KIYAMET VE Şİ‘RÂ’ YILDIZI

KIYAMET VE Şİ‘RÂ’ YILDIZI

“Kur’ân-ı Hakîmin baş haşiyelerinde, âyât-ı Kur’âniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı olmakla, envâr-ı Kur’âniye ve hakikat-i Furkaniye eyyâm-ı şer’iye ile altı bin altı yüz altmış altı sene kadar, küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize, o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için, izahlı bir cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: “Âsım’ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver.” Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:

Birinci esas: Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, divan-ı Nübüvvetin hem fatihası, hem hâtimesidir. Bütün enbiya onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (a.s.m.) cephe-i Âdem’den, tâ zât-ı mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek, intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Miracta kat’i bir surette ispat edildiği gibi, şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi, hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de, hakikat-i Kur’âniye zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) ile beraber, müteselsilen enbiyaların suhuf ve kütüplerinde nurlarını neşrederek, gele gele tâ nüsha-i kübrâsı ve mazhar-ı etemmi olan Kur’ân-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.

Bütün enbiyanın usul-ü dinleri ve esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitapları Kur’ân’da bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen fetret i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhureyle zaman-ı Âdem’den tâ kıyâmete kadar, eyyam-ı şer’iye ile tâbir edilen yedi bin seneden, fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı sene kadar, din-i İslâmın sırrını neşreden hakikat-i Kur’âniye, küre-i arzda ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor demektir.

İkinci esas: Malûmdur ki, küre-i arzın mihveri üstündeki hareketiyle, gece gündüzler ve medâr-ı senevîsi üstündeki hareketiyle, seneler hâsıl oluyor. Güneşle beraber herbir seyyarenin, belki sevâbitin ve Şemsü’ş-Şümusun dahi, herbirinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını gösteren bir hareketi ve medârı üzerinde deveranı dahi, bir nevi seneleri gösteriyor. Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın hitâbât-ı ezeliyesinde, o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki: Furkan-ı Hakîmde,

ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

تَعْرُجُ الْمَلٰۤئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ

gibi âyetler ispat ediyor.

Evet, kış günlerinde ve şimal taraflarında, gurup ve tulû mâbeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut, tâ güneşin mihveri üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ kozmoğrafyanın rivayetine göre, tâ “Rabbü’ş-Şi’râ” tâbiriyle Kur’ân’da nâmı ilân edilen ve şemsimizden büyük “Şi’râ” namında diğer bir şemsin, belki bin seneden ibaret olan gününden, tâ Şemsü’ş-Şümusun mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyâm-ı Rabbâniye vardır.

İşte semâvât ve arzın Rabbi, o Şemsü’ş-Şümus ve Şi’râ’nın Hâlıkı hitap ettiği vakit, o semâvât ve arzın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.

Madem eyyâmın lisan-ı şer’îde böyle ıtlâkatı vardır. İlmü’t-tabakatü’l-arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca, nev-i beşerin yedi bin sene değil, belki yüz binler sene geçirdiğini teslim de etsek, “Âdem’den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedi bin senedir” 5 olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış altı sene, Nur-u Kur’ân hükümfermâ olduğuna münâfi olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyâm-ı şer’iyenin, dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefsü’l-emirdeki eyyâmın hakikati, o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.

Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeâyı beyan ediyorum. Şöyle ki:

Şu dünyanın bir ömrü, ve şu dünyadaki küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü, ve küre-i arzda yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlûkatın ömürleri, saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl olan malûm eyyamla olduğu gibi, zîhayatın vücuduna mazhar olduğu zamandan itibaren, küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şemsin hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyamla olması hikmet-i Rabbâniyeden uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şemsü’ş-Şümusun hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyâm iledir.

Şu halde nev-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı malûme-i arziyeyle olsa, küre-i arzın hayata menşe olduğu zamandan, harabiyetine kadar, eyyam-ı şemsiye ile iki yüz bin seneden geçer. Ve Şemsü’ş-Şümusa tâbi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü -Şemsü’ş-Şümusun işarât-ı Kur’âniyeyle herbir günü 50.000 (elli bin) sene olmasıyla- yedi bin sene, o eyyâmla yüz yirmi altı milyar (126.000.000.000) sene yaşarlar. Demek, eyyâm-ı şer’iye tâbir ettiğimiz eyyâm-ı Kur’âniyede bunlar dahil olabilirler.

Evet, semâvât ve arzın Hâlıkı, semâvât ve arza bakan bir kelâmıyla semâvât ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi ve en mükemmel âhir meyvesi olan bir zâta hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur’ân’ın ulviyetine ve muhatabın kemâline yakışır ve ayn-ı belâgattir.

وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهِ
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْناَ

Said Nursî

• • •
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/barla-lahikasi/250/250

*****

YUKARIDAKİ MEKTUBUN İZAHI:

🌙 I. Genel Muhteva ve Özeti
Bediüzzaman, bir suale cevap verirken Kur’ân’ın 6666 ayetinin, onun nurlu hükmünün 6666 “ilâhî yıl” boyunca yeryüzünde süreceğine işaret ettiğini söyler.
Bu iddiayı açıklamak için üç esas ortaya koyar:
1. Esas: Hakikat-i Muhammediye ve Hakikat-i Kur’âniye’nin zinciri
• Nur-u Muhammedî (a.s.m.) ilk yaratılış nurudur; tüm peygamberler ondan feyiz almıştır.
• Kur’ân hakikati de, Hz. Âdem’den beri gelen bütün suhuf (sayfalar) ve kitapların özüdür.
• Yani Kur’ân, önceki bütün semavî kitapların bir hulâsası, en mükemmel nüshasıdır.
• Bu sebeple, hakikat-i Kur’âniye Hz. Âdem’den kıyamete kadar çeşitli perdeler altında (yani değişen şeriatlar ve peygamberler vasıtasıyla) yayıla yayıla gelmiştir.
• Fetret-i mutlak (vahyin tamamen kesildiği ara dönem) çıkarıldığında, bu nurun yaklaşık 6666 yıl boyunca dünyada hüküm süreceğini bildirir.
2. Esas: “Eyyâm-ı Şer’îye”nin farklı boyutları
Burada “eyyâm” (günler) kelimesinin Allah katındaki anlamı açıklanır:
• Kur’ân’da geçer:
“…Rabbinin katında bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.” (Secde, 5)
“Melekler ve Ruh, O’na elli bin sene kadar olan bir günde yükselirler.” (Meâric, 4)
• Yani “gün” kavramı, sadece dünya ölçüsündeki 24 saat değildir.
• Dünyanın kendi ekseninde dönüşü → 1 gün (dünya günü)
• Dünyanın güneş etrafında dönmesi → 1 yıl (dünya yılı)
• Güneşin kendi ekseninde dönüşü → “güneş günü” (yaklaşık 25 gün)
• Şemsü’ş-Şümus (güneşlerin güneşi) olarak anılan merkez yıldızın dönüşü → 50.000 yıllık “ilâhî gün” olabilir.
Dolayısıyla, eyyâm-ı şer’îye dediğimiz ilâhî günler, birkaç saatten elli bin seneye kadar uzanabilir.
Bu yüzden “Âdem’den kıyamete kadar 7000 yıl” hadisi, bizim zaman ölçümüzle değil, Allah katındaki farklı “eyyâm” ölçüsüyle olabilir.
3. Esas: İnsan, Dünya ve Kâinatın Ömrü
Bediüzzaman burada üç katlı bir zaman ölçüsü ortaya koyar:
• İnsanın ömrü, dünyanın kendi hareketleriyle ölçülür (yani bize göre gün ve yıl).
• Dünyanın ömrü, güneşin mihveri (ekseni) üzerindeki dönüşüyle ölçülür.
Bu da yaklaşık 200.000 yıl eder.
• Kâinatın ömrü, Şemsü’ş-Şümus’un (galaksiler merkezindeki büyük yıldızlar sisteminin) hareketiyle ölçülür.
Her bir günü elli bin yıl kabul edilirse, kâinatın ömrü yaklaşık 126 milyar yıl kadar olabilir.
Bu, kozmik ölçekte zamanın farklı işlediğini gösterir.
Her bir “gün”, bağlı bulunduğu sistemin büyüklüğüne göre farklı bir uzunlukta olur.

🌟 II. “Rabbu’ş-Şi’râ” Nedir?
Kur’ân’daki Ayet:
وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَىٰ
“Ve doğrusu, Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur.” (Necm, 49 )
İzahı:
• Şi’râ, Arapların Sirius adını verdiği çok parlak bir yıldızdır.
• Gökyüzündeki en parlak yıldızdır.
• Bizim Güneşimizden yaklaşık 25 kat daha parlaktır.
• Eski cahiliye Arapları Şi’râ yıldızına taparlardı.
Bu ayet, onların şirk inancını reddederek, “O yıldızın Rabbi de Allah’tır” buyurur.
• Bediüzzaman, bu yıldızın Kur’ân’da anılmasını “şemsimizden büyük bir yıldız olduğu” için önemli görür.
Ve “Şi’râ” gibi büyük yıldızların da kendi mihverlerinde devrettiklerini, onların her bir “gün”ünün binler, milyonlar sene olabileceğini söyler.
Yani “Rabbu’ş-Şi’râ” tabiri, hem tevhidin ilanı (tapınmayı reddeder) hem de kâinatın genişliğine bir işaret olarak zikredilmiştir.
Kur’ân bu tarz ifadelerle, zamanın ve varlığın genişliğini bildirmektedir.

🌌 III. Netice (Bediüzzaman’ın vardığı mana)
• Kur’ân’ın 6666 ayeti, onun cihanşümul hükmünün 6666 “ilâhî yıl” süreceğini ima eder.
Yani, İslâmiyet ve Kur’ân’ın nuru, farklı perdeler altında uzun çağlar boyunca sürecektir.
• “Eyyâm-ı Şer’îye”, bizim bildiğimiz günlerle sınırlı değildir; Allah katında çok farklı “zaman boyutları” vardır.
• İnsanın ömrü – dünyanın ömrü – kâinatın ömrü arasında, saatin içindeki dişliler gibi orantılı bir düzen vardır.
• İnsan: birkaç bin yıl,
• Dünya: yüzbinler yıl,
• Kâinat: milyarlarca yıl.
• Bu düzen, Allah’ın kudretinin büyüklüğünü ve Kur’ân’ın hitabının ulviyetini gösterir.

🕊️ Son Cümle (Bediüzzaman’ın duası)
وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهِ
“İlim Allah katındadır. Allah, Kitabının sırlarını en iyi bilendir.”
Bu ifadeyle Bediüzzaman, bu kozmik sırların tam açıklığının ancak Allah’a ait olduğunu, kendisinin sadece bir tefekkür penceresi açtığını belirtir.
🔹 Kısaca:
• Kur’ân’ın 6666 ayeti, Kur’ân’ın dünya üzerindeki hüküm süresine bir remizdir.
• “Eyyâm-ı Şer’îye” (ilâhî günler), bizim ölçümüzle değil, Allah katındaki ölçülerle anlaşılır.
• “Rabbu’ş-Şi’râ”, Sirius yıldızının Rabbi, yani en büyük yıldızların bile Allah’ın emrinde olduğunu ilan eder.
• Dünya, insan ve kâinatın ömürleri, birbirine bağlı zaman dişlileri gibidir.
• Son hüküm: Zamanın da mülkün de sahibi Allah’tır.

********

Eyyâm-ı Şer’îye – İlâhî Günler ve Kâinatın Ömrü

Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân’daki ayetlerin sayısı olan altı bin altı yüz altmış altı (6666) adedinin, Kur’ân’ın dünya üzerindeki hüküm süresine işaret ettiğini ifade eder. Bu işaret, Kur’ân’ın nurlarının altı bin altı yüz altmış altı “ilâhî gün” müddetince, yani çok uzun zamanlar boyunca, yeryüzünde farklı perdeler altında hüküm süreceğini gösterir.
Bu mesele anlaşılabilmek için, “eyyâm-ı şer’îye” yani “ilâhî günler” kavramını doğru anlamak gerekir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de geçen “gün” kelimesi, yalnızca bizim bildiğimiz yirmi dört saatlik zaman dilimini ifade etmez. Allah katındaki “gün”ler, mahlûkatın büyüklüğüne ve kâinatın düzenine göre farklı uzunluklarda olabilir.

İnsanın, Dünyanın ve Kâinatın Ömrü
Bediüzzaman, kâinattaki zaman tabakalarını bir saat misaliyle açıklar. Nasıl bir saatte saniye, dakika ve saat dişlileri birbirine bağlı olarak dönüyorsa; insanın, dünyanın ve kâinatın ömürleri de birbirine nispetli şekilde birbirine bağlıdır.
Birinci olarak, insanın ömrü dünya günleriyle ölçülür. Hz. Âdem’den kıyamete kadar olan insanlık tarihi, rivayetlere göre yedi bin sene civarındadır. Bu, bizim bildiğimiz yedi bin dünya yılı demektir.
İkinci olarak, dünyanın ömrü güneşin kendi ekseni üzerindeki dönüşüyle ölçülür. Yani dünya, hayatın başladığı zamandan kıyamete kadar geçen zamanı, “güneş günleri”ne göre yaşar. Güneşin bir günü, yaklaşık yirmi beş dünya gününe denktir. Bu ölçüyle dünyanın ömrü, iki yüz bin dünya yılı kadar olabilir.
Üçüncü olarak, kâinatın ömrü, “Şemsü’ş-Şümus” yani güneşlerin güneşi hükmünde olan merkezî yıldız sistemlerinin hareketiyle ölçülür. Kur’ân’da “Bir gün, sizin saydığınız elli bin sene gibidir” (Meâric, 4) buyurulur. Bu ölçüye göre, kâinatın ömrü yüz yirmi altı milyar dünya yılı kadar sürebilir.
Bu üç tabaka, yani insan, dünya ve kâinat zamanı; birbiri içinde dönen dişliler gibidir. Her biri, bir üstündekine bağlı şekilde devreder.

Eyyâm-ı Şer’îye’nin (İlâhî Günlerin) Mahiyeti
“Eyyâm-ı Şer’îye”, yani “şer’î günler” tabiri, yalnız dünya zamanına mahsus değildir. Kur’ân’da geçen şu ayetler, bu hakikati beyan eder:
“Sonra Allah’a, sizin saydığınız bin yıl kadar bir günde yükselir.” (Secde, 5)
“Melekler ve Ruh, O’na elli bin sene kadar olan bir günde yükselir.” (Meâric, 4)
Bu ayetler gösteriyor ki, Allah katında bir “gün”, bizim ölçülerimizle binlerce, hatta on binlerce seneye denk gelebilir. O hâlde, “Âdem’den kıyamete kadar yedi bin sene” rivayeti de bu ilâhî günlerin bir ifadesidir; bizim takvimimize göre değil, Allah katındaki “eyyâm” ölçüsünedir.
Bediüzzaman, bu hakikati şöyle açıklar:
“Eyyâm-ı şer’iyenin, dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü vardır.”
Yani “ilâhî günler”, mahlûkatın seviyesine göre genişleyen zaman daireleridir.

Rabbu’ş-Şi’râ – Sirius Yıldızının Rabbi
Kur’ân-ı Kerîm, Necm Sûresi’nin 49. âyetinde şöyle buyurur:
“Ve doğrusu, Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur.”
وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَىٰ
“Şi’râ”, bugünkü astronomi ilmine göre Sirius yıldızıdır. Göklerin en parlak yıldızıdır ve güneşimizden yaklaşık yirmi beş kat daha parlaktır. Cahiliye devrinde bazı Arap kabileleri bu yıldıza taparlardı. Bu ayet, onların yanlış inançlarını reddederek, o büyük yıldızın dahi Allah’ın kudreti altında olduğunu beyan eder.
Bediüzzaman, Kur’ân’ın bu ifadeyi kullanışındaki hikmete dikkat çeker. Ona göre Şi’râ yıldızı, “Şemsü’ş-Şümus” türünden yani güneşlerden daha büyük yıldızlardan biridir. Kur’ân’da bu yıldızın zikredilmesi, hem Allah’ın yüceliğini, hem de kâinatın büyüklüğünü gösterir. Aynı zamanda zamanın farklı boyutlarda işlediğine de bir işarettir. Çünkü o yıldızların bir “günü”, bizim binlerce yılımız kadar olabilir.

6666 Ayet ve 6666 İlâhî Yılın İşareti
Bediüzzaman’a göre Kur’ân’daki 6666 ayet, yalnız sayısal bir bilgi değildir. Bu sayı, Kur’ân’ın **nurlarının yeryüzünde hüküm süreceği 6666 “ilâhî yıl”**a da işaret eder. Yani Kur’ân, farklı devirlerde, farklı suretlerde ve perdeler altında hakikatini neşretmeye devam edecektir.
Bu 6666 yıl, bizim takvimimizle değil, “eyyâm-ı şer’îye” denilen Allah katındaki zaman ölçüsüyledir. O hâlde bu işaret, Kur’ân’ın nurunun, kıyamete kadar sürecek olan uzun mânevî hâkimiyetine bir remizdir.
Sonuç ve Hikmet
Netice olarak, insanın ömrü, dünyanın ömrü ve kâinatın ömrü birbiriyle bağlantılıdır. Her biri, Allah’ın kudretine göre tayin edilmiş zaman daireleri içinde döner. Kur’ân-ı Kerîm, yalnız dünya merkezli bir kitap değildir; bütün kâinatı kuşatan bir kelâm-ı ezelîdir.
Kur’ân’da geçen “Rabbu’ş-Şi’râ” gibi ifadeler, hem tevhidin yüceliğini hem de kâinatın büyüklüğünü beyan eder. Zaman, Allah katında izafîdir; mahlûkata göre değişir. Bu sebeple “eyyâm-ı şer’îye” kavramı, bizim sınırlı ölçülerimizi aşan bir mânâ taşır.
Bediüzzaman, bu derin hakikatleri beyan ettikten sonra şu cümleyle meseleyi tamamlar:
“İlim Allah katındadır. Allah, Kitabının sırlarını en iyi bilendir.”
وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهِ
Bu ifadeyle, böyle yüksek meselelerin tam mahiyetini yalnız Allah’ın bileceğini, insanların ise ancak işaretlerden bir kısmını idrak edebileceğini bildirir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 25th, 2025