil, binler istasyondaki milyonlarca kelimeyi aynı anda dinleyip söyleyebilmesi , “en cüz’î en küllî olur” hakikatini gösterir. Bu, eğer Kudret-i Ezeliyeye verilmezse, bir şeyin kendi zıddına (cüz’înin küllîye, âcizin muktedire) inkılabı gibi binler muhal ve hurafe bir durum ortaya çıkar.
• Hadîs-i Şerif ile İzah: Bu hakikati, “Bir melek var, kırk bin başı var. Her başında kırk bin dil var. Her bir dilde kırk bin tesbihat yapıyor” (toplam 64 trilyon tesbihat ) meâlindeki Hadîs-i Şerif ile izah eder. Küre-i hava, bu melek gibidir ; her kelime-i tayyibe hava sahifesinde bu adedce yazılır. Bu iş, ancak her yerde hâzır nâzır bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir.
• Hikmet-i Felsefe vs. Hikmet-i Kur’aniye: Felsefenin, hilkat-i insaniye (insanın yaratılışı) gibi umumî kudret mucizelerini “âdiyat” (sıradanlık) perdesi altında gizleyip, kaideden çıkmış iki başlı bir insan gibi cüz’î şeylere hayret etmesini; Hikmet-i Kur’aniye’nin ise o âdiyat perdesini yırtarak umumî harikaları ders verip Allah’ı tanıttırdığını karşılaştırır.
• Beşerin “İcad” Hatası: Beşerin cüz-i ihtiyarîsiyle yaptığı “söylemek” fiilinde dahi icad edemeyip, sadece havayı harflerin mahrecine soktuğunu , Cenab-ı Hakk’ın o kelimeleri halk ettiğini belirtir. Bu kadar âciz olan insanın, radyo gibi bir ilham-ı İlâhî olan keşiflere “icad etti” demesinin büyük bir hata ve küfran-ı nimet (nimete nankörlük) olduğunu vurgular.

7. Bölüm: Müellifin Hayatındaki Harikaların Hikmeti (Beş Nümune) (s. 47-56)
Bu bölüm, Mevlüd-ü Şerif tebriğiyle başlar ve müellifin hayatında dostlarının “velâyet” , muarızlarının “deha” veya “sihir” zannettiği harikaların gerçek hikmetini izah eden “Beş Nümune”yi sunar. Müellif, bu harikaların kendisinden değil, ileride gelecek olan Risale-i Nur hizmetine bir “çekirdek” hükmünde olduğunu belirtir.
• Birinci Nümune (İlim Tahsili): 15 senelik medrese ilmini üç ayda bitirmiş gibi görünmesinin hikmeti; ileride, medreselerin azalacağı bir zamanda , ulûm-u imaniyeyi kısa bir zamanda verebilecek bir tefsir-i Kur’anî (Risale-i Nur) çıkacağına ve kendisinin ona hizmet edeceğine işaret olduğunu söyler.
• İkinci Nümune (Âlimlerle Münazara): Çocukken büyük âlimlerin en müşkil suallerine doğru cevap vermesinin hikmeti; ileride Risale-i Nur’a karşı en çok ulemanın (hocaların) tenkit ve rekabet etmesi beklenirken, o eski hadisenin onların cesaretini kırması ve Nur’a karşı mukabil eser yazmamaları olduğunu belirtir.
• Üçüncü Nümune (Hediye Kabul Etmemek): Çocukluğundan beri fakir olduğu halde sadaka, hediye ve zekâtı kabul etmemesinin hikmeti; âhir ömründe Risale-i Nur gibi kudsî bir hizmeti dünyaya ve şahsî menfaatlere âlet etmemek , hakikî ihlası kırmamak için olduğunu ifade eder.
• Dördüncü Nümune (Zulme Karşı Sabır): 28 sene boyunca eşedd-i zulme ve işkencelere karşı emsalsiz bir sabır ve tahammül göstermesinin hikmeti; ehl-i siyasetin “dini siyasete âlet ediyor” vehmiyle yaptığı zulümlerin, aslında Kader-i İlâhî’nin “Nur hizmetini şahsî kemalâtına ve belalardan kurtulmaya âlet yapma” diyen şefkatli tokatları olduğunu belirtir.
• Beşinci Nümune (Yazısının Kötü Olması): Çok muhtaç olduğu halde yazısının yarım ümmî gibi olmasının hikmeti; ileride dehşetli manevî hücumlara karşı, şahsî ve cüz’î hizmeti yerine, güzel yazı sahiplerini (Nur talebelerini) hizmetine şerik edip, binler kalemi bulmak ve benliğini o mübarek havuz (hizmet) içinde eriterek hakikî ihlası elde etmek olduğunu söyler.

8. Bölüm: Talebe Mektupları (s. 56-65)
Eserin sonunda, Risale-i Nur’un serbestiyetini ve müellifin beraatini tebrik eden iki talebe mektubu yer alır:
• Ali Ulvi’nin Mektubu (Medine-i Münevvere’den): Risale-i Nur’un beraetini; ruhun maddiyata, nurun zulmete, imanın küfre galip gelmesi olarak vasıflandırır. Risale-i Nur’un, diğer irşad hareketlerinin göremeyeceği mühim işi gördüğünü ve bu yolda yürüyeceklerin müellifteki sarsılmaz iman, irfan, ihlâs ve feragate sahip olmaları gerektiğini belirtir.
• İstanbul Nur Talebeleri’nin Mektubu: Risale-i Nur’un serbest intişarını, iman davasının tahakkuku olarak görürler. Risale-i Nur’u, “bu muazzam ve korkunç imansızlık savaşının kurtarıcı atomu” olarak nitelerler. Müellifin çektiği çilelere rağmen, artık bu davayı devam ettirecek “istikbalin genç Saidleri”nin yetiştiğini müjdelerler. Ayrıca, “Tarihçe-i Hayat”ın tab edilmesinden duydukları sevinci ifade ederler.
Bu muhteva izah

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025