BERCESTE VE İZAHI – 88 –
BERCESTE VE İZAHI – 88 –
1. : Şeyh Galip’ten Ebediyetin İdraki
İktibas:
Çekilenler kalır Es’ad bu cihan içre hemân
Vakt-i şâdî de gelir mevsim-i mihnet de geçer
Şeyh Galip
İzah ve Açıklama:
Bu müstesna beyit, büyük divan şairi Şeyh Galip’in kaleminden çıkan, hayatın fâniliğini ve bâkiliğini aynı anda idrak etmemizi sağlayan hikmet dolu bir cevap ihtiva eder. Şeyh Galip, “Es’ad” hitabıyla aslında bütün insanlığa seslenmektedir. Beyitin ilk mısraı olan “Çekilenler kalır Es’ad bu cihan içre hemân” ifadesi, bu dünya âleminde kalıcı olanın, meşakkatlere, sıkıntılara ve imtihanlara sabırla tahammül edenler olduğunu vurgulamaktadır. Maddî varlıklar, dünya serveti ve fânî zevkler bu âlemden göçerken geriye sadece çekilenin, sabreden ve zorluklara göğüs gerenin ruhânî ve manevî kazancı kalmaktadır. Bu manevî miras, Allah katında değer bulan ve ebedî âleme taşınan bir cevherdir.
İkinci mısrada ise bu hakikat, tezat sanatıyla daha da kuvvetlendirilmiştir: “Vakt-i şâdî de gelir mevsim-i mihnet de geçer.” Hayat, bir tekrardan ibarettir. Nasıl ki mevsimler durmadan değişir, hayatın içindeki sevinçler ve kederler de aynı şekilde gelip geçicidir. Ne sevinç vaktinin sarhoşluğuna kapılıp âhireti unutmak, ne de keder mevsiminde ye’se kapılıp ümidini kaybetmek akıl kârıdır. Şeyh Galip, insanı bu fânî dalgalanmaların üstünde bir idrake davet etmektedir. Kederler, imtihanlar ve sıkıntılar, insanın nefsini terbiye eden ve onu kemale ulaştıran birer vâsıtadır. Sevinçler ise şükür vesilesi olup, kalbin Allah’a daha da yakınlaşması için birer fırsattır. Bütün bu gelip geçici haller içinde kalıcı olan, Allah rızası için çekilenler, yapılan fedakârlıklar ve gösterilen sabırdır. Bu beyit, insana hem dünya hayatına aldanmamasını hem de her halükârda Allah’a yönelerek ebedî bir hayat için hazırlık yapmasını öğütlemektedir.
Özet:
Şeyh Galip’in bu beyti, hayatın imtihanlarla dolu olduğunu ve bu imtihanlara sabırla göğüs gerenlerin manevî bir kazanç elde edeceğini anlatır. Ne sevinç ne de kederin kalıcı olduğu bu dünyada, asıl bâki olanın Allah için çekilen sıkıntılar olduğu ifade edilmektedir.
2. : Übeydi’den Mal ve Varlık Aldanışının İzahı
İktibas:
Hâce mâla meyleder kendiye yâr olur sanır
Gâlibâ dünyâyı miskîn ber-karâr olur sanır
Übeydi
İzah ve Açıklama:
Übeydi’nin bu beyiti, insan tabiatındaki mal hırsını ve fânî dünyaya olan bağlılığı son derece veciz bir şekilde tenkit etmektedir. Beytin ilk mısraı olan “Hâce mâla meyleder kendiye yâr olur sanır” ifadesi, zenginlik peşinde koşan ve mal biriktiren kişinin, bu mal ve mülkü kendisine bir dost, bir yardımcı, bir yoldaş edineceğini zannettiğini ortaya koyar. Oysa mal, ne bir vefa sahibidir ne de bir sırdaştır. Malın dostluğu, sadece varlığına bağlıdır ve ölüm anında insanı terk eder. O şahıs, malın kendisine fayda vereceğini, onu mesut ve huzurlu kılacağını düşünürken, aslında kendi eliyle kendisini dünyaya bağımlı hâle getirmekte ve gerçek dost olan Allah’tan uzaklaşmaktadır.
İkinci mısra olan “Gâlibâ dünyâyı miskîn ber-karâr olur sanır” ise bu aldanışın bir başka yönünü, bu sefer “miskin” yani zavallı insan üzerinden ifşa eder. Fakir, yokluk içinde olan kimse bile, bu dünyanın ebedî ve kararlı bir şekilde devam edeceğini zanneder. Hayatın gelip geçici, fânî ve geçici bir imtihan olduğunu unutur. Bu, bir nevi çaresizliğin verdiği bir aldanıştır. Mal sahibi malıyla, fakir ise içinde bulunduğu durumla dünyayı ebedî sanır. Oysa dünya, kimseye kalmamış, ne zengini ne de fakiri ayırmamıştır. Bu beyit, bütün insanları dünya malına ve dünyanın fâniliğine karşı uyararak, asıl kararlı ve bâki olanın Ahiret hayatı olduğunu hatırlatmaktadır.
Özet:
Übeydi’nin beyti, insanın mal hırsına kapılarak onu kendisine dost sanmasını ve fakirlerin dahi dünyanın ebedî olduğunu zannetmesini eleştirir. Her iki durumun da bir aldanış olduğunu vurgulayarak, dünya hayatının gelip geçici olduğunu ifade eder.
3.: Şâhidi’den İbadet Burhanı
İktibas:
Şâhidi derd ü belâdır şâhid-i aşk u velâ
Sebt-i da’vâ etmeye bürhâna gelmişlerdeniz
Şâhidi
İzah ve Açıklama:
Şâhidi’nin bu derin mana ihtiva eden beyiti, aşk ve ibadetin mahiyetini ve bu hayatın asıl gayesini izah etmektedir. İlk mısra, “Şâhidi derd ü belâdır şâhid-i aşk u velâ” ifadesiyle, hakikî aşkın ve Allah dostluğunun şahidinin çekilen dertler ve belalar olduğunu ortaya koyar. Bir insan, Allah’a olan sevdasını iddia ediyorsa, bu iddianın ispatı, maruz kaldığı musibetlere ve imtihanlara karşı gösterdiği sabır ve tahammüldür. Zira Allah, sevdiği kulunu dert ve belalarla imtihan ederek onun imanını ve sadakatini sınar. Bu dertler, âşıkın kalbini temizler ve onu Allah’a yaklaştırır. Tasavvufî mânâda dert, bir dermanın müjdecisi, belâ ise rahmet kapısının anahtarıdır.
İkinci mısra olan “Sebt-i da’vâ etmeye bürhâna gelmişlerdeniz” ifadesi ise insan hayatının asıl gayesini ve bu dünya âlemine geliş sebebimizi izah etmektedir. Şâhidî, “Biz bu dünyaya, kulluk iddiamızı ispatlamak için delil aramaya gelmişlerdeniz” demektedir. Yani dünya, sadece bir zevk yeri değil, aynı zamanda Allah’a olan kulluk davasını ispatlayacağımız, bu davayı delillerle süsleyeceğimiz bir mahkeme salonudur. Kulluğun delili, sadece sözle iddia değil, amel, ibadet ve dertlere karşı sabırla gösterilen tahammüldür. Bu beyit, hayatı bir vazife, bir imtihan ve bir ispat süreci olarak görmemizi öğütleyerek, sadece lafta kalan bir inancın kâfi olmadığını, bu inancın fiillerle ispatlanması gerektiğini vurgular.
Özet:
Şâhidi, gerçek aşkın ve Allah’a olan sadakatin delilinin çekilen dertler ve belalar olduğunu söyler. Bu dünyaya, kulluk iddiamızı ispatlamak için geldiğimizi ve asıl gayemizin sözle değil, amellerle delil sunmak olduğunu belirtir.
4. Makale: Nasuhi’den Feyzin Anahtarı Üzerine
İktibas:
Be-porsidem zi yek sâhib-dilî çîst feyz-i miftâh
Be-goftâ der seher tehlîl ü zikr-i hazret-i Fettâh
Nasuhi (Ömer Nasuhi Bilmen)
İzah ve Açıklama:
Bu beyit, ilim ve maneviyat ehli Ömer Nasuhi Bilmen’in kaleminden, manevî bir soruya verilen hikmetli bir cevabı ihtiva etmektedir. İlk mısra, “Be-porsidem zi yek sâhib-dilî çîst feyz-i miftâh” ifadesiyle, “Gönül ehli birine feyzin anahtarı nedir, diye sordum” mânâsına gelir. Feyz, manevî bolluk, ilahî bereket ve nurdur. Bu mânâda, feyzin anahtarını aramak, kalbin diriliğine, ruhun aydınlanmasına ve Allah’a yakınlaşmaya giden yolu sormaktır. Bu soru, sadece ilim ehli için değil, bütün manevî yolcular için en ehemmiyetli suallerden biridir.
İkinci mısra, bu ehemmiyetli sualin cevabını vermektedir: “Be-goftâ der seher tehlîl ü zikr-i hazret-i Fettâh.” Yani, o gönül ehli kimse “seher vaktinde (tahmid, zikir ve tesbihin en kıymetli olduğu) Lâ ilâhe illallah (tehlil) ve Feth edici, bütün kapıları açan Fettâh olan Allah’ı zikretmek” diye cevap vermiştir. Bu cevap, manevî hayatın temel direklerini işaret etmektedir. Seher vakti, gecenin en derin ve en sessiz vaktidir; bu vakit, Allah’a yakınlaşmak ve O’nunla baş başa kalmak için en münasip zamandır. Bu vakitte yapılan ibadetler ve zikirler, kalbe ve ruha sirayet ederek insanı manen yüceltir. Tehlil, yani Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhidi ise bütün kâinatın hakikatini özetleyen bir kelimedir; kalpteki bütün batıl düşünceleri, nefsânî istekleri temizleyerek insanı sadece Allah’a kul eyler. Fettâh ismi şerifi ise, sadece maddî kapıları değil, aynı zamanda ilahî rahmet, mağfiret ve feyz kapılarını da açan anlamına gelir. Bu beyit, insana manevî bir yol haritası sunarak, hakikî feyze ulaşmanın yolunun seher vaktindeki ibadet ve zikirden geçtiğini beyan etmektedir.
Özet:
Nasuhi’nin bu beyiti, bir gönül ehline feyzin anahtarının ne olduğu sorusunu ve bu soruya verilen cevabı konu edinir. Cevap, seher vaktinde Lâ ilâhe illallah diyerek ve Fettâh ismiyle Allah’ı zikrederek manevî kapıların açılacağını belirtir.
5. : Azeri Çelebi’den Yüksek Makamların Sevilmemesi Üzerine
İktibas:
Pâye-i âlî recâ etmez kapında hâk olan
Taht-ı şâhî istemez menzilgehi eflâk olan
Azeri Çelebi
İzah ve Açıklama:
Azeri Çelebi’nin bu derin mânâlı beyiti, Allah’a olan yakınlığın ve manevî makamların, maddî makamları ve dünyevî ihtirasları değersiz kıldığını ifade etmektedir. Beyitin ilk mısraı, “Pâye-i âlî recâ etmez kapında hâk olan” ifadesiyle, Allah’ın kapısında tevazu ile eğilip kendisini toprak gibi hisseden bir kulun, artık yüksek dünyevî makamlar peşinde koşmayacağını anlatmaktadır. “Hâk” (toprak), tevazu ve alçakgönüllülüğün sembolüdür. Bir insan, nefsini terbiye edip Hakk’ın kapısında toprağın sükûnetine ve tevazusuna ulaştığında, artık bu fânî dünyanın geçici makamlarının bir kıymeti kalmaz. Çünkü o, en yüce makamın Allah’a yakınlık olduğunu idrak etmiştir.
İkinci mısra, bu fikri daha da kuvvetlendirmektedir: “Taht-ı şâhî istemez menzilgehi eflâk olan.” Yani, “Menzili gökler olan, yani Allah’a yakınlık makamına ulaşan bir kimse, artık padişah tahtı gibi dünyevî makamları istemez.” Bu, tasavvufî bir makamın, dünya saltanatından üstün olduğunu göstermektedir. Gönlü Allah’ın aşkıyla dolan, manevî mertebeleri yükselen bir kul için, fânî dünya makamları ve mevkileri anlamsızlaşır. Çünkü o, fânîden bâkiye doğru bir seyir içerisindedir ve asıl menzili, yani varış noktası, göklerin ötesindeki ilahî huzurdur. Bu beyit, insanı dünyaya hapsolmuş bir hayat sürmekten kurtararak, asıl değerin Allah’a yakınlıkta olduğunu ve bu yakınlığa ulaşan kişinin dünyevî heveslerden arındığını anlatmaktadır.
Özet:
Azeri Çelebi’nin beyiti, Allah’ın kapısında tevazuyla duran bir kişinin, dünyevî makamlara heves etmeyeceğini ifade eder. Asıl manevî menzili ve gayesi gökler olan bir kulun, fânî padişah tahtlarını arzu etmeyeceğini vurgular.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
18/10/2025