BERCESTE VE İZAHI – 92–

BERCESTE VE İZAHI – 92–

​1.: Beka Yolunun Rehberi: Sadakat
• ​İktibas: “Olur reng-i ta’alluk reh-zen-i dâr-ı bekâ Nâbî / Anınçün sâdelikten gayrı reng olmaz kefenlerde” – Nâbi
• ​İzah: Ey Nâbi! Dünyanın alayışına, süsüne gönlünü kaptırmak, fani dünyanın sevgisine kalpte yer vermek, sonsuzluk âlemine giden yolculukta yol kesici bir hüviyete sahiptir. Bundan dolayı bu yolculuğa çıkarken giyilen kıyafet olan kefende sadelikten başka bir renk yoktur.
​İktibas ve İzahın Tahlili
​Nâbi’nin bu derinlikli beyti, hayatın fani cephesine bir tenkit, beka âlemine ise bir davettir. “Reng-i ta’alluk,” yani düşkünlük ve bağımlılık renkleri, dünyevî hırsların ve süslerin metaforudur. Bu renkler, ruhun asli gayesinden uzaklaşmasına ve sonsuzluğa giden yolda birer engel teşkil etmesine sebep olur. Nâbi, beytin ikinci mısraında bu hakikati enfes bir benzetmeyle nihayetlendirir: Kefenin renksizliği. Kefen, her türlü dünyevi statü, servet ve ihtirastan soyunmayı temsil eder. O beyaz ve sade kumaş, herkesin eşit olduğu, maddi bağlardan arındığı nihai hâli gösterir. Bu makalede, bu hakikatten yola çıkarak, dünyaya karşı takınılması gereken tavrı ve kalbi dünyevî kirlerden arındırmanın ehemmiyetini ele alacağız.
​Dünya Bir Gölge, Ahiret ise Aslıdır
​İnsan, bu dünyaya bir misafir olarak gelmiştir. Hakiki vatanı ise ebedî olan ahiret yurdudur. Lakin çoğu insan, bu fani dünyanın aldatıcı cazibesine kapılarak, asıl gayesini ve vazifesini unutur. Süslü ve gösterişli hayatlar peşinde koşarken, kalplerine dünyaya ait renkleri doldurur. Bu renkler, manevi hayatı karartan, ruhu boğan, nefsin arzu ve heveslerinden müteşekkil bir zehir gibidir. Oysa akıllı insan, bu gölge âlemin ardındaki hakikati arar ve kalbini, dünya malı, makamı, şöhreti gibi fani şeylere değil, Allah’a ve O’nun rızasına bağlar.
​Nâbi’nin de işaret ettiği üzere, kalpte dünyaya karşı beslenen her bir sevgi, beka yolunda bir yol kesicidir. Bir mümin için asıl olan, kalbindeki sevginin en üst mertebesine Allah’ı yerleştirmektir. Şayet kalbin en müstesna yerine dünya sevgisi yerleşirse, o kalp manevi hastalıklara duçar olur. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Dünya sevgisi her hatanın başıdır.” Bu hadis-i şerif, Nâbi’nin beytindeki hikmeti tam anlamıyla teyit eder. Dünyayı bir vasıta olarak değil de bir gaye olarak görmek, insanı manevi bir körlüğe sevk eder.
​Sadeliğin Hakikatı ve Kefenin Dersi
​Nâbi, beytin ikinci mısrasında, bu yol kesicilikten kurtulmanın ve beka yurduna salimen ulaşmanın şifresini verir: “kefenlerde sadelikten gayrı renk olmaz.” Kefen, sadece bir cenaze örtüsü değildir; o, aynı zamanda hayatın en büyük dersini barındıran bir semboldür. Hayattayken sahip olduğumuz her şeyden soyunarak, sadece Rabbimize döneceğimiz hakikatini ihtiva eder. Ne makam kalır, ne servet, ne de şöhret. İşte bu sadelik, kalpteki dünya renklerinin silindiği ve ruhun aslına döndüğü bir hâli tasvir eder.
​Bu beyitteki sadelik, sadece dış görünüşteki basitlik değil, aynı zamanda kalbin ve ruhun her türlü dünyevi kirden arınmasıdır. Hakiki sadelik, kalpte Allah’tan gayrıya yer vermemektir. Bu hâle erişen insan, hayatın fani meşguliyetlerine aldanmaz, gözü yükseklerde olmaz, ruhu hırsların esiri olmaz. O, hayatını sadece Allah’ın rızasını kazanmaya adar.
​Netice olarak, Nâbi’nin bu beyti, dünya sevgisinin bir aldatmaca, sadeliğin ise beka yurduna giden yolda bir rehber olduğu hakikatini hatırlatır. Kefenin renksizliği, bize her şeyin bir gün sona ereceğini ve asıl sermayenin kalpte biriktirilen iman ve ameller olduğunu fısıldar.
​Özet: Nâbi’nin bu beyti, dünyanın geçici cazibelerinin ahiret yolunda bir engel teşkil ettiğini anlatır. Dünyevi düşkünlüklerin, kalbi manevi hastalıklara sevk eden “renkler” olduğunu ifade eder. Beytin ikinci mısrasındaki kefenin renksizliği metaforu, dünya malı ve makamından arınarak sadeliğe erişmenin, yani kalbi sadece Allah sevgisiyle doldurmanın beka yurduna ulaşmanın yegâne yolu olduğunu vurgular. Asıl olan, dünya hayatını bir vasıta olarak görüp, nihai gayenin ahiret olduğunu idrak etmektir.

​2. Makale: Geçmiş Zamanın Hayali ve Kıymeti
• ​İktibas: “Geçmiş zamân olur ki hayâlî cihân değer” – Lâedri
• ​İzah: Öyle bir zaman geçirirsiniz ki onu hayal etmek bazen dünyalar kadar değerlidir.
​İktibas ve İzahın Tahlili
​Lâedri’ye ait bu beyit, zamanın ve hatıraların kıymetini anlatan, kalbe dokunan bir hakikati ihtiva eder. Beyit, anlık bir tecrübenin veya yaşanmışlığın, üzerinden zaman geçtikten sonra nasıl büyük bir kıymet kazandığını, hatta bazen bütün bir dünyaya bedel olduğunu dile getirir. Bu, sadece bir anıdan bahsetmekten öte, yaşanan anın verdiği manevi zenginliği ve derinliği vurgular. Bu makalede, bu derinlikli beytin ışığında, hatıraların insan hayatındaki yerini, geçmişle kurulan bağı ve zamanın ruhuyla olan münasebetini ele alacağız.
​Zaman ve Anılar: Ruhun Aynası
​İnsan hayatı, bir nehrin akışı gibidir. Geçmiş, bu nehrin geride bıraktığı izlerdir. Lakin bu izler, sıradan izler değildir. Her bir anı, yaşanılan bir tecrübenin, hissedilen bir duygunun ve öğrenilen bir dersin ruhumuzdaki yankısıdır. Lâedri’nin beyti, bu yankıların bazılarını “dünyalar kadar değerli” olarak nitelendirir. Bu, o anın sıradanlığının ötesinde, içinde barındırdığı manevi anlamın bir sonucudur.
​Bu değerli anılar, genellikle bir fedakârlık, bir samimiyet veya bir muhabbet anında zuhur eder. Belki bir dostla geçirilen sıradan bir sohbet, belki bir mazlumun derdine derman olunan bir an, belki de aileyle paylaşılan samimi bir tebessüm. Bunlar, zamanla kalpte olgunlaşan, lezzetini ve kıymetini arttıran hatıralardır. İşte bu anılar, insanı geçmişe bağlayan ve ona geleceğe dair bir umut veren manevi bir sermayedir.
​Geçmişin Kıymeti ve İbreti
​Geçmiş, sadece nostaljik bir hissiyat kaynağı değildir. O, aynı zamanda bir ibret ve dersler kitabıdır. Yaşadığımız her olay, karşılaştığımız her zorluk ve elde ettiğimiz her başarı, bize gelecek için yol gösteren birer işaret levhasıdır. Lâedri’nin beyti, bu ibret dolu anıların da ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatır.
​Bazen geçmişte yaşanan bir hata, sonraki hayatımızda büyük bir hayra vesile olabilir. O hatanın getirdiği pişmanlık, insanı daha dikkatli ve daha bilinçli hâle getirir. Bazen de geçmişte yaşadığımız bir güzellik, zor anlarımızda bize güç ve ilham verir. Bu açıdan, geçmişin hayali, sadece bir tatlı hatıra değil, aynı zamanda ruhun tekâmülü için bir vesiledir.
​Özet: Lâedri’nin beyti, bazı anların yaşandığı zamanın ötesine geçerek, sonradan hatırlandığında dünyalarca kıymet kazanabildiğini ifade eder. Bu, o anların içinde barındırdığı derin manevi anlam ve samimiyetin bir neticesidir. Geçmişin hayali, sadece nostaljik bir duygu değil, aynı zamanda insanın manevi tekâmülü için bir ibret ve ders kaynağıdır. Kalbi en derinden etkileyen ve kıymeti artan bu anılar, genellikle fedakârlık, samimiyet veya muhabbet anlarında yaşanır. Beyit, hayatın her anının kıymetini bilmek ve bu anları manevi bir sermaye olarak biriktirmek gerektiğini hatırlatır.

​3.: Allah’a Dönüş: Tövbenin Sonsuz Kapısı

• ​İktibas: “Cud bi-lutfik ya ilahi men lehu zâdun kalîl / Müflisun bi-s-sıdkı ye’ti inde bâbik ya Celîl / Eyne Musa eyne İsa eyne Yahya eyne Nuh / Ente ya Sıddîku âsî tüb ile’l-Mevle’l-Celîl” – Hz. Ebûbekir (ra)
• ​İzah: Ey Rabbim! Azığı pek az olan bu kuluna lütfunu esirgeme. Ey Celil olan Allah’ım! Kulun iflas etmiş olsa da sadakatle yine senin kapına geldi. Nerede Musa (as) nerede İsa (as) nerede Yahya (as) nerede Nuh (as)? Ey günahkâr Ebubekir! Celil olan Mevlâ’ya tövbe et.
​İktibas ve İzahın Tahlili
​Hz. Ebûbekir’e (ra) nispet edilen bu derin ve duygusal beyitler, mütevazılığın, sadakatin ve tövbenin en müstesna misallerinden birini teşkil eder. Bu ifadeler, bir müminin Rabbine karşı hissettiği acziyeti, fakat aynı zamanda O’nun rahmetine olan sonsuz ümidini en veciz şekilde dile getirir. Beyitlerde, Hz. Ebûbekir’in (ra) kendisini “azığı az” ve “müflis” olarak nitelendirmesi, onun Allah katındaki yüksek makamına rağmen ne kadar mütevazı olduğunu gösterir. Diğer peygamberlerin isimlerinin zikredilmesi ise, Allah’ın rahmet kapısının her zaman açık olduğunu ve O’na dönüşün asla imkânsız olmadığını vurgular.
​Acz ve Tevazuun Zirvesi
​Hz. Ebûbekir (ra), “Sıddîk” lakabıyla anılan, Peygamber Efendimiz’in (sav) en yakın dostu ve İslâm’ın ilk halifesidir. O’nun gibi bir şahsiyetin dahi kendisini “azığı az” ve “müflis” olarak nitelendirmesi, insana büyük bir ders verir. Bu, ne kadar salih ameller işlenirse işlensin, Allah’ın rahmet ve lütfuna karşı her zaman aciz ve muhtaç olunması gerektiğini gösterir. Bu acziyetin idraki, insanı kibirden korur ve daima tevazu içinde yaşamaya sevk eder.
​İnsan, ne kadar ilim sahibi, ne kadar zengin, ne kadar makam sahibi olursa olsun, Allah’ın karşısında bir hiç olduğunu unutmamalıdır. O’nun rahmetine olan sonsuz muhtaçlık, kulun en büyük sermayesidir. Hz. Ebûbekir’in (ra) bu beyitlerdeki hâli, bize bu hakikati en güzel şekilde tefekkür ettirir.
​Sadakat ve Tövbe
​Beyitlerdeki en mühim kelimelerden biri “sadakat”tır. Hz. Ebûbekir (ra), “iflas etmiş” dahi olsa, “sadakatle” O’nun kapısına geldiğini söyler. Bu sadakat, Allah’a olan imanın sarsılmaz bir bağlılıkla kalpte yerleşmesi demektir. İnsan, ne kadar günahkâr olursa olsun, Allah’a olan sadakatinden vazgeçmediği sürece O’nun tövbe kapısı ona daima açıktır.
​Tövbe, sadece bir pişmanlık ifadesi değil, aynı zamanda Allah’a doğru bir dönüş, bir başlangıçtır. Hz. Ebûbekir (ra), kendisini “Ey günahkâr Ebubekir!” diye çağırarak, tövbenin sadece büyük günahkârlara mahsus olmadığını, her müminin daima tövbeye muhtaç olduğunu anlatır. Tövbe, kulun Rabbine olan muhtaçlığının en samimi itirafıdır.
​Peygamberler ve Tövbenin Evrenselliği
​Beyitlerdeki peygamberler Musa (as), İsa (as), Yahya (as) ve Nuh’un (as) isimlerinin zikredilmesi, tövbenin evrenselliğine işaret eder. Her peygamber, kavmini tövbeye davet etmiştir. Bu davet, insanoğlunun fıtratında olan yanlışa düşme ve sonra doğruya yönelme arzusunun bir tezahürüdür. Tövbe, Allah ile kul arasındaki münasebetin en mühim rüknüdür.
​Özet: Hz. Ebûbekir’e (ra) nispet edilen bu beyitler, tevazu, sadakat ve tövbenin mana derinliğini ihtiva eder. Hz. Ebûbekir’in (ra) kendisini “azığı az” ve “müflis” olarak nitelendirmesi, Allah’ın karşısında acziyetin idrakinin en yüksek mertebesini gösterir. O’nun “sadakatle” O’nun kapısına gelmesi, tövbenin temelinin Allah’a olan sarsılmaz bağlılık olduğunu vurgular. Peygamberlerin isimlerinin zikredilmesi, tövbenin her devirde ve her insan için geçerli bir hakikat olduğunu anlatır. Beyitler, müminlere daima tövbeye sarılmaları, Allah’ın rahmetinden ümidi kesmemeleri ve tevazu ile O’na yönelmeleri gerektiğini hatırlatır.

​4.: Dünya Hırsının Terki
• ​İktibas: “Hubb-ı Rahmân isteyenler dürr ü mercân istemez / Derdini dermân bilenler derde dermân istemez” – Alvarlı Muhammed Lütfi
• ​İzah: Allah Teâlâ’nın sevgisini isteyenler, inci mercan istemez, bunlara talip olmazlar. Derdini derman bilen ârif kişiler ise bu mukaddes derde derman istemezler.
​İktibas ve İzahın Tahlili
​Alvarlı Muhammed Lütfi Hazretleri’nin bu hikmetli beyti, ilahi aşkın insan hayatındaki dönüştürücü gücünü anlatır. Beytin ilk mısrası, kalbini Rahman’ın sevgisiyle dolduran bir kimsenin, dünyanın fani süslerinden, yani “dürr ü mercân”dan vazgeçtiğini ifade eder. İkinci mısra ise, ilahi aşk derdine müptela olan bir ârifin, bu “mukaddes” dertten şifa istemeyeceğini belirtir. Zira o dert, bizzat dertlinin kendisi için en büyük derman, en büyük lütuf hâline gelmiştir. Bu makalede, ilahi aşkın ne olduğunu, dünyevi hırsların nasıl terk edileceğini ve ilahi derdin sırrını ele alacağız.
​Aşkın Dönüştürücü Kudreti
​”Hubb-ı Rahmân,” yani Rahman’ın sevgisi, kalbe bir defa girdi mi, o kalpteki her şeyi alt üst eder. Dünyevi hevesler, maddi hırslar ve fani arzular bu sevginin ateşiyle erir. Kalbi Allah sevgisiyle dolu olan bir kimse, artık inci ve mercan gibi dünyevi ziynete rağbet etmez. Onun gözünde, dünyanın en zengin hazineleri dahi, Allah’ın rızasına ulaşmanın yanında kıymetsiz kalır.
​Bu, bir tercih meselesidir: Ya kalbi dünya sevgisiyle doldurmak ve fani şeylerin peşinden koşmak, yahut kalbi ilahi aşkla doldurmak ve ebedî saadete talip olmak. Alvarlı Hazretleri’nin beyti, bu tercihin sonucunu net bir şekilde ortaya koyar. Kim Rahman’ın sevgisini isterse, o, dünya malının ve meşgalelerinin esiri olmaktan kurtulur.
​Derdi Derman Kılmak
​Beytin ikinci mısrası, “Derdini dermân bilenler derde dermân istemez,” sözüyle hakiki âriflerin hâlini tasvir eder. Burada bahsedilen “dert,” ilahi aşktan kaynaklanan bir manevi ızdıraptır. Bu, normal bir dert gibi acı veren bir şeyden ziyade, ruhu olgunlaştıran, onu kâmil bir hâle getiren bir “dert”tir.
​İlahi aşkla yanıp tutuşan bir ârif, bu hâlden şikâyet etmez. Aksine, bu “dert” onun için en büyük derman, en büyük nimettir. Bu dert, onu Allah’a yaklaştırır, ruhunu temizler ve kalbini nurlandırır. İnsan, bu “dert” vasıtasıyla dünyevi lezzetlerin ötesinde bir manevi hazza erişir.
​Özet: Alvarlı Muhammed Lütfi Hazretleri’nin bu beyti, ilahi aşkın yüceliğini ve dünyevi hırsları nasıl hükümsüz kıldığını anlatır. Allah’ın sevgisini kalbine yerleştiren bir mümin, dünyanın fani süslerine, yani inci ve mercana iltifat etmez. Beytin ikinci mısrası ise, ilahi aşktan kaynaklanan “derdin” aslında bir derman, bir nimet olduğunu ve bu dertten haz duyan âriflerin ona derman aramayacaklarını ifade eder. Makale, bu beyit vasıtasıyla, asıl gayenin dünya hırslarından arınmak ve kalbi ilahi aşkla doldurmak olduğunu vurgular.

​5. : Belanın Hikmeti ve Kahramanlığın Sırrı
• ​İktibas: “Muktezâ-yı hükm-i kânûn-ı tabî’at böyledir / Düşmek üzre yıldırım ekser mu’allâ tâk arar / Çok mu nâ-merdin felâketden selâmet bulması / Herkese gelmez belâ erbâb-ı istihkâk arar” – Eşref
• ​İzah: Yıldırım, tabiat kanununun hükmü gereği, düşmek için genellikle yüksek bir tak arar. Mert olmayan insanların felaketten kurtulmaları şaşırılacak bir şey değildir. Zira bela herkese gelmez, onu hak etmiş olanı arar.
​İktibas ve İzahın Tahlili
​Eşref’e ait bu beyitler, bela ve felaketlerin tesadüfi olmadığını, bilakis bir hikmet ve nizam dahilinde vuku bulduğunu dile getirir. Beyitlerdeki yıldırım benzetmesi, belaların en yüksek mertebelere, yani “mu’allâ tâk”a, yani ilahi takdirin sınadığı insanlara isabet ettiğini anlatır. Bu beyitler, bir yandan belaların bir imtihan olduğunu vurgularken, diğer yandan da felaketlerden kaçan “nâ-mert”lerin (mert olmayanların) durumunu gözler önüne serer. Asıl bela, imtihana tabi tutulmamaktır.
​Belanın Terbiyesi ve İmtihanı
​İnsan hayatı, iniş ve çıkışlardan müteşekkildir. Karşılaşılan zorluklar, belalar ve felaketler, her ne kadar ilk bakışta bir musibet gibi görünse de, Eşref’in beytinde belirtildiği gibi, bunlar aslında ilahi bir terbiyenin ve imtihanın birer parçasıdır. Beyitteki “yıldırım” benzetmesi, belaların rastgele değil, belli bir hedefe yöneldiğini gösterir. Bu hedef, manevi olarak yükselmiş, imanı kuvvetli ve karakteri sağlam olan kimselerdir.
​Allah, sevdiği kullarını imtihan eder. Peygamberler, en büyük musibetlere duçar olmuşlardır. Bu belalar, onların sabırlarını, tevekküllerini ve Allah’a olan bağlılıklarını sınamak için gelmiştir. İmtihanlar, ruhu çelikleştirir ve insanı kemale erdirir. Bu sebeple, mümin için bela, sadece bir musibet değil, aynı zamanda manevi bir terfi vesilesidir.
​Mertlik ve Felakete Karşı Duruş
​Eşref, beyitlerinde “nâ-mert” (mert olmayan) insanlardan da bahseder. Bu insanlar, zorluklardan kaçınan, kolay yolu tercih eden ve felaketlerden uzak duranlardır. Şair, bu durumun şaşılacak bir şey olmadığını söyler. Zira bela, onlara gelmez. Bela, ancak onu kaldırabilecek kudrete sahip, sabır ve metanet gösterebilecek, yani “erbâb-ı istihkâk” olan kimselere gelir.
​Bu durum, belaların bir nevi “şeref” ve “paye” olduğunu gösterir. Zorluklar, insanı sıradanlıktan kurtarır ve onu manevi bir zirveye taşır. Kim zorluklardan kaçarsa, o, kendini geliştirmekten ve manevi olarak yükselmekten mahrum kalır.
​Özet: Eşref’in bu beyti, bela ve felaketlerin bir hikmetle geldiğini ve manevi olarak yükselmiş, güçlü karakterli insanları, yani “mu’allâ tâk”ı aradığını belirtir. Yıldırım benzetmesiyle, belaların rastgele değil, bir imtihan ve terbiye aracı olarak geldiği anlatılır. Beyit, felaketlerden kaçan “nâ-mert”lerin bu durumunun şaşılacak bir şey olmadığını, zira belanın herkesin değil, ancak onu hak eden, sabır ve metanet gösterebilecek kişilerin imtihanı olduğunu vurgular. Asıl olan, belaya karşı durmak ve bu zorluklarla manevi olarak tekâmül etmektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
18/10/2025

 

 

Loading

No ResponsesEkim 19th, 2025