KUR’AN-I KERİMDE KENDİSİNE İMKâN VERİLENLER VE NETİCESİ

KUR’AN-I KERİMDE KENDİSİNE İMKâN VERİLENLER VE NETİCESİ

 

Cenâb-ı Hakk’ın kullarına verdiği imkanları ve neticelerini şu ana başlıklar altında tahlil etmek mümkündür:

  1. Bütün İnsanlığa Verilen Umumî (Cihanşümul) İmkanlar

Cenâb-ı Hak, mü’min veya kâfir ayırt etmeksizin bütün insanlara var olmaları ve O’nu tanıyabilmeleri için temel imkanlar bahşetmiştir. Bu imkanlar, insanın mesuliyetinin de temelini oluşturur.

  • Hayat ve Fıtrat: Her şeyden evvel, insana “hayat” nimeti verilmiş ve fıtratına Allah’ı tanıma kabiliyeti dercedilmiştir.
  • Akıl ve İrade: İnsana, hak ile batılı, hayır ile şerri ayırt edebilmesi için “akıl” nimeti ve bu ikisi arasında seçim yapabilmesi için “irade-i cüziyye” (tercih hürriyeti) verilmiştir.
  • Duyular ve Hisler: Görmek, işitmek, hissetmek gibi zahirî ve derûnî duygular, kâinattaki ilahî sanatları ve ayetleri nazar edip tefekkür etmesi için birer vasıtadır.

Nitekim Cenâb-ı Hak bu hakikati şöyle beyan buyurur:

“Allah, sizi analarınızın karnından, hiçbir şey bilmezken çıkardı ve şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl, 16/78)

  • Kâinat Kitabı: Bütün tabiat, içindeki nizam ve intizam ile, Yaratıcısının varlığına ve birliğine, ilim, irade ve kudretine isbat olarak insanın önüne serilmiş bir “kitap” hükmündedir.

Gelişme ve Netice:

Bu umumî imkanları kullanan insanlardan bir kısmı; aklını, nazarını ve kalbini kullanarak kâinattaki ayetleri okur, tefekkür eder ve Yaradan’a iman eder. Diğer bir kısmı ise bu imkanları enaniyetine, nefsanî arzularına ve tabiatperestliğe sarf ederek hakikatten yüz çevirir ve küfre sapar.

  1. Mü’minlere Bahşedilen Hususî İmkanlar

İman etme iradesini gösteren kullarına Cenâb-ı Hak, hidayetlerini artırmak ve istikametlerini muhafaza etmek için ilave imkanlar ve lütuflar sunar.

  • Vahiy ve Peygamberler: Akıl tek başına her hakikati idrak edemeyeceği için, Cenâb-ı Hak peygamberler ve mukaddes kitaplar göndererek yol göstermiştir. Kur’an-ı Kerim, mü’minler için en büyük hidayet rehberidir.

“O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir.” (Bakara, 2/2)

  • Dua ve İbadet: Kullarına, doğrudan kendisine müracaat etme, yardım isteme ve manen yükselme imkanı olan “dua” ve “ibadet” kapısını açmıştır.

“Rabbiniz şöyle dedi: ‘Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.'” (Mü’min, 40/60)

  • Tevbe ve Mağfiret: İşlenen günah ve hatalardan sonra pişmanlık duyup O’na yönelenler için “tevbe” kapısını daima açık tutarak, manevî temizlik ve yeniden başlama imkanı vermiştir.

“De ki: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.'” (Zümer, 39/53)

Gelişme ve Netice:

Bu hususî imkanları değerlendiren mü’minler, imanlarını ve salih amellerini artırır, ahlâken tekâmül eder, Allah’a olan yakınlıkları ziyadeleşir. Bu hayat yolculuğunun neticesi, ebedî saadet yurdu olan Cennet ve Allah’ın rızasına mazhar olmaktır.

  1. Kâfirlere ve Zâlimlere Verilen Mühlet ve İmkanlar (İstidraç)

Kur’an-ı Kerim’in en mühim ihtar konularından biri de inkâr edenlere, zalimlere ve günaha dalanlara verilen dünyevî imkanlardır. Bu imkanlar, onlar için bir lütuf değil, neticesi elim bir azap olan “istidraç”tır. Yani, Cenâb-ı Hak onlara mühlet verir, nimetlerini artırır; onlar da bu durumu kendileri için bir hayır zannederek isyan ve tuğyanlarını daha da artırırlar.

  • Mal, Mülk ve İktidar: Firavun, Karun, Nemrut gibi tarihî şahsiyetler ve inkârcı kavimlere verilen zenginlik, saltanat ve güç, onların kibirlerini ve Allah’a karşı isyanlarını artırmaktan başka bir işe yaramamıştır.

“Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire bütün ümitlerini yitirdiler.” (En’âm, 6/44)

  • Mühlet Verilmesi: Cenâb-ı Hak, onların cezasını hemen vermeyip erteler. Bu mühlet, onların tevbe etmeleri için bir fırsat iken, onlar bunu gafletle geçirip azgınlıklarını artırırlar.

“İnkâr edenler, kendilerine mühlet vermemizin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Âl-i İmrân, 3/178)

Gelişme ve Netice:

Kendilerine verilen dünyevî imkanları bir hak ve kendi maharetlerinin bir neticesi zanneden bu kimseler, şükrü terk edip şımarıklığa ve zulme yönelirler. Verilen mühletin sonunda ise ya dünyada (Ad, Semud kavimleri gibi) helak edici bir azapla ya da ahirette ebedî hüsran ve Cehennem azabıyla karşılaşırlar. Kur’an-ı Kerim’de Karun’un akıbeti bu duruma çarpıcı bir misaldir:

“Derken biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek hiçbir topluluğu olmadığı gibi, kendi kendini kurtarabileceklerden de değildi.” (Kasas, 28/81)

Hülâsa

Cenâb-ı Hak, adalet ve hikmetinin bir tecellisi olarak her insana hakikati bulması için aklı, iradeyi ve kâinatı birer delil olarak vermiştir. İman yolunu seçenlere ise vahiy, dua ve tevbe gibi hususî desteklerle yolunu aydınlatmıştır. İnkâr ve isyan yolunu seçenlere ise mal, mülk ve mühlet gibi imkanlar vererek onların kendi iradeleriyle en derin isyana batmalarına müsaade etmiştir ki, cezaları tam bir adalet olsun.

Neticede, verilen her imkan bir “imtihan vesilesi”dir. Akıbeti belirleyen, bu imkanların kendisi değil, insanın cüz’i iradesiyle o imkanları hangi yolda kullandığıdır. Bir grup bu imkanlarla Allah’a şükrederek ebedî saadete ulaşırken, diğer grup aynı imkanlarla nankörlük ve isyan ederek ebedî hüsrana düçar olur.

 

*************   

 

Hz. Yusufa verilen imkan:

 

Cenâb-ı Hakk’ın, Hazret-i Yusuf’a (aleyhisselâm) lütfettiği imkânlar, onun peygamberlik vazifesini ifa edebilmesi ve “ahsenü’l-kasas” yani kıssaların en güzeli olarak anılan hayat hikâyesindeki ilâhî maksatların tahakkuku için verilmiş büyük lütuflardır. Bu imkânları Kur’ân-ı Kerîm’in, bilhassa Yusuf Sûresi’nin tasvirleri ve Risale-i Nur Külliyatı’nın işaretleri zaviyesinden şu şekilde tasnif edebiliriz:

  1. İlim, Hikmet ve Hadiselerin Te’vili (Yorumlanması)

Hazret-i Yusuf’a verilen en mühim ve en bariz imkân, hadiselerin, özellikle de rüyaların derûnî manalarını anlama ve tabir etme ilmidir. Bu hususiyet, hayatının her safhasında bir dönüm noktası teşkil etmiştir.

  • Çocukluğunda Müjdelenen İlim: Daha küçük bir çocukken gördüğü rüyayı babası Hazret-i Yakub’a anlattığında, bu hususi istidadı müjdelenmiştir.

“Babası, “Yavrucuğum!” dedi, “Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır. İşte rabbin seni böylece seçecek, sana olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrâhim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya‘kūb soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Kuşkusuz rabbin her şeyi bildirmektedir, hikmet sahibidir.” (Yûsuf, 12/5-6)

  • Olgunluk Çağında Verilen Hikmet: Mısır’da Aziz’in sarayında olgunluk çağına eriştiğinde bu ilim ve hikmet ona bir lütuf olarak verilmiştir.

“Yûsuf olgunluk çağına erişince, ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.” (Yûsuf, 12/22)

  1. Mülk ve İktidar

Kuyudan, kölelikten ve zindandan sonra Hazret-i Yusuf, ilmi ve liyakati sayesinde Mısır’ın en mühim idari makamına getirilmiştir. Bu, hem bir imtihan hem de ilâhî adaletin tecellisi için verilmiş bir imkândı.

  • Hazinelerin Başına Geçmesi: Zindandan çıktıktan sonra hükümdarın rüyasını doğru tabir etmesiyle, kendi isteği üzerine Mısır’ın hazinelerinin başına getirilmiştir.

“(Yûsuf) Dedi ki: “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum, (bu işi) iyi bilirim.” (Yûsuf, 12/55)

  • Mısır’da Yerleşik Kılınması: Bu vazife, ona Mısır’da tam bir hareket serbestliği ve iktidar sağlamıştır.

“İşte böylece Yûsuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki ve imkân verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz; güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.” (Yûsuf, 12/56)

  1. Ahlâkî Fazilet, İffet ve İlâhî Muhafaza

Hazret-i Yusuf’a verilen en büyük derûnî imkânlardan biri de, en zorlu şartlarda dahi onu günahtan ve yanlıştan muhafaza eden ilâhî korumadır. Züleyha’nın kendisine olan meyli karşısındaki duruşu, bunun en parlak isbatıdır.

  • Rabb’inin Bürhanını Görmesi: Tam günaha düşme tehlikesiyle yüz yüze kaldığı anda, Allah’ın bir bürhanı (kesin delili) ile muhafaza edilmiştir.

“Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer rabbinin delilini görmemiş olsaydı, o da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.” (Yûsuf, 12/24)

  1. Hüsn-ü Cemal (Fevkalade Güzellik)

Hazret-i Yusuf’a (a.s.) bahşedilen olağanüstü güzellik, onun kıssasında mühim bir yer tutar. Bu güzellik, hem onun için bir imtihan vesilesi olmuş hem de insanların dikkatini çekerek ilâhî kudretin bir nişanesi olarak tecelli etmiştir.

Bu imkânların tamamı, Hazret-i Yusuf’un hayatının sonunda yaptığı şu dua ile özetlenmektedir:

“Rabbim! Gerçekten bana mülkten verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihlerin arasına kat!” (Yûsuf, 12/101)

Bu ayetler göstermektedir ki Hazret-i Yusuf’a (a.s.) verilen her imkân, neticede Allah’ın iradesiyle, onu peygamberlik vazifesine hazırlamak, bir milleti kıtlıktan kurtarmak ve parçalanmış bir aileyi yeniden bir araya getirmek gibi yüksek gayelere hizmet etmiştir. Onun hayatı, sabır ve şükürle ilâhî imkânların nasıl hayra kullanılabileceğinin en güzel misallerinden birini teşkil eder.

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
18/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 18th, 2025