Kur’ân’da Bilimsel Delillerin Metafizik Yorumu
Kur’ân’da Bilimsel Delillerin Metafizik Yorumu
Kur’ân-ı Kerîm, bir fen kitabı değildir; fakat kâinatın Sâni’i (Sanatkârı) olan Allah’ın kelâmı olduğu için, kâinat kitabının âyetlerine (delillerine) atıflarda bulunur. Bu atıflar, insanları sadece ilmî bir gerçeği öğrenmeye değil, o gerçeğin arkasındaki hikmeti, kudreti ve tevhidi görmeye davet eder.
1. “Ve gönderdiğimiz rüzgârlar döllendirir.” (Hicr 22) Âyetinin Tahlili
Cenâb-ı Hak, Hicr Sûresi’nde şöyle buyurur:
“Biz rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik; gökten su indirip onunla sizin su ihtiyacınızı karşıladık. Onu depolayan siz değilsiniz.” (Hicr, 15/22)
Bu mübarek âyet, hem ilmî bir i’câzı hem de derûnî bir hikmeti bir arada barındırır.
• İlmî Yorumu:
• Bitkilerin Aşılanması: Âyetin ilk ve en zâhirî manası, rüzgârların bitkilerdeki tozlaşmayı (döllenmeyi) sağladığıdır. Erkek bitkilerden aldığı polenleri (telkîh tozlarını) dişi bitkilere taşıyan rüzgârlar, meyve ve tohumların oluşmasına, yani hayatın devamına vesile olur. Bu ilmî hakikat, ancak asırlar sonra botanik ilmiyle teferruatlı bir şekilde isbat edilmiştir.
• Bulutların Aşılanması: Modern meteoroloji ilmi, yağmurun teşekkülünde rüzgârların mühim bir rol oynadığını ortaya koymuştur. Rüzgârlar, taşıdıkları tuz ve toz parçacıklarıyla bulutları “aşılayarak” su buharının yoğunlaşmasını ve yağmur damlalarının oluşumunu tetikler. Âyetteki “aşılayıcı” (levâkıha) ifadesi, bu ilmî keşfe de fevkalâde bir şekilde işaret etmektedir.
• Hikmetî ve Metafizik Yorumu: Âyetin asıl gayesi, bu ilmî hadiseyi haber vermekten ziyade, bu hadisenin arkasındaki Kudret-i İlâhiyye’yi göstermektir.
• Tevhid Delili: Cansız, şuursuz ve kör bir tabiat unsuru olan rüzgâr, nasıl olur da hayatın en hassas ve en hikmetli bir ameliyesi olan “dölleme” ve “aşılama” fiilini yapabilir? Bu vazifeyi ona kim vermiştir? Rüzgârın, bir bitkinin polenini tam ihtiyaç anında diğerine ulaştırması veya bulutların içindeki su buharını tam zamanında yağmura dönüştürmesi, tesadüfün eseri olamaz. Demek ki rüzgâr, kendi başına hareket eden bir fâil değil, Alîm ve Hakîm bir Zât’ın emrinde hareket eden bir memurdur. O, sadece ilâhî kudretin ve iradenin elinde bir perdedir.
• Rahmet ve Rezzâkiyet: Bu “aşılama” fiilinin neticesinde yeryüzü hayat bulur, bitkiler ve ağaçlar meyve verir, gökten hayat kaynağı olan su iner. Bütün bunlar, Cenâb-ı Hakk’ın Rahmâniyet ve Rezzâkiyet (rızık vericilik) sıfatlarının bir tecellisidir. Rüzgâr, bu ilâhî rahmetin ve rızkın bize ulaşmasında vazifeli bir hizmetkârdır.
• Sebeplerin Acziyeti: Âyet, sebeplere takılıp kalmamamız için bizi uyarır. Rüzgâr bir sebeptir, lâkin hakiki müessir (tesir edici) değildir. Bu nazarladır ki, Kur’ân sadece hadiseyi tasvir etmez, aynı zamanda o hadisenin Fâil-i Hakikîsi’ne işaret ederek tefekkür ufkumuzu açar.
2. Maddenin Yapısındaki Tevhidî Düzenin “Tesbih” Kavramıyla Açıklanması
Kur’ân-ı Kerîm, kâinattaki her bir mevcudun Allah’ı tesbih ettiğini, yani O’nu noksan sıfatlardan tenzih edip kemâl sıfatlarıyla zikrettiğini beyan eder:
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihini anlamazsınız. O halîmdir, çok bağışlayıcıdır.” (İsrâ, 17/44)
Bu tesbih, sadece lisan ile yapılan bir zikir değildir. Maddenin yapısındaki nizam, bu “fiilî tesbihin” en büyük isbatıdır:
• Nizam Tesbihi: Bir atomun yapısını tefekkür edelim: Çekirdek etrafında akıl almaz bir süratle dönen elektronlar, kendilerine tayin edilen yörüngeden bir an bile şaşmazlar. Bu baş döndürücü hareket içindeki muazzam nizam ve itaat, o atomun “lisan-ı hâl” ile (hâl diliyle) kendisini bu şekilde tanzim eden Nazzâm-ı Ezelî’yi tesbih etmesidir. Bu nizamıyla, “Benim Sâni’im abes iş yapmaz, O’nun işinde kaos ve karmaşa yoktur” der.
• Vazife Tesbihi: Her bir zerre, her bir element, kendisine verilen kimyevî ve fizikî vazifeleri harfiyen ve hatasız bir şekilde yerine getirir. Hidrojen ile oksijen belirli bir nisbette birleşerek hayatın kaynağı olan suyu teşkil eder. Bu, onların ilâhî kanunlara mutlak teslimiyetidir ve bu teslimiyet, bir tesbih nevidir. Onlar bu vazifelerini icra ederek, “Bizi bu vazifeyle görevlendiren Rabbimiz her türlü noksanlıktan münezzehtir” manasını ifade ederler.
• Tevhidî Düzen: Atomdan galaksilere kadar bütün varlık âlemi, aynı fizik kanunlarına, aynı matematiksel prensiplere tabiidir. Yeryüzündeki bir elmayı yere düşüren kanun (yer çekimi) ile gezegenleri yörüngelerinde tutan kanun aynıdır. Bu cihanşümul birlik ve ahenk, bütün kâinatın tek bir Sâni’in, tek bir Kanun Koyucu’nun eser-i sanatı olduğunu haykırır. İşte bu tevhidî düzen, kâinatın en büyük ve en gür sada ile yaptığı küllî bir tesbihtir.
3. Kuantum Fiziği ve Kur’ân’daki “Gayb-Şehadet” Ayrımının Karşılaştırılması
Kur’ân-ı Kerîm, varlık âlemini temel olarak ikiye ayırır: Âlem-i Şehadet (duyularla ve aletlerle idrak edilebilen, görünen âlem) ve Âlem-i Gayb (mahiyeti duyularla ve aletlerle idrak edilemeyen, görünmeyen âlem).
• Âlem-i Şehadet: Fizikî kâinattır. Modern bilimin inceleme sahası bu âlemdir.
• Âlem-i Gayb: Allah’ın Zât’ı ve sıfatları, melekler, ruh, kader, cinler, Cennet, Cehennem gibi hakikatleri ihtiva eder. Bu âlemin anahtarları yalnızca Allah’ın katındadır.
Kuantum fiziği, 20. asırda maddenin en temel seviyesindeki davranışlarını inceleyen bir ilim dalıdır ve getirdiği neticeler, klasik fiziğin maddeye bakışını temelden sarsmıştır. Bu neticelerin, Kur’ân’daki “gayb-şehadet” ayrımıyla mukayesesi, tefekküre medar olacak latîf işaretler sunar:
• Maddenin Katı ve Kesin Olmayışı: Klasik fizik, maddeyi katı, kesin ve tam olarak bilinebilir bir yapı olarak tasvir ederdi. Kuantum fiziği ise, atom altı parçacıkların hem dalga hem de parçacık özelliği gösterdiğini, yani belirsiz bir “potansiyeller bulutu” halinde var olduğunu ortaya koydu. Bu parçacıklar, ancak bir gözlem veya ölçüm yapıldığında belirli bir konumda “tezahür” ederler. Bu durum, gördüğümüz ve ölçtüğümüz bu şehadet âleminin, temelinde daha akışkan, belirsiz ve idrakimizin ötesinde bir “gaybî” hakikatten neş’et ettiğine bir işaret olarak yorumlanabilir.
• Belirsizlik İlkesi (Heisenberg): Bu ilkeye göre, bir parçacığın konumunu ve hızını aynı anda tam bir kesinlikle bilmek imkânsızdır. Bu, insan aklının ve ilmî gözleminin, şehadet âleminin dahi en temel yapısını tam olarak kuşatmaktan âciz olduğunun ilmî bir itirafıdır. Bu acziyet, şehadetin arkasında, bizim bilgimiz ve ölçümlerimizle kayıt altına alınamayan bir “gayb” boyutunun varlığını akla yakınlaştırır.
• Gözlemci Etkisi: Gözlemcinin, gözlemlediği sistemin durumunu değiştirmesi, modern fiziğin en hayret verici bulgularındandır. Bu, “şuur”un veya “bilgi”nin, maddî gerçeklikten ayrı ve ona tesir eden bir faktör olduğunu gösterir. Materyalist felsefenin “her şey maddeden ibarettir” şeklindeki yanlış inancını temelden sarsar. Şuurun maddeye olan bu tesiri, bütün kâinatın mutlak ve her şeyi kuşatan bir İlim ve Şuur Sahibi’nin (Allah’ın) kontrolünde olduğu hakikatine aklı yaklaştırır.
Mühim Bir Tenkit: Bu mukayesede şu husus unutulmamalıdır: Kuantum fiziği, “gayb” âlemini isbat etmez. Zira o, hâlâ fizikî âlemin sınırları dahilinde bir ilimdir. Lakin kuantum fiziğinin bulguları, 19. asır materyalizminin ve determinizminin (her şeyin önceden belli ve hesaplanabilir olduğu inancının) kalesini yıkmıştır. Maddeyi daha esrarlı, daha az anlaşılır ve kendi kendine yeterli olmaktan uzak bir yapı olarak tasvir ederek, aklın nazarında metafizik âleme ve gayba bir kapı aralamıştır. Kâinatın, gördüğümüzden ibaret olmadığını, zâhirî sebeblerin arkasında görünmeyen bir irade ve kudretin işlediğini kabul etmeyi, ilmî olarak daha makul bir zemin haline getirmiştir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
19/10/2025