BERCESTE VE İZAHI – 146–
BERCESTE VE İZAHI – 146–
1. Beyit: Hazret-i Mevlânâ
Beytin İktibası
Farsça Aslı:
محرم اين هوش جز بيهوش نيست
مر زبان را مشترى جز گوش نيست
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Okunuşu:
Mahrem-i în hûş coz bî-hûş nîst
Mer zebân-râ moşterî coz gûş nîst
Günümüz Türkçesiyle Manası:
Bize Hak yolunu gösteren gerçek aşkın mahremi, dostu aklını yitirmiş âşıklardan başkası değildir.
Konuşan dile kulaktan başka müşteri, talip yoktur.
İzah ve Tahlil
Hazret-i Mevlânâ bu beyitinde, derûnî hakikatlerin ve ilahî sırların alıcısı ile o sırları taşıyan arasındaki hassas ve zarurî bir uyuma işaret etmektedir.
• Birinci Mısra: “محرم اين هوش جز بيهوش نيست” (Mahrem-i în hûş coz bî-hûş nîst)
• Mahrem: Sırdaş, bir sırra vakıf olan, en yakın dost.
• În hûş: “Bu akıl, bu şuur” manasına gelir ki, burada kasdedilen zahirî, dünyevî akıl değil, ilahî hakikatlere aşina olan “akl-ı küll” veya “ilhamî şuur”dur.
• Bî-hûş: “Aklı gitmiş, kendinden geçmiş, şuursuz” demektir. Fakat burada kasdedilen, cüz’î aklını ve enaniyetini Aşk’ın potasında eritmiş, beşerî hesapları terk etmiş kâmil âşıktır. Yani, “hûş”unu (aklını) Hakk’a teslim ederek “bî-hûş” (aklını O’nda yok etmiş) olandır.
• Mısranın tamamı, “Bu ilahî şuurun sırdaşı, ancak aklını (aşk ile) yitirmiş olandan başkası değildir” manasına gelir. Zahirî aklın zincirlerinden kurtulamayan, her şeyi hesap ve mantıkla çözmeye çalışan kimse, aşkın ve maneviyatın derûnî hallerine mahrem olamaz.
• İkinci Mısra: “مر زبان را مشترى جز گوش نيست” (Mer zebân-râ moşterî coz gûş nîst)
• Zebân: Dil, konuşan.
• Müşterî: Alıcı, talip.
• Gûş: Kulak, dinleyen.
• Bu mısra, “Konuşan dil için kulaktan başka bir alıcı, bir talip yoktur” der. Bu, zahirde basit bir hakikattir. Ancak birinci mısra ile birleştiğinde mana derinleşir. Nasıl ki sesin muhatabı kulak ise, ilahî sırları fısıldayan “aşk dilinin” muhatabı da ancak aklını ve enaniyetini terk etmiş olan “bî-hûş”un kalbidir.
Beyit, mana alışverişinin ancak aynı frekansta, aynı halde olanlar arasında gerçekleşebileceğini tasvir eder. Söyleyenin halini anlamayan bir dinleyici, sadece kelimelerin kabuğunu işitir, mananın özüne nüfuz edemez.
Hikmet, Edebiyat ve Tefekkür Dairesinde Bir Makale: “Sükûtun Müşterisi: Anlayan Bir Kalp”
Hayat, zahirde seslerin ve kelimelerin bir tufanı içinde akıp gider. Her dil bir müşteri arar, her söz bir kulak arayışındadır. Lakin Hazret-i Mevlânâ, bu beyitinde bizi bu zahirî alışverişin ötesinde, mananın ve sırrın derûnî pazarına davet eder. Bu pazarda en kıymetli meta “hûş” yani ilahî şuur, bu metanın alıcısı ise “bî-hûş” yani cüz’î aklını Aşk’ta kaybetmiş kimsedir. Zira, “Mahrem-i în hûş coz bî-hûş nîst / Mer zebân-râ moşterî coz gûş nîst.”
İnsan, çoğu zaman anlaşılamamaktan şikâyet eder. En derin hislerini, en ince düşüncelerini ifade edecek kelimeleri bulsa dahi, karşısındakinin sadece ses tellerinin titreşimini işittiğini, mananın ruhuna ise yabancı kaldığını hisseder. Bu, dilin değil, halin uyuşmazlığındandır. Mevlânâ’nın işaret ettiği hakikat budur: Mesele sadece konuşan bir dil ve işiten bir kulak meselesi değildir. Mesele, aynı manevî iklimde nefes alıp veren kalplerin buluşmasıdır. İlahî aşkla kendinden geçmiş, enaniyet zırhını parçalamış bir gönül, ariflerin bir fısıltısından ciltler dolusu mana çıkarabilirken; aklına ve nefsine esir olmuş bir zihin, en açık hakikatlerin bile uzağında kalır.
Tarih boyunca büyük mürşidler, hakikat taliplilerini evvela “susmaya” ve “dinlemeye” davet etmişlerdir. Buradaki dinlemek, sadece kulakla yapılan bir fiil değil, bütün varlığıyla bir “gûş” haline gelmektir. Kalbin kulağını açmaktır. Çünkü hikmet ve sır, kelimelerin dar kalıplarına sığmaz; o, ancak haller arasında sükût ile teati edilen ilahî bir emanettir. “Bî-hûş” olmak, aklı iptal etmek değil, aklı daha yüce bir hakikatin hizmetine sunmaktır. Hesapçı, menfaatperest, her şeye şüpheyle bakan aklı susturup, teslimiyetle dinleyen, hayretle tefekkür eden ve aşkla idrak eden bir kalp şuurunu faaliyete geçirmektir.
Netice olarak, hakikatin mahremiyeti, ona ancak layık olanın girebileceği bir kaleyi andırır. Bu kalenin anahtarı, dünyevî aklın prangalarını “aşk” ile kırmaktır. Ne zaman ki insan, kendi küçük aklının sınırlarını aşarak “bî-hûş” olma cesaretini gösterir, işte o zaman mananın dili ona konuşmaya başlar ve o dilin yegâne “müşterisi” olur.
Makalenin Özeti
Bu makale, Hazret-i Mevlânâ’nın beyitinden hareketle, manevî sırların ve hakikatlerin anlaşılmasının ancak söyleyen ile dinleyenin aynı “hal” üzerinde buluşmasıyla mümkün olacağını inceler. İlahî şuurun mahremi olabilmek için, cüz’î ve hesapçı aklı ilahî aşk potasında eriterek “bî-hûş” yani “kendinden geçmiş” bir hale gelmek gerektiğini vurgular. Nasıl ki konuşan dilin alıcısı kulak ise, mana dilinin alıcısı da ancak enaniyetini terk etmiş, teslimiyet içindeki bir kalptir.
2. Dimağın Lezzeti: Fennî’nin Hayat Felsefesi
İktibas:
Dil-şikentlik yapma hiçbir şahsı etme telh-kâm
Lezzet-efzâ-yı dımâğ-ı âlem ol helvâ gibi
Fennî
Kalp kırıcı olmaktan ve insanları kederlendirmekten uzak dur. İnsanların hafızasında yedikçe lezzet artiran bir helva gibi ol.
İzah ve Açıklama:
Fennî Efendi, bu beyitte toplumsal ahlak ve insan ilişkileri üzerine derin bir ders verir. Beyit, iki temel öğüt üzerine kuruludur. İlk kısımda kalp kırmaktan ve insanları kederlendirmekten sakınılması gerektiği söylenir. Bu, İslâm ahlakının ve tasavvuf felsefesinin temel kaidelerindendir. İnsanın gönlü, Allah’ın nazargâhıdır. Bir gönlü kırmak, Hakk’ı incitmektir. Telh-kâm (acı ağızlı) olmak, sözlerle insanlara acı vermek, bu beyitte şiddetle reddedilir.
Beytin ikinci kısmında ise olumlu bir benzetme kullanılır. İnsanlara karşı olan tavrın, yedikçe lezzeti artan bir helva gibi olması önerilir. Helva, tatlı ve lezzetli bir yiyecektir. Burada, insanın sözlerinin ve davranışlarının, muhatabında kalıcı, güzel ve her hatırladığında lezzet veren bir tat bırakması gerektiği anlatılır. Bu, sadece kalp kırmamakla kalmayıp, aynı zamanda insanların hayatına güzellik ve hoşluk katma sorumluluğuna işaret eder. Kâmil insan, dimağlarda hoş bir tat bırakan, sohbeti ve varlığı ile ferahlık veren kişidir. Bu beyit, sözün ve davranışın manevî gücünü ve bunların insan hafızasında bıraktığı izleri veciz bir şekilde ifade eder.
3. Gönül ve Himmet: Fazlullah Efendi’nin Nasihatleri
İktibas:
Bir nefesdür olmâ ey dil nâ’ra-i cângâhdan
İste maksûdun hemişe Hazret-i Allâh’dan
Böyle ahz etdim bu nush-u bir dil-i âgâhdan
Ehl-i derde pey-rev ol d’ûr olmâ her dem âhdan
Fazlullah Efendi
Ey gönül! Bir nefeslik bile olsa yüreğinin narasından uzak ol. Arzuladığın bir şeyi her zaman Allah Teâlâ’dan iste. Ben kalp gözü açık, basiretli bir insandan şu öğüdü aldım: Dert ehli olan dervişlerin izinden git, peşlerinden ayrılma ve hiçbir zaman ah’tan uzak olma.
İzah ve Açıklama:
Fazlullah Efendi’nin bu beyitleri, tasavvufî bir edebi eser niteliğindedir ve manevî terbiyeye yönelik derin nasihatler ihtiva eder. İlk mısrada, gönlün nefisten (cângâhdan gelen nâ’ra) uzak durması gerektiği söylenir. Nefis, insanın içindeki arzuların ve kötü eğilimlerin kaynağıdır. Gönül, nefsanî arzulardan arındıkça, manevî bir berraklığa ulaşır.
İkinci mısra, bu arınma sürecinin en önemli adımıdır: İnsan maksadını ve muradını daima Allah’tan istemelidir. Bu, tevekkül ve teslimiyetin en açık ifadesidir. İnsan, fani olanlardan bir şey beklemek yerine, bütün ihtiyaçlarını ve dileklerini doğrudan Âlemlerin Rabbi olan Allah’a yöneltmelidir.
Üçüncü mısra, bu öğüdün kaynağını belirtir: Bu nasihat, kalp gözü açık, basiretli bir kişiden alınmıştır. Bu, sözün sadece lafızdan ibaret olmadığını, manevî bir otorite ve tecrübeden beslendiğini gösterir. Bu, tasavvufî irşatta mürşidin (rehberin) önemine de işaret eder.
Son mısra ise bu nasihatlerin en can alıcı noktasıdır. “Ehl-i derd” olarak nitelenen, gönlü dert ve aşkla dolu olan, manevî bir seyre çıkmış dervişlerin izinden gidilmesi ve **”âh”**dan, yani dertten ve derin düşünceden uzaklaşılmaması öğütlenir. Âh, tasavvufta Allah’a yönelişin, O’na olan aşkın ve O’ndan uzak kalmanın verdiği ıstırabın bir sembolüdür. Bu dert ve âh, müridi (talibi) uyanık tutan, gafletten koruyan ve manevî ilerleyişini sağlayan bir faktördür.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
26/10/2025
![]()