BERCESTE VE İZAHI – 127–
BERCESTE VE İZAHI – 127–
Râşid’den Hikmet ve Dostluk Bağlantısında Bir Bakış
Râşid’in beyti şöyledir:
”Hem-râz aramak kaydına düş râzdan evvel
Encâmını fikret işin ağâzdan evvel”
Bu beyit, hem dostluk hem de işlerin idaresi hakkında iki mühim hikmeti ihtiva eder. Râşid, bu mısralarda “Sırlarını açığa vurmadan evvel onları güvenerek söyleyebileceğin bir sırdaş bul. Herhangi bir işe başlamadan önce o işin sonunu düşün.” demektedir. Bu iki nasihat, birbirinden ayrı gibi görünse de, derûnî bir bütünlüğe ve uyuma sahiptir.
İlk olarak, “Hem-râz aramak kaydına düş râzdan evvel,” mısraı, dostluğun ve güvenin ehemmiyetine nazarı çeker. Sır, insanın en derûnî ve hassas noktasıdır. Onu herkese ifşa etmek, insanın kendi elini ateşe atması gibidir. Bu yüzden, sırrı emanet edebilecek, güvenilir bir sırdaş bulmak, sırrın kendisinden daha önemlidir. Zira sırrı taşıyamayan bir dosta emanet edilen bir sır, insanın aleyhine bir silaha dönüşebilir. Bu sebeple, sırdaş seçimi, hayatın en mühim kararlarından biridir. Bu mısra, bizi bu hususta teyakkuzda olmaya davet eder.
İkinci mısra, “Encâmını fikret işin ağâzdan evvel,” ise her türlü iş ve teşebbüste akıl ve basiretin faziletini vurgular. Bu mısra, bir işe başlamadan önce onun neticesini, sonuçlarını, olası muhtemel menfi ve müspet neticelerini iyi düşünmemiz gerektiğini ihbar eder. Bu, ani kararların ve fevrî hareketlerin önüne geçmek için mühim bir düşünce ve hikmet yoludur. Başlamadan önce sonucu düşünmek, sadece başarısızlığı önlemekle kalmaz, aynı zamanda daha sağlam, daha isabetli ve daha verimli bir yol haritası çizmeye yardımcı olur. Bu, aynı zamanda İslam düşüncesinde ve hikmetinde yer alan “tefekkür” ve “tedbir” mefhumlarının da bir özeti gibidir.
Bu iki mısra arasındaki bağlantı ise şöyledir: Her ikisi de “önce düşün, sonra hareket et” düşüncesine dayanmaktadır. Sırrı ifşa etmek bir iştir; bu işin neticesini (sırrın ifşasının muhtemel sonuçlarını) düşünmeden önce (sırrı ifşa etme işine başlamadan önce) sırdaşını seçmek icab eder. Benzer şekilde, herhangi bir işe başlamadan önce onun neticesini düşünmek, o işin salahiyeti için elzemdir.
Özet: Bu makale, Râşid’in beytinden hareketle, sırdaş seçimi ve bir işe başlamadan önce onun neticesini düşünmenin ehemmiyetini izah etmiştir. Her iki nasihatin de “düşünce ve tefekkür” faziletine dayandığı, ani ve fevri hareketlerden kaçınmanın lüzumu bu makalenin ana fikridir.
Yunus Emre’den Sabır ve Vefa Bağlantısında Bir Tasvir
Yunus Emre’nin beyti şöyledir:
”Yüz bin cefâ kılsan bana
Senden yüzüm döndürmezem
Canım dahi alur isen
Senden yüzüm döndürmezem”
Bu beyit, vefanın ve sabrın zirvesini tasvir eden bir beyandır. Yunus Emre, bu mısralarda ilahi aşkın veya hakiki dostluğun nihai hudutlarını gösterir. “Bana yüz bin defa eza ve cefa etsen de senden yüzümü döndürmem, vazgeçmem. Canımı dahi alsan senden yüzümü döndürmem, vazgeçmem” diyerek, şartsız ve karşılıksız bir bağlılığı ve aşkı beyan eder. Bu mısralar, beşerî münasebetlerin ötesinde, hakiki aşkın ve teslimiyetin bir remzidir.
Bu beyitteki derin bağlantı, insanın tabiatındaki zayıflık ve nefsî meyil ile ilahi aşkın kudreti arasındaki aykırılığı gösterir. İnsan, genellikle menfaat ve karşılık beklentisiyle sever. Lakin Yunus’un ifade ettiği aşk, menfaatten ve karşılıktan mücerret (uzak) bir aşktır. Bu aşkta, cefa da lütuf gibi karşılanır. Çünkü aşığı bu cefa ve imtihanlardan geçiren maşuktur. Bu cefa, aşığın maşukuna olan bağlılığını ve aşkını isbat etmesi için bir imtihan vesilesi olur. Canın alınması gibi en büyük musibet dahi, aşığın maşukundan yüz çevirmesine sebep olmaz. Bu, aşığın maşukuna olan nihai teslimiyetinin ve aşkın nihai isbatıdır.
Bu durum, insana bir ders ve bir ibret sunar: Hakiki bağlılık, zor anlarda, musibet ve sıkıntı zamanlarında belli olur. Sadece rahat ve huzurlu anlarda kurulan bağlılıklar, hakiki değildir ve zahiri bir nitelik taşır. Yunus’un bu beyiti, bize vefanın ne olduğunu, sabrın ve tahammülün zirvesinin nerede bittiğini gösterir. Bu, sadece bir şairane ifade değil, aynı zamanda tasavvuf ve hikmet düşüncesinin de bir özeti gibidir. Hakiki bir derviş, maşukundan gelen her şeye rıza gösterir ve asla ondan yüz çevirmez.
Özet: Bu makale, Yunus Emre’nin beytinden hareketle, hakiki aşkın ve vefanın karşılıksız ve şartsız olduğunu izah etmiştir. Cefaya ve musibete karşı sabır ve teslimiyetin, bağlılığın hakiki ve derûnî bir isbatı olduğu ve insanlara bu konuda mühim bir ibret ve ders sunduğu bu makalenin ana fikridir.
Alvarlı Muhammed Lütfi’den Hayat ve Sıkıntı Bağlantısında Bir Nazar
Alvarlı Muhammed Lütfi’nin beyti şöyledir:
”Bu derd mey-hânesinde kimi gördün şâdmân olmuş
Bu gam-hâne-i mihnetde belâdan kim emân bulmuş”
Bu beyit, hayatın (tabiatın) mahiyetini ve insanın içinde bulunduğu durumu bir tenkit nazarıyla tasvir eder. Alvarlı Muhammed Lütfi, bu mısralarda “Bu dert yurdunda kimin mutlu olduğunu gördün? Bu sıkıntı ve keder evinde beladan kim kurtulmuştur, kim huzur bulmuştur?” diye sorar. Bu sualler, cevabı derûnî bir tefekkürle dolu olan suallerdir. Şair, hayatı bir “dert meyhanesi” ve bir “gam-hâne-i mihnet” olarak tasvir ederek, hayatın zahirî güzelliklerinin ardında yatan derûnî hakikati gösterir.
Hayat, insan için bir imtihan ve bir mücadele yeridir. Bu makamda, sevinç ve hüzün, hastalık ve sıhhat, varlık ve yokluk gibi zıt durumlar daima mevcuttur. Hiçbir insan, tam manasıyla ve sonsuza kadar dert ve sıkıntılardan uzak duramaz. Zira hayatın yapısı bu zıtlıklardan mürekkeptir. Bu beyit, bize bu gerçeği hatırlatır ve bizi bir yanılgıdan (yanılmadan) kurtarır: Hayatın, sadece zevk ve sefa yeridir yanlış inancından.
Şairin bu sualleri, bize bu fani hayatta kalıcı ve mutlak bir mutluluk aramanın beyhude olduğunu hatırlatır. Asıl mutluluk, dertlerin ve sıkıntıların ötesinde, ruhi ve derûnî bir hal olan rıza ve teslimiyettedir. Beladan emin olmak ise ancak bu hayatın nihayetinde, ahirette mümkündür.
Bu beyit, insanı bu fani dünya hayatına aşırı derecede bağlanmaktan alıkoyar. Bize, hayatın zorluklarına karşı sabırlı olmayı ve her hadisenin bir imtihan ve bir hikmet taşıdığını düşünmeyi öğretir. Hayatın gerçek mahiyeti üzerine tefekkür etmek, insana daha mütevazı ve daha manevî bir bakış açısı kazandırır.
Özet: Bu makale, Alvarlı Muhammed Lütfi’nin beytinden hareketle, dünya hayatının dert ve sıkıntılarla dolu bir imtihan yeri olduğunu izah etmiştir. Bu hayatta mutlak mutluluk ve huzur aramanın beyhude olduğunu, asıl saadetin ruhî ve manevî bir rızada olduğunu vurgular. Beyit, fani hayatın yapısı üzerine tefekkür etmeye ve buna göre bir hayat nizamı kurmaya davet eder.
Yahya Kemal Beyatlı’dan Sanat ve İlhâm Bağlantısında Bir Bakış
Yahya Kemal Beyatlı’nın beyti şöyledir:
”Şeb-i lâhûtda manzûme-i ecrâm gibi
Lafz-ı ‘Bişnev’le doğan debdebe-i ma’nâyız”
Bu beyit, şairin kendi sanat anlayışını ve şiirin derûnî mahiyetini tasvir eder. Yahya Kemal, bu mısralarda “Kutsal bir gecede, semada, şiirin muazzam manzumesine benzer bir intizamla bir araya gelen yıldızlar gibi, “Dinle!” lafzıyla doğan mananın ihtişamıyız” demektedir. Burada, “Bişnev” kelimesi, Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin ilk kelimesine bir işaret ve göndermedir. Bu gönderme, Yahya Kemal’in şiirini sadece bir söz sanatı olarak değil, aynı zamanda manevî ve derûnî bir ilhamın bir tezahürü olarak gördüğünü gösterir.
Beyitteki tasvir, sanatın ve şiirin kaynağının manevî olduğunu gösterir. “Lâhût” kelimesi, ilahi ve manevî âlemi ifade eder. Bu, şiirin ve sanatın, maddi âlemden ziyade, manevî âlemden gelen bir ilhamla meydana geldiği düşüncesini güçlendirir. Şair, kendisini “yıldızlar gibi” bir araya gelmiş ve “Dinle!” lafzıyla meydana gelmiş bir mana ihtişamı olarak görür. Bu, sanatın bir tesadüf eseri değil, bilakis ilahi bir intizam ve bir hikmetin neticesi olduğunu gösterir.
Bu beyit, aynı zamanda sanatın sadece güzellik değil, aynı zamanda mana ve hakikat taşıması gerektiğini de beyan eder. Yahya Kemal’in bu beyanından anlaşıldığı üzere, hakiki sanat, derûnî bir mana ve hikmet ihtiva eder. Sadece dış güzelliklere odaklanan bir sanat, eksik kalmaya mahkumdur. Bu yüzden, Yahya Kemal, sanatı yıldızların intizamına ve ilahi bir ilhamla meydana gelen bir manaya benzetir.
Bu beyit, bize sanatın ve şiirin hakiki ehemmiyetini ve hikmetini gösterir. Sanat, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda insanı daha yüksek manevî ufuklara taşıyan bir vasıtadır. Bu, bize bu konuda daha derinlemesine düşünme imkanı sunar ve sanatın değerini takdir etmeye davet eder.
Özet: Bu makale, Yahya Kemal Beyatlı’nın beytinden hareketle, şiirin ve sanatın kaynağının manevî bir ilham olduğunu izah etmiştir. Şairin sanatı, yıldızların intizamına ve ilahi bir ilhama dayanan derûnî bir mana ihtiva eder. Bu beyit, sanatın sadece dış güzelliklere değil, aynı zamanda derûnî bir mana ve hikmete de sahip olması gerektiğini vurgular.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
25/10/2025
![]()